'İşsiz kalmayı göze almayanlar gazetecilik yapmasın'
Başbakan ‘tasma takan gazeteciler’ diye kullandı. Tasmalıysa eğer gazeteci değildir bunu söylemek lazım.
"Cenderedeki Medya, Tenceredeki Gazeteci" isimli kitabıyla siyasal iktidarın medyayı nasıl zapturapt altına aldığını anlatan Ertuğrul Mavioğlu ile Meriç Şenyüz Remzi Kitap gazetesinin Ağustos sayısı için konuştu.
Mavioğlu "Gazetecilik mesleğinin onurunu hep yukarıda tutmuş, bu mesleğin kendine özgü deformasyonlarından uzak kalmayı başarmış bir isim." diyor Şenyüz röpotajının girişinde. Ardından Radikal gazetesinde bir dönem birlikte çalışma şansı da bulduğum Ertuğrul Mavioğlu ile kitaptan yola çıkıp "can çekişen" gazetecilik mesleğinin hal-i pürmelalini konuştu...
İşte o röportajdan bir bölüm:
TASMALIYSA EĞER GAZETECİ DEĞİLDİR
-“Daha kitabın önsözünde yer verdiğiniz bir metafor daha var. Tasma metaforu. Sizin kitabınızın çıktığı günlerde Başbakan da bu metaforu kullandı ve ciddi bir olay oldu.”
-“Benim kitap çıktıktan yaklaşık 20 gün sonra Başbakan o konuşmayı yaptı. Açıkça söylemek gerekirse Başbakan’ın yaptığı, bir metaforun tersine çevrilmesiydi. Ben tabii ki, gazetecilere köpek falan demiyorum. Ben bütün olarak medyanın işleyişi için köpek benzetmesini yaptım. Başbakan bunu tersine çevirip ‘tasma takan gazeteciler’ diye kullandı. Tasmalıysa eğer gazeteci değildir bunu söylemek lazım. Ama açık söylemek gerekirse medyanın da tasmasızı olmaz mülk sahipliğinden dolayı.
BİZE OKULDA HİÇBİR ŞEY ÖĞRETİLMEDİ DEMEK SİSTEMİ AKLAMAKTIR
-“Gazetecilik profiline dair saptamalar yapıyorsunuz. ‘Talimata gerek kalmaması, darbe yıllarının sustalı döneminden daha da kötü’ diyorsunuz. Zaman içinde ne değişti gazeteci profilinde?”
- “Aslında hep böyleydi. Okuldan yeni mezun olmuş bir muhabirin bir süre sonra şöyle cümleler sarf etmesi gazetelerde veya televizyonlarda işlerin nasıl yürüdüğünün zaten başlı başına çok tipik göstergesi: ‘Bize okulda hiçbir şey öğretmemişler.’ İletişim fakülteleri var, burada çok iyi hocalar çalışıyor. Çok iyi öğretim üyeleri var, etüt dersleri var ama stajyer muhabir bir süre orada çalıştıktan sonra hiçbir şey öğrenmediğini söylüyor. Bunun karşılığı şudur: Türkiye’de –veya dünyanın her yerinde muhtemelen böyledir– iletişim teorisiyle ilişkisi olmayan bir gazetecilik pratiği var. Tamamen kendi içinde kırmızı çizgileri olan, oto-sansüre yönlendiren, sipariş gazeteciliğini öne çıkaran, ‘bakılamaz ve yapılamaz’ işlerin ve haberlerin sayısının inanılmaz derecede fazla olduğu bir ortamdan bahsediyoruz. O yüzden borsa yükseldiğinde ‘çok iyi’ diye yazar gazeteler. O yüzden yoksulların nasıl yaşadığıyla hiç ilgilenmez; yoksulları haber yapacaksa yardım derneklerini harekete geçirmek için yapar ve yoksulların üzerini örter bu haberlerle; sistemi aklar.”
YAYIN YÖNETMENİ İLLA BRİFİNG VERMEZ
- “Okulundan yeni mezun olmuş idealist bir gazetecinin bu çarka uyum sağlama süreci nasıl işliyor?”
- “Bu illa Banu Güven’in Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektupta anlattığı gibi bir televizyon kanalı ya da gazetenin yöneticilerinin çalışanlarına nelerin yapılması veya nelere dokunulmaması gerektiğiyle ilgili brifing vermesi şeklinde olmak zorunda değil. 'Ya şunu yapmasan iyi olurdu’ diyerek, yüzünü ekşiterek... ‘Nelerle uğraştığımı biliyor musun’ diyerek. Bunu çalıştığımız her dönemde, karşı olsak da reddetsek de gördük. Bildik ki yayın yönetmenimiz fırça yemiş, yayın yönetmenimize bunları yapmaması gerektiği konusunda söz söylenmiş. Açıktan sayfadan haberlerin uçurulduğuna tanık olduk. Bu tanıklıklar bir süre sonra yazı işleri müdürlerinde, editörlerde ‘netameli şeylere hiç dokunmasak’ tavrına neden olur. İşte o tavır refleksin oluştuğu, yani gazetecinin tencerenin içine yuvarlanıp piştiği aşamadır. O pişme aşaması en tehlikeli aşamadır, direnen gazeteci kalmaz. Varsa bile bir şekilde haberleri kullanılmaz, yüz verilmez. Bir gazeteci, imzası çıkmıyorsa, haberleri yayımlanmıyorsa, bir süre sonra kendi istediği değil, kendisinden istenen haberlere yönelecektir. Ne yapacak bu adam? Maaşı belki bir-iki ay daha ödeniyor ama üçüncü ay belli ki kapı önüne konacak.”
İŞSİZ KALMAYI GÖZE ALAMAYAN GAZETECİLİK YAPMASIN
- “Kendisinden önce kapı önüne konanları da görüyor tabii...”
- “‘Falanca işten atıldı.’ Herkes o işten atılmanın gerçek nedenini bilir ama arkasından derler ki ‘çok huysuzdu o’. Akli sebepler aranır ve bulunur. Fakat herkes içten içe onun neden işten çıkarıldığını bilir. Bu her gazeteci üzerinde öğretici bir etki yaratır. Bazı metinlerde gazetecilik kutsanıyor ya, işte ‘gerçeğin bekçi köpeği’, ‘güç odaklarına karşı koyan kişi’, ‘ayağından vurulsa bile kahramanca direnen kişi’… Bunların hiçbir akli tarafının bulunmadığını gazetede yazı işlerinde oturarak net olarak görüyorsunuz. İşsiz kalmayı göze almayan bir gazeteci, gazetecilik yapmasın. İşsiz kalmayı göze alamayan gazeteci, haberine sahip çıkamayan, haberini savunamayan gazetecidir. Yazı işleri masasında haber tartarken, hangi haber daha önemli sorusunun cevabını doğru vermeyen gazetecidir. Hep şöyle bakar, yayın yönetmeni hangi rüzgârı estiriyor. Yalar parmağını, havaya tutar, rüzgârı hisseder ve ona göre konuşur.”
Röportajın tamamını okuyabilirsiniz.