İsmail Kılıçarslan kazandı
Bugün Yeni Şafak gazetesinden İsmail Kılıçarslan işte tam da bu "tehlike"den bahsediyor.
Bir öğretmenin "Alevilerin yaptığı yemek yenmez" sözleri üzeri büyük tepkilere yol açmış, Milli Eğitim Bakanlığı harekete geçmişti.
Böylesi ayrımcı hatta faşistçe bir yaklaşıma gereken cevap verilmiş oldu.
Fakat bu ve benzeri yaklaşımların nasıl bir tehlike arzettiğini görmemiz için bu konuyu daha derin ve ciddi ele almak zorundayız.
Bugün Yeni Şafak gazetesinden İsmail Kılıçarslan işte tam da bu "tehlike"den bahsediyor.
"Tehlikeli olan siyasal farklılıklar ya da ideolojik sürtüşmeler değildir. Tehlikeli olan, birlikte yaşama kültürümüzün kaybolmasıdır." diyen İsmail Kılıçarslan'ı günün kazananı seçerken yazısını da sizlerle paylaşıyoruz:
TEHLİKE
Sanırım 7 yıl önceydi. “On Muharrem” isimli 10 bölümlük bir Alevi-Bektaşi kültürü belgeselinin yapımcılığını üstlenmiştim. Belgesel kapsamında Karacaahmet Cem Evi’nde de çekimler yaptık. Allah uzun ömürler versin, cem evinin dedesi Muharrem Dede ile de çok güzel vakit geçirdik.
Çekimlerin olduğu gün bir koyun boğazlanmıştı cem evinin bahçesinde. Muharrem Dede, “lokmaya buyurun” dediğinde elbette tereddüt etmeden oturduk sofraya. Muharrem Dede “dualadı”, biz de afiyetle yedik etli pilavı. Yalnız sofraya oturmadan önce bir kameraman arkadaşımın kulağıma “İsmail, Alevilerin pişirdiği yenmez diyenler var, nasıl yapacağız?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Duraksamadan “abi ben yiyeceğim afiyetle, bunlar Anadolu’da seneler içerisinde birikmiş bir takım hurafeler, sen de gönül rahatlığıyla ye bence” diye cevap vermiştim.
Bir kendini bilmez din bilgisi öğretmeninin öğrencilerine “Alevilerin pişirdiği yemek yenmez” demesi gazetelere yansıyınca hatırıma düştü bu küçük yaşantı parçası. Ve çok ama çok üzüldüm. O haberi öylece okuyan bir Alevi’nin üzüntüsünü ise tahmin bile edemiyorum. Allah’a şükür ki hem olay münferit hem de Milli Eğitim Bakanlığı gereğini yaptı, yapıyor.
Öyledir. Her ne kadar dünyanın pek çok ülkesine göre “bir arada yaşama kültürü gelişmiş” bir ülkede yaşıyor olsak da, seneler içerisinde yerleşmiş bir takım yanlış inançlar ve hurafeler zaman zaman bu bir arada yaşama kültürünü zedeler.
Hoşgörüsüzlük, dünyanın en tehlikeli ideolojik zeminini hazırlar, hazırlayabilir. Ve hoşgörüsüzlüğün çok acıklı, çok tehlikeli sonuçları olur, olabilir.
En nihayet, kendisine ikram edilmiş çöl semenderi yemeğini “bizde bunu yemezler” diyerek nezaketle reddeden bir Peygamber(sav)’in ümmeti olduğumuzu unutmamak gerekir.
En temel meselelerde birbirimizi kırıp dökecek olursak ülkemiz “yaşanabilir bir ülke” olmaktan çıkar.
Elbette, hoşgörüsüzlük, karşılıklı ilerleyen bir olgudur. Taraflara bulaşır ve bir kez bulaştığında temizlemesi zor olur.
Dikkat isterim. Siyasi farklılıklarımız, ideolojik ayrımlarımız ve benzeri meselelerdeki ayrı düşmelerimizi ortadan kaldırmaktan falan söz ediyor değilim. O kadarı safdillik olur. Sadece “senden farklı düşünen insan tekleriyle ya da topluluklarla bir arada yaşamanın yolunu bulmaktan” bahsediyorum.
Tehlikeli olan siyasal farklılıklar ya da ideolojik sürtüşmeler değildir. Tehlikeli olan, birlikte yaşama kültürümüzün kaybolmasıdır.
Bilmem Şanlıurfa’daki olayları takip ettiniz mi? Birkaç Suriyeli mülteci, bir aileden iki kişiyi öldürdü, iki kişiyi de ağır yaraladı. Bunun üzerine şehirde “Suriyelileri istemiyoruz” yürüyüşleri düzenlendi. Suriyelilere ait işyerleri ve evler tahrip edildi. Şehri, büyük bir huzursuzluk kapladı.
Tehlike budur işte.
Şanlıurfalı birileri, iki Suriyeliyi öldürseydi, ikisini de yaralasaydı ve Urfa’da yaşayan Suriyeliler “Urfalıları istemiyoruz” deselerdi, dükkân ya da ev tahrip etselerdi ne olurdu?
“Böyle soru mu olur?” diyorsunuz değil mi muhtemelen. Evet, soru dediğin tam da böyle olur. Suçun şahsiliğini, olayın münferitliğini bir yana bırakıp meseleyi bütün bir topluluğa yıkmaya çalışmanın saçmalığı başka bir soruyla çıkmaz ortaya.
Hatırlayalım. Sakarya’da 9 aylık hamile Emani’yi ve 10 aylık bebeğini vahşice katletmişti iki Türk. Hiç kimse “bu Türkler de böyle işte. Bin yıldır burada olmanın avantajıyla diledikleri zalimliği yapıyorlar” analizi kasmadı. Kimse bu alçakça olay yüzünden bütün Türkleri suçlamaya kalkmadı.
Fakat işte, başka bir alçakça olay yüzünden Urfa’da binlerce kişi bütün Suriyelileri suçlu ilan edip ceza kestiler.
İnsan, takkesini bir anlığına önüne koyup düşünse neyin nasıl olması gerektiğini bulacak elbette. Ne var ki o hoşgörüsüzlük illetine bir kez yakalandığında sağduyusunu da, akli melekelerini de kaybediyor.
Tehlikeli bu hal, hem de çok tehlikeli…