İnsanlık öldü, insan ölmüş çok mu?..
Musalla taşının üzerine yatırılmış ve sıcak suyla yıkanan kendi bedenini getirdi gözlerinin önüne…
ADNAN BERK OKAN
Bugünkü Hürriyet’in birinci sayfasında başlığı altında ve Orhan Can – Fatma Aksu imzasıyla yayımlanan haberi okuduktan sonra “bu haberi ben yazsaydım nasıl yazardım” diye düşündüm ve denedim…
Amacım muhabirlerin haberini küçümsemek değil..
Aksine, müthiş bir habercilik yapmışlar…
Ama…
Haberin yazılış tarzı beni heyecanlandırmadı, germedi, bir şeylere isyan ettirmedi…
Bir haberdi sadece...
Bir deniz kazasının arka plânı...
O kadar..
Oysa gazete Hürriyet olunca…
Haber birinci sayfa manşetten kocaman puntolarla verilince; “öykü gibi” yazılsaydı çok daha iyi olurdu…
Aslında haberi öyküleştirmek istemişler ama duyguyu fazla verememişler…
"İnsan Odaklı" olmaktan öte "Mevki odaklı" olmuş...
Sadece "şikâyet eder" gibi...
İzninizle ben denemeye çalışayım…
“Daha iyi olacak” demiyorum ama birileri bu tür haberleri daha duygulu, daha etkileyici, daha ses getirici bir tarzda yazabilirler, yazmalılar…
İçlerinde (Orhan Can – Fatma Aksu dâhil) bunu yazabilecek kalem erbabı olduğuna inanıyorum…
Neyse, uzatmadan başlıyorum…
Önce haber başlığı:
İNSANLIK ÖLDÜ, İNSAN ÖLMÜŞ ÇOK MU?..
Tarih 4 Aralık 2012.
İstanbul…
Bin kocadan artan kalmış olmasına rağmen halen bekâretini koruduğu düşünülen dev köyün sakinlerinin birçoğu sabah uyandıklarında, Maya kehanetinde 21 Aralık 2012 günü olarak bildirilen kıyametin öncü fırtınalarından birinin başladığını düşündüler.
Aynı saatlerde Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün Şile Limanı’nda bulunan KEGM-7 Acil Müdahale Botu personeli alışık oldukları Karadeniz fırtınalarının geyiklerini yapıyorlardı.
İçlerinden biri;
“Allah vere de başımıza bir kurtarma işi çıkmasa” dediğinde bir diğeri, “bizim botla mı?” diye sorduktan sonra alaylı bir şekilde tamamladı kısa konuşmasını: “şaka gibi”…
Bir başkasıysa “ağzından yel alsın” dedi…
Bir başkası, muhtemel bir kurtarma ihtiyacı doğarsa denize açılamayacaklarını söyleyip gerekçesini açıkladı:
“Unuttunuz mu arkadaşlar; bir hafta önce otomatik pilotun arızalı olduğu anlaşılmıştı. Dahası, motoru çalıştırmaya yarayan emergency akülerden biri de boş”
“Kimin umurunda?” dedi kurtarma işi çıkmaması için dua eden…
“Şaka gibi” diyen destek verdi.
“Yahu bu adamların insanlıkları ölmüş, insan ölmüş umurlarında mı olur?”
“Olay yerine çık!..”
Bu konuşmalar olurken Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü telsizinden Boğaz’ın Karadeniz girişinde seyretmekte olan Volgo Bolt 199 gemisinin ortadan ikiye kırılarak battığı duyurulduktan sonra korkulan oldu:
“Olay yerine çık!..”
Kaptan Rıfkı Çırtlık az önce konuşulanlardan habersiz olsa da botun berbat durumundan haberdardı.
Buna rağmen talimata uymaktan başka çaresi olmadığını da biliyordu.
Aynı talimatı o da kendi ekibine verirken arkadaşlarıyla beraber ölüme gittiklerini düşündü ama emri verdiği sırada ekbinin birbirlerine korku dolu gözlerle bakarak az önceki konuşmaları hatırlattığını bilmiyordu.
Bilerek ölüme gitmeyecek kadar akıllıydı. Başka canları kurtarmak için göz göre kendisini ve çalışma arkadaşlarını ölüme götürmeyecek kadar da mantıklı...
Bir belki de iki kerede deneyecek, olmuyorsa geri döneceklerdi.
Cep telefonundan karısını aramayı düşündükten sonra telaşlandırmamak için bundan vazgeçti. Zaten büyük ihtimalle sık sık gökyüzüne bakıp kendisini düşünüyor olmalıydı.
Botla iç mendirek başına kadar iki sefer gittiler ama fırtınanın çocukları dev dalgalar denize açılmalarına izin vermedi.
“Ben canımı sokakta bulmuş olabilirim ama ekibimin canını tehlikeye atmaya hakkım yok” diye düşünüp geri dönüş talimatı verdi.
İstifanı ver, botu boşalt
Kıyıya çıkınca dev dalgaların denize açılmalarını engellediğini rapor edip merkeze iletti.
Gelen cevap acımasızdı…
“Savunmanı yaz, istifanı ver, botu boşalt”…
Talimat “neden ölmediniz?” sorgulamasını içeriyordu ama tek şeyi içemiyordu: İnsanlığı…
“İnsanlık ölmüş” diye geçirdi içinden…
Oysa az önce aynısını ekibinden biri de söylemiş ama o daha da ileri gitmiş:
“Yahu bu adamların insanlıkları ölmüş, insan ölmüş umurlarında mı olur?” demişti.
Şile’ye gidecek ama denize çıkmayacaktı
Bu tartışmalar, insaf dışı talimatlar yaşanır, ortadan ikiye kırılan geminin mürettebatı can derdine düşmüşken KEGM-7 Acil Müdahale Botunun diğer kaptanı Cemil Özben izinli olduğu için evinde dinleniyordu.
Sıklıkla pencereye gidip gökyüzüne bakıyor, kurtarma işi çıkmaması için dua ediyordu.
Telefonu çaldığında içi “cız” etti…
Ense kökünden kuyruk sokumuna kadar olan bölgeye sıcak cıva dökülmüş gibi hissetti kendini…
Oysa o telefon on binlerce defa çalmıştı daha önce ama hiçbir zaman bu hissi vermemişti…
Telefondaki ses tanıdık değildi ancak emredici bir tonu vardı.
“Derhal Şile’ye git” dedi adeta azarlayarak, “Rıfkı Kaptan’dan botu teslim al ve kurtarma operasyonuna katıl”…
“Gerekçeniz nedir? Bugün ben vardiya istirahatındayım. Beni niye gönderiyorsunuz? Orada görevli kaptan var, o çıksın” derken sesine, kararlı insanlara has bir ton yüklemeyi de ihmal etmedi.
Telefondaki de kararlı olmalıydı ki ısrarlarını sürdürüyordu…
Hatta o kadar ısrarcıydı ki telefondaki ses, Cemil Kaptanın eşi bile, “Hayır sen gideceksin. Ya botu alıp çıkacaksın ya da istifanı vereceksin” diyen haykırışını duydu.
Kaptan Özben telefonu kapayıp cebine yerleştirirken öfkeliydi.
Eşinin gözlerinin içine çaresizce bakıp “Başıma gelene bak!” derken sesi titriyordu. ”Dedem de denizde boğuldu. Beni de denizde boğacaklar”.
Telefon bir kez daha çaldığında bakmak istemedi.
Zil sesi ısrarla devam edince elini isteksizce cebine götürdü ve cihazı eline alıp kulağına dayadı.
Bu defa başka bir ses “derhal denize çıkman lazım” emrini yineledi.
“Tamam” dedi Cemil Kaptan, “yanıma tecrübeli bir ekip verin o zaman”…
Harem’de görevli Ahmet Kasarcı ve Seçkin Özdemir Şile’ye onun bu talebi üzerine gönderildiler.
Evden çıkmadan önce karısına baktı, belli etmemeye çalışsa da bakışlarındaki korkuyu, kuşkuyu fark etmemesi imkânsızdı.
Teselli etmek için olsa gerek iradesi dışında “merak etme; Şile’ye gideceğim ama denize çıkmayacağım” cümlesi döküldü dudaklarından...
“Yok daha neler?”
Şile’ye vardığında denize çıkmayan ekibin çarkçısı Ali Çiftçi ile karşılaştı.
Kafası o kadar meşguldü ki; selam vermeden geçip gitti…
“Cemil Kaptan selamsız sabahsız geçtin, hayırdır?” diyen sesi tanıyıp başını çevirdiğinde Ali Çiftçi’nin sitemkâr bakışlarıyla karşılaştı.
“Ali” dedi öfkesini kontrol etmeye çalışarak “bana ne dediler biliyor musun?”
Ali Çiftçi merakla sordu:
“Yo hayır bilmiyorum”.
“İnanamazsın yaaa…”
“Hayırdır inşallah!”
“Hayır mayır değil yaa Ali; eğer kurtarmaya çıkmazsam, iş akdimi feshedeceklermiş”…
Ali Çiftçi hayret yüklü bir ses tonu ve bakışla “yok daha neler?” diyebildi sadece…
Belli ki insanlığın öldüğüne inanmayanlardandı Ali Çiftçi...
Çünkü insan canı canların en mübarek olanıydı ve Allah tarafından da "en mübarek can" olarak tanımlanıyordu...
Bir insanın göz göre göre ölüme gitmek istemeyişi sözleşme akdinin feshini gerektirmemeliydi..
Cemil Kaptan bunları düşünmedi, mutlaka Ali Çiftçi de düşünmemişti...
Hem düşünseler ne olacaktı ki?..
Ne değişecekti?..
Kader kuyularını kazıp elinde bir avuç toprakla bekleyen amirlerin kalpleri mi yumuşayacaktı?..
Az sonra denize açılmak istemeyen Rıfkı Çırtlık’la buluştu.
“Kaptan gel birlikte çıkalım” dedi.
Rıfkı Çırtlık sesine nasihat etmeyi seven akil adamlara has bir ton yükledikten sonra uyardı:
“Botun durumunu biliyorsun; ben kabul etmedim gitmeyi sen de gitme. Gidersen de ölüme gittiğini bil”.
Cemil Özben “karıma da gitmem dedim ama bu adamlar hiç acımaz, kovarlar beni” dedi.
Çarkçıbaşı Mehmet Genç, Yağcı Turgay Sarıboğa ve Ahmet Kasarcı’yı da yanına alıp denize açıldı.
Tam limandan çıkıyorlardı ki ağır bir dalga yiyen su jetleri durdu.
“Allah kahretsin!” dedi Özben; “yahu daha limandan bile çıkmadık”…
Ölümün soğukluğunu hissetti bütün bedeninde.
Musalla taşının üzerine yatırılmış ve sıcak suyla yıkanan kendi bedenini getirdi gözlerinin önüne…
Karısına “merak etme denize çıkmayacağım” diye verdiği söz çınladı kulaklarında…
Ve çocuklarının cenazede ağlayan sevimli ama acılı yüzleri geldi geçti birer birer gözlerinin önünden…
Bu kötü düşünceleri kafasından ve gözlerinin önünden kovmaya çalışırken bir yandan da su jetleri durduğu için kayalıklara doğru sürüklenen teknesine hükmetmek istedi…
İmkânsızı başarmak mümkün müydü?..
Nitekim az sonra büyük bir gürültüyle kayalıklara bindirdiler.
Cemil Kaptan tekne parçalanmadan hemen önce telefonla bir yetkiliyi aradı.
“Makine kaput” diye haykırdı telefona çıkan yetkiliye.
Ve…
Dinleyenin son nefesini verirken de hatırlayacağı o konuşmasına devam etti:
“ ‘İş akdinizi feshedeceğim’ demiştiniz. Şimdi biz ölüyoruz, ne biliyorsanız yapın!’”…
Bu arada Çarkçıbaşı Mehmet Genç de cep telefonunun bazı tuşlarına bastıktan sonra korku dolu bir sesle yardım istedi:
“Kaptan biz karaya gidiyoruz, gelin bizi kurtarın”…
Telefon ettiği kişi, daha önce iki defa denedikten sonra denize çıkmaktan vazgeçen Rıfkı Kaptan’dı.
Aklının emrini, amirlerinin emrine üstün kılarak kovulmayı göze alan ama Azrail’in davetine icabet etmeyen Rıfkı Kaptan…
Ve…
Cemil Kaptan ile birlikte bile bile çıktıkları o ölüm yolculuğundan sadece biri kurtuldu: Ahmet Kasarcı…
Göz göre göre öldüler!..
Daha sonra KIYI Emniyeti Genel Müdürlüğü’nde çalıştığı için ismini vermek istemeyen bir kaptan, 4 kişinin ölümüyle sonuçlanan bot faciasının nedenlerini şöyle anlattı:
“Helikopter deniz üzerinde boş boş geziyordu. Helikopterden halat atılsa hepsi kurtulmuştu. Cemil Kaptan tekne kayalara çarptıktan sonra denize indi. İki kez de liman taşlarına çıkmaya başardı. Bu esnada karada tahlisiye personeli yoktu. Çünkü Genel Müdürlük sayılarını düşürmüştü. Eğer 72 saat vücudu soğutmayan, özel kıyafetli, özel donanımlı kara tahlisiyesi hazır bekletilseydi o teknedeki herkes kurtulabilirdi. Arkadaşlarımız göz göre göre gittiler.”
Evet; arkadaşları göz göre göre ölüme gitmişler, daha doğrusu emirle gönderilmişlerdi…
Evet; o ölümlerden önce içlerinden birinin dediği gibi olmuştu aynen
“Yahu bu adamların insanlıkları ölmüş, insan ölmüş umurlarında mı olur?”
Kaptan Cemil Özben’in ağabeyi, Beykoz Belediyesi’nin Ak Partili eski Meclis Üyesi Hasan Özben “Bu kazanın aydınlanması için mutlaka Salih Orakçı görevden alınmalı. Orakçı ve ekibi katildir. Bu kadar insanın ölümünden sorumludur. Hangi vicdanla yaşayacak. Ömür boyu ona katil gözüyle bakacağım. Benim gözümde çocukları bilerek ölüme gönderdi” diyordu…
Tabii bu sesi duyan olur da gereğini yerine getirirse…
Tabii başka yerlerde de insanlık ölmemişse…
Ve oralarda da “Yahu bu adamların insanlıkları ölmüş, insan ölmüş umurlarında mı olur?” sözü geçerli değilse…
Not: Bu habere Orhan Can – Fatma Aksu’nun yaptıkları gibi botun arızalı olduğunun belgelerini de eklerdim elbette…