KİTAPLIK

İlhan Taşçı'nın yeni kitabı 'Paralel Hat' çıktı!

Gazeteci-yazar İlhan Taşcı’nın Türkiye’yi sarsan telefon dinlemeleri ile hükümet-cemaat kapışmasının bilinmeyenlerini anlattığı PARALEL HAT/ Dinlemeler ve AKP-Cemaat Kapışması kitabı Kırmızı Kedi Yayınlarından çıktı.

İlhan Taşçı'nın yeni kitabı 'Paralel Hat' çıktı!

GAZETECİLER.COM -Gazeteci-yazar İlhan Taşcı’nın Türkiye’yi sarsan telefon dinlemeleri ile hükümet-cemaat kapışmasının bilinmeyenlerini anlattığı PARALEL HAT/ Dinlemeler ve AKP-Cemaat Kapışması kitabı Kırmızı Kedi Yayınlarından çıktı.

Kim kimi nasıl dinledi…
Dinlenecek kişiler neye göre belirlendi…
Dinlemeler ses havuzlarında bekletilip “zamanı” geldiğinde nasıl kullanıldı…
FBI tarafından eğitilen tüm “dinlemelerin efendisi” istihbaratçı kimdir… Başbakan Erdoğan ile nasıl bir ilişkisi vardır…
Dinlemelerin merkezi olan TİB’in Başkanı, hangi kritere göre belirlendi. Başbakan nasıl mülakat yaptı… Başkan adaylarından birisi neden elendi…
TİB Başkanı Fethi Şimşek’i isyan ettirip, istifaya kadar götüren olayın perde arkası ve aktörleri kimlerdi…
Dinlemeler konusunda kimlere “Başbakan sizlerden istediğini bulamıyor” mesajı iletildi…

KİTAPTAN İLGİ ÇEKEBİLECEK BÖLÜMLER

DenemeDinleyenler, dinletenler ve dinlenenlerle ilgili gizli kalmış belgeler, olayların perde gerisindeki aktörleriyle birlikte anlatıldığı kitaptan öne çıkan bölümler şöyle:

BAŞBAKAN TİB Başkan adaylarını mülakata soktu!

TİB’in kuruluşunun son aşamasına gelindiği günlerde, dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, Başbakanın talimatı doğrultusunda TİB Başkanlığı için isim arayışına girdi. Dinçer, üç ismi belirledi; Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, İzmir Valisi Mustafa Toprak ve Ankara Savcısı Fethi Şimşek.

Bu isimlerden Fethi Şimşek ile Ömer Dinçer Konyalıydı. Aynı zamanda Ömer Dinçer, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi Fakültesinde asistanken, Şimşek ve Yılmaz da İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydi ve samimi arkadaşlardı.

Başbakan Tayyip Erdoğan belirlenen isimlerle bir araya gelerek görüşme yapacak, ardından da TİB’in ilk Başkanını belirleyecekti. Başbakanlıkta gerçekleştirilecek toplantının sabahın erken saatlerinde yapılması planlandı. Saat 09.00’da Fethi Şimşek ile Şerif Yılmaz Başbakanlıkta hazır bulunurken, Mustafa Toprak, toplantıdan geç haberi olduğu için yetişemedi.

Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in de katılımıyla yapılan toplantıdan sonra Başbakan da iki “aday” arasından tercih yaptı.

Yapılan görüşme sonrası Başbakan, “muteber ve mutemet” adam olarak nitelendirilen Fethi Şimşek’in TİB’in ilk Başkanı olarak atanmasını uygun gördü. Şimşek de o gün Basri Aktepe ile çalışacağını öğrenir.
(...)

DİNLEMELERİN EFENDİSİNİ FBI EĞİTTİ

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın rahatsızlığı nedeniyle tedavi görürken hastanede ziyaret edebilecek kadar yakın ilişkisi olduğu Basri Aktepe, uzun yıllar Emniyet İstihbarat Dairesi bünyesinde çalışan bir isimdi. Emniyet İstihbarat Dairesi’nde görev yaptığı yıllarda “dahi çocuk” ismiyle anılıyordu.

İstihbarat Dairesi Bilgi İşlem Şube Müdürlüğü görevini yürüttü.

Güvenlik kuvvetlerinde çalışanlara daha üst seviye eğitim vermek için aday gösterilen öğrencilerin içinden davetle kursiyer alan ve tüm dünyada 165 ülkenin güvenlik kuvvetlerinden misafir öğrenci kabul eden FBI National Academy’den 1996 yılında mezun olmuştu!

Akademinin asıl hedefi, güvenlik alanındaki kişilerin liderlik düzeyini arttırmaktı.
FBI National Academy’de eğitimini tamamladıktan sonra yeniden Türkiye’ye döndü.

Dinleye dinleye yükseldi

Fethi Şimşek Başkanlığındaki TİB’de Teknik Daire Başkanlığını sürdürürken Aktepe’nin görev yeri yeniden değiştirilir. Yeni görev yeri ise, MİT Elektronik Teknik İstihbarat Daire Başkanlığı’dır!

Ancak Aktepe’nin istihbarat bürokrasisindeki yükselişi bununla da sınırlı kalmaz.
Aktepe, Ekim 2013 tarihine gelindiğinde Aktepe, MİT Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Genel Sekreterliği görevine atanır.

PRİZE SAKLANAN BÖCEK

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katıldığı bir televizyon programında söyledikleriyle bir anda gündem değişiverir:

“Devletin bazı kurumlarında derin devletten kalma kötü alışkanlıklar var. Ben dahil bu dinlemeler bitmemiştir. Derin devlet denen olay boş durmuyor. Evimin altındaki ofisimde dinleme cihazı bulundu…”

Yalnızca evinde değil, çalışma ofisinde de böcek olarak nitelendirilen cihaz bulunmuştu.

Böceği bulan isim de tanıdıktır; Basri Aktepe!

Ali Fuat Yılmazer’in artık kullanmıyoruz dediği böcekler aktif miydi, nereye konulmuş ve nasıl bulunmuştu? Şimdi o soruların yanıtlarını verelim.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile dönemin Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala’nın görüşmesi sırasında, dinlemelere karşı Başbakanlık bünyesindeki arama/tarama ekibinin teknik cihazlarının yeterli olmadığı düşünülür.

Bu nedenle hem makam, hem de konutta başka birimler tarafından bir taramanın yerinde olacağı değerlendirilir.

Durum Başbakana da aktarılır. Tayyip Erdoğan da arama/tarama yapılması ve danışmanlarından Mustafa Varank’ın da bu çalışmayı yapacak ekibe eşlik etmesi için talimat verir.

BAŞBAKAN'IN EVİNDE GİZLENEN BÖCEK

İstihbarat görevlileri, 28 Aralık 2011 tarihinde Keçiören’deki Başbakanın çalışma ofisinde tarama çalışması yapar.

Apartmana girilince soldaki, yani 1 numaralı dairede, MİT ekibinin cihazlarından sinyal alınır. Sinyalin kaynağı bulunmaya çalışılır.

Yan tarafta mutfak gibi bir yerdeki buzdolabının sinyal bozabileceği düşünülerek kapatılır.

Ardından iki numaralı dairedeki mutfak ve bölümlere bakılır. Buralarda da sinyal kaynağı bulunamayınca kütüphane olarak kullanılan Başbakanın da çalışmalarını yaptığı ofisinde/odasında tarama yapılır.

Cihaz çalışma masasına yaklaştırıldığında sinyal artar. Masanın yanındaki çoklu prizin düğmesi açılıp kapatılır. Ancak sinyal kesilmez. Bunun üzerine prizin fişi çekilince sinyal kesilir. Yeniden elektriğe bağlandığında ise sinyal tekrar belirir.

KÖTÜ HABERİ ERDOĞAN'A FİDAN VERDİ

Priz açılır, içeresindeki kaplama kırılır ve dinleme cihazı bulunduğu anlaşılır.
Resmi konutta da cihaz yine prizin içerisinde bulunur. Farkı ise sinyal yaymamasıdır. Yani aktif değildir.

Başbakan Tayyip Erdoğan, ofisinde böcek bulunduğunu “sır küpüm, harcatmam” diyerek her fırsatta sahip çıktığı MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan öğrenir. Fidan, konuyla ilgili gelişmeleri başbakana kısa bir brifing ile aktarır.

“BAŞBAKAN SİZLERDEN İSTEDİĞİNİ BULAMIYOR”

Gölbaşı Cumhuriyet Başsavcılığı, TİB binasında yüksek kapasitede birçok uydu internet çanak anteninin tespit edildiği ve bunların yabancı uydulara dönük olduğunun anlaşıldığı ve bu internet çanak antenden, TİB'in verilerinin yabancı uydular aracılığıyla bilinmeyen bir yere, yabancı uydulara aktarıldığı iddialarını da araştırmaktaydı.

31 Mayıs 2014 sabahı ise Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB) Ankara Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından sabah saatlerinde baskın düzenlendi. (Hürriyet, 1 Haziran 2014)

TİB'i adeta ablukaya alan polis ekipleri, casusluk soruşturması kapsamında serverlara el koyduğunun altı çizilmekteydi.

Anımsanacak olursa TİB’e ilk baskın da bu tarihten tam 5 yıl önce gerçekleştirilmişti! Ne ilginçtir ki, ülkenin dinlemeleri koordine ettiği merkez sürekli olarak yasadışı dinlemelerin odağı olarak baskına uğruyordu.

ŞİMŞEK VE EKİBİ BİRÇOK KEZ İSTİFADAN DÖNDÜ

Bu nokta bir ayraç açmakta yarar var. Bir süredir hükümet ile TİB arasında gerilim yaşanmaktaydı. Kurumda, devletten ve hükümetten hiçbir beklentisi olmayan adam olarak nitelendirilen Fethi Şimşek’in de aralarında bulunduğu kimi yöneticiler istifa noktasına geldiler. Fethi Şimşek yönetimindeki TİB’e dolaylı olarak “Başbakan sizlerden istediğini bulamıyor” mesajları da iletilir. Her seferinde bir ara formülle krizler aşılır. Ancak TİB’e ilk kez başkaca devlet dairelerinden nakilsiz 20 uzman yardımcısının alınacağı dönemde yeni bir kriz patlar.

TİB Başkanı gemileri yakıyor

Hükümet kanadı, 20 uzman yardımcısının mülakatsız, doğrudan alınmasını ister. Fethi Şimşek ise buna karşı çıkarak, mülakatın yapılmasını ve sınavı kazananların alınmasının daha uygun olacağını iletir. Ancak bu görüşü kabul görmeyince Şimşek de HSYK’ye yeniden göreve dönüş dilekçesini verir; TİB Başkanlığından böylece ayrılır.

MUAMMER GÜLER’İN BİLİNMEYEN GEÇMİŞİ

İki göz gecekondudan, milyonlara…

17 Aralık günü yaşananların bilinenleri ve bilinmeyen yönlerini not etmekte yarar var.

Muammer Güler’e göre bu kirli oyun aynı zamanda ailelerine karşı bir operasyondu. Peki Güler ailesi kimdi, geçmiş ticari yaşamları neydi?
Şimdi bir parantez açıp onu irdelemekte yarar var, yaşanan süreci ve “saldırıyı” anlayabilmek açısından.

Trilyonu “üç beş kuruş” sayan ailenin geçmişine Muammer Güler’in babasından başlayarak bakabiliriz.

Muammer Güler ve kardeşlerinin çocukluğu, Ankara Samanpazarı, Salman Sokak’ta iki göz gecekonduda geçer. Sırt sırta iki gecekondudur yaşadıkları yer. Aradaki duvar da sigara kâğıdından hallice. Bir evde öksürülse öbür ev sarsılır. Öyle dip dibe…

Babaları ise yağan yağmurla birlikte sıvası akan gecekondudaki yavruları için çırpınan kendi halinde bir işçidir.

Öyle bir mahalle ki, İran Şahı Rıza Pehlevi ile karısı Farah Diba’nın geleceği haberi duyulur da, bu sayede toz topraklı sokak asfalt yüzü görür. Hoş o da ilk yağmurda akar gider…

İşçi bir babanın çocuğu olan Muammer Güler’in 1973 yılında kaymakam adayı olarak başlayan memuriyet hayatı da AKP’den milletvekili seçilinceye kadar sürer. Bir bürokratın ne kadar birikimi olabilirse Güler’in de birikimi o kadar olması beklenir.

Hemen hemen her gün Barış Güler ile telefonla görüşen Muammer Güler’in yakın çevresine oğluyla ilgili tek yakınması “gösterişe” olan düşkünlüğüdür. Lüks arabalardan hoşlanması, evinde tanınmış simaları ağırlamasıdır, babasını böyle düşündürten.

17 Aralık operasyonuna kadar pek çok kimsenin adını bile duymadığı Barış Güler’i kamuoyu gözaltına alındığı gün sağlık kontrolüne götürülerken güneş gözlüklü ve kirli sakallı haliyle tanıdı.

Evinde 7 çelik kasa olduğu bilgisi ve para sayma makinesinin görüntüleriyle daha da merak edilir oldu. Barış Güler’e yönelik operasyonun ve gözaltının nerede yapıldığı da hiç açığa çıkmadı.

Operasyon yapılıncaya kadar Barış Güler, Gökkafes’te oturan bir isim!

İstanbul’un orta yerinden umulmadık biçimde fırlayan görüntüsüyle halen tartışılan Gökkafes’in kent mimarisini nasıl hançerlediğini bir yana bırakırsak, bir özelliği de Boğazı en iyi açıdan görebilen gökdelen olmasıdır.

KİRASI 20 BİN AVRO

Elbette Gökkafes’te Boğaz’a uyanmanın ve onunla kucaklaşmanın bir bedeli var. En düşük kira 20 bin avro!

Yani aylık 59 bin 824, yıllık ise 717 bin 888 lira!
Şirketi zarar ettiği için kapatan, babasının deyimiyle pintiliği nedeniyle oradaki kasaları eve taşıyan ve resmi kayıtlarda geliri olmayan Barış Güler’in en ucuz kiranın 717 bin 888 lira olduğu bir yerde nasıl yaşadığı ve kirayı nasıl ödediği sorusu da yanıtsız.

Barış Güler’in şahsi vergi mükellefiyeti bulunmuyor. Zaten beyan ettiği bir kazancı da yok. Şirketinin de yok ki zarar ettiği için kapatmak zorunda kaldığını da babası söyledi.

Yatak odasında bulunduğu belirtilen para makinesini iddia edildiği gibi polislerin koyduğunu kabul etsek bile, anlaşılan o ki, babasının deyimiyle “pinti” Barış Güler, Boğaz’a karşı paraları elle saymıştı!

CHP LİDERİ KEMAL KILIÇDAROĞLUNU YASADIŞI DİNLEYENLER KİMİ SUÇLADI!?

2009 yılında Ergenekon davasının ek klasörlerinin incelenmesi sırasında anlaşıldı ki, dosyanın sanıklarından Cumhuriyet gazetesinin o dönemki Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay’a yönelik teknik takipler kapsamında büronun santral telefonları da dinlenmişti. Böylelikle bir suç iddiasıyla bir gazete bürosunun tüm santral trafiğinin dinlendiği ortaya çıktı.

Daha da vahimi tam da bu noktadan sonra başladı.

Haklarında herhangi bir dinleme kararı bulunmayan iki çalışanın daha kulak misafiri vardı; bu kitabın yazarı olan bendeniz ile o dönem RTÜK üyesi olan Şaban Sevinç ile konuşan muhabir Fırat Kozok!

Yalnızca dinlemekle kalmayıp, görüşmeler kayıt altına alınmış; o da yetmemiş ve Ergenekon dosyasının ek klasörlerine dinlemelerin dökümü konulmuştu.
Olayın basın ve ifade özgürlüğünün yok sayılması kısmını not edip konunun ana muhalefet partisinin lideri ile ilgili noktasına geçebiliriz.

Ama ondan önce o tarihlerdeki tabloyu özetleyelim. 2009 yerel seçimleri için geri sayım başlamıştı. CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı ise Kemal Kılıçdaroğlu idi.

Ben de hem Melih Gökçek yönetimindeki Ankara Büyükşehir Belediyesi’ndeki, hem de Kadir Topbaş’ın yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki yolsuzluk, usulsüzlük iddialarını Sayıştay raporlarından yararlanarak, Cumhuriyet gazetesinde dizi haber olarak yazmaktaydım. Tam da o günlerde, İstanbul’da seçim çalışmalarını sürdüren Kemal Kılıçdaroğlu ile aramızda özetle şu görüşme geçmişti:

İlhan T: Merhaba efendim,
Kemal K: Merhaba, nasılsınız?
İlhan T: Teşekkür ediyorum, kusura bakmayın, bu yoğunluğunuzda rahatsız ettik.
Kemal K: Yok estağfurullah, estağfurullah…
İlhan T: Öncelikle
Kemal K: Bombaları patlatıyorsunuz
(...)

Benim hakkımda herhangi bir dinleme kararı yoktu. Kemal Kılıçdaroğlu hakkında da olamazdı, zira dokunulmazlığı vardı. Ancak birileri konuşmamıza kulak kabartıyor, dahası bunu kaydedip, dosyada deşifre ediyordu. Ancak ilginç bir noktası vardı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği “Bombaları patlatıyorsunuz” ifadesi bold yapılmış ve yazının puntosu büyütülmüştü.

Bunun nedeni aslında çok basitti, bir algı oluşturmak. Sanki bombalar patlatılıyor, Kılıçdaroğlu da beni kutluyordu. Komik bile değil gülünçtü.

Gazetecilikte çok iyi atlatma haber için “bombayı patlatmışsın” deyimi kullanılırdı. Kılıçdaroğlu da Sayıştay raporlarıyla belediyedeki usulsüzleri yazdığım haberler nedeniyle kutluyordu. Olayın özü buydu. Gazetecilik fakültelerindeki ilk sınıf öğrencisi bile bomba patlatma deyimini bilirdi.

Ama birileri bunu bilmezden gelmeyi tercih etmişti.

Son bir notla bu bölümü tamamlayalım.

Ş….ler koymuşlar
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Türkiye Adalet Akademisi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Kararları Işığında Koruma Tedbirleri ve İfade Özgürlüğü konulu sempozyum düzenledi.
12 Mart 2012 tarihinde Rixos Otel'de başlayan sempozyumda verilen arada bu dinlemeyi yaptıran ve haklarında tazminat davası açtığım savcılardan birisi ile karşılaştık. Yanına giderek, kendimi tanıttım.

İlk sorusu haklarında açtığım tazminat davasının ne aşamada olduğuydu. Ben de kendisine gülerek, “bağımsız yargıda sürüyor” dedim. Hukukçu kimliğini geçmişten bildiğimden “Siz böylesi hukuksuz bir dinlemeyi nasıl yaptınız, hadi yaptınız dosyaya neden koydunuz?” sorusunu yönelttiğimde hiç duraksamadan:

“Ş…z polisler koymuş, bizim de gözümüzden kaçmış” yanıtını vermesi şaşırtmıştı.
Hukuk dışı dinleme yaptıkları ve bunu deşifre ettikleri için savcılar aleyhine açtığımız tazminat davasını ise “bağımsız yargı” reddetti. Gerekçesini ise şöyle yazdılar:

“Davacı, davalıların kişisel kusurlarına dayanarak istemde bulunmuşsa da davalıların görevi gereği yapmış oldukları soruşturma nedeniyle delil niteliğini taşıyabileceğini düşündükleri telefon görüşmesini tutanak haline getirdikleri, telefon görüşmesini mahkeme kararına dayandığı davalıların hukuka aykırı bir işlem ve eylemlerinin bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir.”

DİNLEME CİHAZLARININ ENVANTERİ BİLİNMİYOR

Türkiye’de dinleme yapan birimlerde ne tür cihazlar var? Kaç mobil cihaz, hangi birim tarafından kullanılıyor? Bu soruların yanıtını hemen verelim:
Dinleme cihazlarının envanteri bilinmiyor!
Bilinen tek şey, 2011 yılından beri 11 dinleme aracının kayıp olduğu!
Onun dışında MİT, emniyet ve Jandarmada kaç dinleme cihazı var, bunlardan kaçı hareketli ve kimler tarafından kullanılıyor; bunlar da bilinmiyor.
(...)

Türkiye’de 222 milyar dakika konuşuldu

2013 yılına kadar dünyada telefonda en çok konuşulan ülke Fransa idi. Türkiye ise ikinci, üçüncü sırada yer değiştirmekteydi.
2014 yılına gelindiğinde Türkiye liderliği yakaladı. 2014 yılı içerisinde Türkiye’de, cep telefonlarından 202 milyar dakika, sabit hatlardan ise 20 milyar dakika olmak üzere toplam 222 milyar dakika konuşuldu.

YILDA YARIM MİLYON KİŞİ

Telefonun Türkiye’de tüm yaşam alanlarında yaygınlaşmaya başladığı 1910 yılıyla birlikte dinlemelerin de başladığını kabul edersek, yaklaşık yüz yıldır “dinleniyoruz!”

Rakamları birazcık incelediğimizde, gelinen noktayı anlamamız daha da kolaylaşıyor.

Resmi kayıtlara göre, AKP hükümetinin kurulduğu 2002 yılında, 7 bin 80 cep (GSM) telefonu, 7 bin 794 sabit telefon dinlemeye alınır. Bir sonraki yıl ise dinlenen cep telefonu sayısı ciddi oranda artarak 9 bin 926’ya ulaşır. Aynı dönem içerisinde dinlenen sabit telefon sayısı ise bir önceki yıla göre düşerken, dinlenen abonman sayısı 6 bin 92 olarak kayıtlara geçer.

Her geçen gün sabit telefon yerine cep telefonu kullanımının yaygınlaşmasına koşut olarak dinleme de bu yöne kayar.

2004 yılında, dinlenen sabit telefon sayısı 3 bin 310 iken, cep telefonu sayısı 19 bin 628’e yükselir. Yalnızca üç yıl içerisinde, yasal olarak dinlenen toplam telefon sayısı 53 bin 830.

Dinlenenlerin sayısı her geçen gün katlanarak artıyor, tartışmalar da hız kesmiyordu.

Türkiye'de, 2007 yılında adli dinleme sayısı 63 bin 576 iken, bu sayının, 2008 yılında 90 bin 163'e, 2009 yılında ise 142 bin 135'e ulaştığı, buna göre dinleme sayısının her yıl yüzde 50 oranında arttığı gözleniyordu. Bu yıllarda dinlemeleri önemsemeyen hükümet de artık kendisi başta olmak üzere herkesin dinlendiğine ikna olmuştu.

Nasıl olmayacaktı ki, dinleme rakamları ortadaydı. Onları biraz daha irdeleyelim.
2009 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hakim kararı olmaksızın dinlendiğini söyleyen Fethi Şimşek’in yıllarca yönettiği Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile Başbakanlık Teftiş Kurulu, hükümet-cemaat çatışmasının su yüzüne çıktığı 2014 yılı dinlemelerine ilişkin bir inceleme yaptı.

İnceleme sonrasında hazırlanan ilk rapora göre 2011, 2012, 2013 yılları ile 2014'ün ilk iki ayında toplam 670 bin 853 kişinin dinlendiği anlaşıldı.
Buna göre, 2012'de 257 bin 454 kişi, 2013'te ise 252 bin 62 kişinin dinlendiği, böylece sadece son iki yılda 509 bin 516 kişiye devletin kulak verdiği ortaya çıktı.
23 Temmuz 2006’da hizmete giren Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, 2010’da 75 bin 538 kişinin telefonlarının dinlendiğini resmen açıklamıştı. 2011 ve 2012’de telefonları dinlenenlerin sayısı, 2010 rakamlarına göre 3 kat artarken, mahkemelerden alınan dinleme kararlarının da 6 kat arttığı belirlendi. Bu rakamlara göre, 2012 yılında 252 kişiden biri, 2013’te de 277 kişiden biri “şüpheli” sıfatıyla dinlemeye alınmıştı.

AKP’nin ilk iktidarı dönemindeki dinlenenlerin sayısının yaklaşık 15 bin olduğu göz önüne alınırsa, yaklaşık 400 kat artan dinleme artışının altını çizip bir soru yöneltelim:

“Dinlemelerin bu kadar artmasına neden olabilecek Türkiye’de hangi olay gelişti ya da yaşandı?”

Bu arada uygulanan dinleme kararlarında, tekrar dinlemeler de hesaplamaya katıldığında 2011'den 2014’ün ilk yarısına kadar toplam 1 milyon 483 bin 579 dinleme gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Bu dinlemeler için 2011'den 2014’e kadar mahkemelerden 261 bin 680 dinleme kararı çıkarıldı.
Yıllara göre çıkarılan mahkeme karar sayısı 2011'de 35 bin 466, 2012'de 102 bin 646, 2013'te 115 bin 217 ve 2014'ün ilk iki ayında 8 bin 351 olmak üzere toplamda 261 bin 680 olarak şekillendi.

Açıklanan verilere göre dinlemelerde liderlik emniyetteydi. Üç yılda yapılan 1 milyon 483 bin 579 dinlemeden 1 milyon 359 bin 645'i emniyete aitti. Emniyette liderlik ise 3 yılda 831 bin 463 dinleme yapan İstihbarat Daire Başkanlığı'ndaydı.
TİB’in raporuna bakılırsa, dinleme işlemlerinin tümünün mahkeme kararıyla yapılıp yapılmadığını tespite yarayan dijital kayıtlar silindiği için tam tespit yapılamadı.
Ancak sistemde mahkeme kararı olmadan da dinlemelerin yapıldığı yönünde bazı bulgulara ulaşıldı.

ÇOK OKUNANLAR