İlahi Ahmet Hakan, sen çok yaşa e mi!..
Ahmet hüküm vermişse doğrudur... Endülüs'te Raks'ın hangi notadan başlayıp hangi notaya çıktığından Ahmet'e ne?.
ADNAN BERK OKAN
"Bazı arkadaşlarımız olmasa, yazmasalar acaba ne yapardım?.. Ne bulur da ne yazardım?.. Google'da arama yapmayı bile beceremiyorum" diye hep düşünür dururum...
O arkadaşlarımızın en birincisi Engin Ardıç, en ikincisi Emre Aköz ise; en üçünüsü Fatih Altaylı, en dördüncü olmasa bile "ilk beşin" içinde mutlaka Ahmet Hakan vardır...
Bilgilenme ihtiyacım depreştiğinde hemen bu dört arkadaşımın arşivine girip bakarım...
Meselâ, "medya tarihinin en sunturlu küfürü" ise marek ettiğim, gideceğim arşiv sahibi belli: Engin Ardıç...
O ne kültür be arkadaş!..
Kütür kütür...
Küfür küfür...
Mincarlar koftiden değil hani...
Bildiğiniz balık sırtı...
Yine meselâââ...
Liberal Felsefe konusunda takıldığım bir nokta mı var?..
Yürrrüüü Emre Aköz'e...
O ne birikim be arkadaş öyle!..
Hani Emre'yi okumadan "Liberal Demokratlar" diye ahkâm kesmek, Liberal Demokrasi kültürüne hakarettir...
Müthiş...
Meselâ bendeniz Liberal Kültürün en somut ilkelerinden birinin; alkolden nefret eden bir başbakanın da bulunduğu bir mekânda isli viski içmek olduğunu Emre'den öğrendim...
O gündür bugündür Başbakan'ın değilse de alkolden nefret eden bir başka devlet büyüğünün yanında isli viski içerek "Liberal Demokrat" olduğumu kanıtlamak istedim ama nafile...
Ya Devlet büyükleri beni sevmiyorlar, ya da ben onlara yakın durmayı beceremiyorum...
Şu an ders alıyorum...
"Devlet Büyükleriyle hemhal olmanın yolları" isimli bir kitap buldum (yok canım; yazarı Emre değil Şamil)...
İnşallah en kısa zamanda okuyup bilgileneceğim...
Kime geldim?.
Hah tamam...
Fatih'te kalmıştım...
Eğer medya dünyasında neyin ilk defa ve nasıl yapıldığını öğrenmek ihtiyacım doğmuşsa, önce Hürriyet'e giriyorum, sonra HaberTürk'e...
Çünkü...
Malûmunuz...
Fatih on dört yıl Hürriyet'te yazdıktan sonra geçti SABAH'a...
Orada üç kişiyi dövüp, dört kişinin de kolunu bacağını kırdıktan sonra ayrıldı Gazete HT'yi kurdu...
Tek başına harikalar yaratıyor...
Ve yine malûmunuz...
Fatih, medyamızın "Seyyar Tayyar"ıdır...
"İcatlık" adına aklınıza ne gelirse hepsinin mucidi Fatih'tir...
İsminden olsa gerek...
Hatırlayacaksınız...
İstanbul'u da ilk defa Fatih aldı...
Güzel ve fakat yalnız ülkemize Avrupa Kupası'nı ilk kim getirdi?..
Fatih tabii...
Ve geleyim Ahmet Hakan'a...
Ahmet Hakan Türk medyasının "Hüküm Kralı"dır...
Onun verdiği "hükümler" muhteşem kesinlikte ve derinliktedir...
Yani "O ne derse o"dur..
Hatta bir yazısında "en nefret ettiği şeylerden" birinin "bağırarak şarkı söyleyenler" olduğunu yazmıştı da çok sevinmiştim...
Çünkü beni büyük bir yanılgıdan kurtarmıştı...
Çünkü bütün müzik bilgim alt üst olmuştu...
Öyle ya...
Endülüs'te Raks'ı terennüm eden ve dinlemeye bir türlü doyamadığım Nesrin Sipahi nasıl da bağırıyordu öyle...
Ya Münir Nurettin'in Kalamış'ı söyleyişi...
Veya Rindlerin Akşamı'nı...
O ne bağırıştı öyle!..
Tabii, tabiii...
Aklımda...
Deli danalar gibi çığlık çığlığa şarkı söyleyen Tom Jones'i veya toprağı bol olsun Pavarotti'yi unutabilir miyim?..
Oysa "I'm never gonna fall in love"ı Baha gibi hiç bağırmadan "yumuşacık" söylese ne güzel olur hani...
Ya da Nesrin Sipahi Endülüs'te Raks'ı rahmetli Suat Sayın gibi söyleseydi fena mı olurdu?..
Hooppp hoooppp!..
Lütfen "itibarsızlaştırma" girişimi yapmayın...
Neymiş?...
Ahmet "çok bağıranlar" derken "oktavlı şarkı söyleyenleri" kastedermiş de oysa.........
Tamam kardeşim, dinlemek istemiyorum sizi...
Ahmet hüküm vermişse doğrudur...
Endülüs'te Raks'ın hangi notadan başlayıp hangi notaya çıktığından Ahmet'e ne?..
Siz bana söyleyin: Nesrin Sipahi bağırıyor mu? Bağırmıyor mu?.
Eeeee...
Daha ne itiraz ediyorsunuz?..
Siz Ahmet Hakan'dan daha mı iyi bileceksiniz?..
Öyle olsa sizin oturduğunuz taburede O, onun oturduğu HÜRRİYET ve CNNTÜRK koltuklarında siz oturuyor olurdunuz...
Oturun oturduğunuz taburede de TSM ile idare edin gari...
Demek istemem şu:
İyi ki Ahmet var...
Meselâ 10.Nisan.2011 tarihli HÜRRİYET'teki köşesinde "Bazı Yalanlar" başlığını taşıyan "Hüküm" bölümünün dördüncü ve beşinci maddelerinde kendimi gördüm...
Aha işte bakın...
4.) Yeteneksizliği, tembelliği ve istikrarsızlığı nedeniyle hiçbir işte dikiş tutturamayan birinin, bu durumu ilkeli oluşuna ya da önünün kesilmesi için gösterilen çabalara bağlaması.
5.) Kimsenin okumadığı bir yazarın "Çok satan kitaplar yazmak için formül var, o formülü uygulasam Elif Şafak olurdum ama ben onun gibi olmayı tercih etmiyorum" demesi..
Olur ama bu kadar olur...
Aynen ben yaaa...
Biliyor musunuz?..
Örneğin, meselâ ben de 4. maddedeki yalana sarılmaya bayılırım...
60 yaşımı geçtim, hiçbir baltaya sap olamadım...
Hoş, burada kendimi " yaşadığım evde balta vardı da ben mi olmadım?" diye de savunabilirim ama o zaman "dikişini göster dikişini" derse Ahmet ben ne cevap veriririm?..
Hangi dikişimi göstereceğim ki?..
Baypaslı kalbim için atılan göğüs dikişlerimi mi?..
Önümün kesilmesi konusunda yemin etsem başım ağrımaz gerçi ama...
Üzerinden elli yıldan fazla geçti...
Bugün kimi, nasıl inandırabilirim ki "vallahi billahi önümü kestiler" diye yırtınsam da...
Ya beşinci madde...
Tam benlik...
Gerçi ben henüz "çok satan kitap yazma formülünü" bulamadım ama "elimden tutsalar 1 milyon kırk bin Orhan Pamuk yaparım" yalanını sık sık söylerim...
Tam 15 kitabım yayımlandı bugüne kadar ama hiçbirinde dikiş tutturamadım...
Tabii tabiii.
Meselâ Ertuğrul (Özkök) yayımlanan 15 kitabımı masasının üstüne yığdı ama Yılmaz Özdil'e geçtiği kıyağın onda birini geçmedi bana...
Tek kelimeyle bile övmedi kitapçağızlarımı...
Alacağı olsun (bu yalan nasıldı?)...
Son söz:
Büyük adam/yazar olmak için Büyük adam/yazar olmak hamuruyla yoğurulmak şarttır...
Hamurun yoğuruluş biçimi değil, kimin tarafından yoğurulduğu önemlidir...
Meselâ; Anacığım benim hamurumu salaklıkla yoğurduğu için bir baltaya sap olamadım...
Bir türlü dikiş tutturamadım...
Küçük, faidesiz, tembel, istikrarsız yazarınızı tanıyın istedim de...
[email protected]
"Bazı arkadaşlarımız olmasa, yazmasalar acaba ne yapardım?.. Ne bulur da ne yazardım?.. Google'da arama yapmayı bile beceremiyorum" diye hep düşünür dururum...
O arkadaşlarımızın en birincisi Engin Ardıç, en ikincisi Emre Aköz ise; en üçünüsü Fatih Altaylı, en dördüncü olmasa bile "ilk beşin" içinde mutlaka Ahmet Hakan vardır...
Bilgilenme ihtiyacım depreştiğinde hemen bu dört arkadaşımın arşivine girip bakarım...
Meselâ, "medya tarihinin en sunturlu küfürü" ise marek ettiğim, gideceğim arşiv sahibi belli: Engin Ardıç...
O ne kültür be arkadaş!..
Kütür kütür...
Küfür küfür...
Mincarlar koftiden değil hani...
Bildiğiniz balık sırtı...
Yine meselâââ...
Liberal Felsefe konusunda takıldığım bir nokta mı var?..
Yürrrüüü Emre Aköz'e...
O ne birikim be arkadaş öyle!..
Hani Emre'yi okumadan "Liberal Demokratlar" diye ahkâm kesmek, Liberal Demokrasi kültürüne hakarettir...
Müthiş...
Meselâ bendeniz Liberal Kültürün en somut ilkelerinden birinin; alkolden nefret eden bir başbakanın da bulunduğu bir mekânda isli viski içmek olduğunu Emre'den öğrendim...
O gündür bugündür Başbakan'ın değilse de alkolden nefret eden bir başka devlet büyüğünün yanında isli viski içerek "Liberal Demokrat" olduğumu kanıtlamak istedim ama nafile...
Ya Devlet büyükleri beni sevmiyorlar, ya da ben onlara yakın durmayı beceremiyorum...
Şu an ders alıyorum...
"Devlet Büyükleriyle hemhal olmanın yolları" isimli bir kitap buldum (yok canım; yazarı Emre değil Şamil)...
İnşallah en kısa zamanda okuyup bilgileneceğim...
Kime geldim?.
Hah tamam...
Fatih'te kalmıştım...
Eğer medya dünyasında neyin ilk defa ve nasıl yapıldığını öğrenmek ihtiyacım doğmuşsa, önce Hürriyet'e giriyorum, sonra HaberTürk'e...
Çünkü...
Malûmunuz...
Fatih on dört yıl Hürriyet'te yazdıktan sonra geçti SABAH'a...
Orada üç kişiyi dövüp, dört kişinin de kolunu bacağını kırdıktan sonra ayrıldı Gazete HT'yi kurdu...
Tek başına harikalar yaratıyor...
Ve yine malûmunuz...
Fatih, medyamızın "Seyyar Tayyar"ıdır...
"İcatlık" adına aklınıza ne gelirse hepsinin mucidi Fatih'tir...
İsminden olsa gerek...
Hatırlayacaksınız...
İstanbul'u da ilk defa Fatih aldı...
Güzel ve fakat yalnız ülkemize Avrupa Kupası'nı ilk kim getirdi?..
Fatih tabii...
Ve geleyim Ahmet Hakan'a...
Ahmet Hakan Türk medyasının "Hüküm Kralı"dır...
Onun verdiği "hükümler" muhteşem kesinlikte ve derinliktedir...
Yani "O ne derse o"dur..
Hatta bir yazısında "en nefret ettiği şeylerden" birinin "bağırarak şarkı söyleyenler" olduğunu yazmıştı da çok sevinmiştim...
Çünkü beni büyük bir yanılgıdan kurtarmıştı...
Çünkü bütün müzik bilgim alt üst olmuştu...
Öyle ya...
Endülüs'te Raks'ı terennüm eden ve dinlemeye bir türlü doyamadığım Nesrin Sipahi nasıl da bağırıyordu öyle...
Ya Münir Nurettin'in Kalamış'ı söyleyişi...
Veya Rindlerin Akşamı'nı...
O ne bağırıştı öyle!..
Tabii, tabiii...
Aklımda...
Deli danalar gibi çığlık çığlığa şarkı söyleyen Tom Jones'i veya toprağı bol olsun Pavarotti'yi unutabilir miyim?..
Oysa "I'm never gonna fall in love"ı Baha gibi hiç bağırmadan "yumuşacık" söylese ne güzel olur hani...
Ya da Nesrin Sipahi Endülüs'te Raks'ı rahmetli Suat Sayın gibi söyleseydi fena mı olurdu?..
Hooppp hoooppp!..
Lütfen "itibarsızlaştırma" girişimi yapmayın...
Neymiş?...
Ahmet "çok bağıranlar" derken "oktavlı şarkı söyleyenleri" kastedermiş de oysa.........
Tamam kardeşim, dinlemek istemiyorum sizi...
Ahmet hüküm vermişse doğrudur...
Endülüs'te Raks'ın hangi notadan başlayıp hangi notaya çıktığından Ahmet'e ne?..
Siz bana söyleyin: Nesrin Sipahi bağırıyor mu? Bağırmıyor mu?.
Eeeee...
Daha ne itiraz ediyorsunuz?..
Siz Ahmet Hakan'dan daha mı iyi bileceksiniz?..
Öyle olsa sizin oturduğunuz taburede O, onun oturduğu HÜRRİYET ve CNNTÜRK koltuklarında siz oturuyor olurdunuz...
Oturun oturduğunuz taburede de TSM ile idare edin gari...
Demek istemem şu:
İyi ki Ahmet var...
Meselâ 10.Nisan.2011 tarihli HÜRRİYET'teki köşesinde "Bazı Yalanlar" başlığını taşıyan "Hüküm" bölümünün dördüncü ve beşinci maddelerinde kendimi gördüm...
Aha işte bakın...
4.) Yeteneksizliği, tembelliği ve istikrarsızlığı nedeniyle hiçbir işte dikiş tutturamayan birinin, bu durumu ilkeli oluşuna ya da önünün kesilmesi için gösterilen çabalara bağlaması.
5.) Kimsenin okumadığı bir yazarın "Çok satan kitaplar yazmak için formül var, o formülü uygulasam Elif Şafak olurdum ama ben onun gibi olmayı tercih etmiyorum" demesi..
Olur ama bu kadar olur...
Aynen ben yaaa...
Biliyor musunuz?..
Örneğin, meselâ ben de 4. maddedeki yalana sarılmaya bayılırım...
60 yaşımı geçtim, hiçbir baltaya sap olamadım...
Hoş, burada kendimi " yaşadığım evde balta vardı da ben mi olmadım?" diye de savunabilirim ama o zaman "dikişini göster dikişini" derse Ahmet ben ne cevap veriririm?..
Hangi dikişimi göstereceğim ki?..
Baypaslı kalbim için atılan göğüs dikişlerimi mi?..
Önümün kesilmesi konusunda yemin etsem başım ağrımaz gerçi ama...
Üzerinden elli yıldan fazla geçti...
Bugün kimi, nasıl inandırabilirim ki "vallahi billahi önümü kestiler" diye yırtınsam da...
Ya beşinci madde...
Tam benlik...
Gerçi ben henüz "çok satan kitap yazma formülünü" bulamadım ama "elimden tutsalar 1 milyon kırk bin Orhan Pamuk yaparım" yalanını sık sık söylerim...
Tam 15 kitabım yayımlandı bugüne kadar ama hiçbirinde dikiş tutturamadım...
Tabii tabiii.
Meselâ Ertuğrul (Özkök) yayımlanan 15 kitabımı masasının üstüne yığdı ama Yılmaz Özdil'e geçtiği kıyağın onda birini geçmedi bana...
Tek kelimeyle bile övmedi kitapçağızlarımı...
Alacağı olsun (bu yalan nasıldı?)...
Son söz:
Büyük adam/yazar olmak için Büyük adam/yazar olmak hamuruyla yoğurulmak şarttır...
Hamurun yoğuruluş biçimi değil, kimin tarafından yoğurulduğu önemlidir...
Meselâ; Anacığım benim hamurumu salaklıkla yoğurduğu için bir baltaya sap olamadım...
Bir türlü dikiş tutturamadım...
Küçük, faidesiz, tembel, istikrarsız yazarınızı tanıyın istedim de...
[email protected]