İdris Akyüz: 'Bazı yazarlar köşelerinde mastürbasyon yapıyor!'
Sayım Çınar yılların gazetecisi İdris Akyüz ile konuştu. Ortaya ses getirecek, eleştiri dozu yüksek, ateşli bir söyleşi çıktı.
SAYIM ÇINAR
Sayım Çınar yılların gazetecisi İdris Akyüz ile konuştu. Ortaya ses getirecek, eleştiri dozu yüksek, ateşli bir söyleşi çıktı. Akyüz’ün medyaya, yeni Türkiye’ye dair görüşleri çok konuşulacağa, yeni bir enerjiyle hız verdiği Yurt TV çok izleneceğe benziyor.
Yurt TV’nin yayın yönetmenliğini üstlendiniz. Yurt gazetesinde yazmaya devam ediyorsunuz. Bu süreci konuşalım, nasıl bu kararı verdiniz?
Sokak TV daha önce Umut TV’ydi. Daha sonraki süreçte Durdu Özpolat, hem gazetenin sahibi daha bir geniş platformda medya grubu olabilir miyizin peşine düştü, televizyon, gazete, dergi ve dijital dünyada bir platform yarattık. Son yıllardaki süreçte işinden olmuş ama gerçek anlamda basın özgürlüğünü savunan, hışma uğramış birçok arkadaşın bir arada kendi sözlerini ve seslerini duyurmak adına farklı bir yapılanma olsun istedik. Patron da hayata geçirdi. Daha önce pasif bir yayını vardı. Tuncay Mollaveisoğlu, Ayşenur Arslan, Özlem Gürses, Haluk Şahin gibi isimler geldiler, bu işi ayağa kaldırmak için. Değişik anlaşmazlıklar oldu ve görevi bıraktılar devamında. Bu kanal için Sokak çok doğru bir isimdi. Gezi olaylarında sonra ezber bozan bir isim oldu. Ben de o dönemde Konuşmak Lazım adlı bir program yaptım. Bu televizyon için çok büyük yatırımlar yapıldı. Bir televizyonun ihtiyacı her şey var.
Yurt TV başlıyor böylece, neler olacak önümüzdeki dönemde, neler bekliyor seyirciyi?
Ciddi bir görev ve yatırım. Üstesinden gelmek için şöyle düşündük. Uzun yıllar gazeteye benim ve dostların verdiği emekle taşın altına elimizi koyalım. Sıradanlığı aşalım. Yurt logusu duruyor, onu besleyecek bir medya grubu oluşsun. Görsel ve yazılı bir bütünlük olsun diye düşündük. Sokak adını da Yurt olarak değiştirmenin daha iyi olacağını düşündük. Sokak çok önemsediğim, içselleştiğim bir isim.
Konsept değişecek mi?
Olaylara at gözlüğüyle bakmayan, kişilere ve olaylara objektif yer veren, nitelikli, aykırı olabilecek, statükonun üstüne çıkan programlar yapılacak. Cumhuriyetin kazanımlarını önemseyen, özgür, demokrat, herkese açık bir kamu vicdanıyla yayın politikası oluşturmaya çalışıyoruz. Haber ve tartışma programları, kültür sanat programları yapmak istiyoruz. İçerisini doldurmak zorundayız, şarkı türküyle olacak şey değil.
“Haluk Şahin, Yaşar Nuri Öztürk, Hüsnü Mahalli, Erol Mütercimler, Cüneyt Ülsever, Tayfun Talipoğlu bizimle…”
İnsanların öncelikleri çok farklı, kitap ilk ona bile girmiyor. Bir on yıl sonra değişeceğini düşünüyor musunuz bu durumun?
En azından düşünmek istiyorum. Kişi başına kaç kitap düştüğünü biliyorum. Okuma oranımızı biliyorum. Gazetelere bakıyoruz 4,5 milyonu geçmiyor satış. Bakma alışkanlığından en azından yola çıkarak okumaya yönlendirmek istiyoruz. Müziği de operayı da baleyi de çocuk tiyatrosunu da koyacağız kanalımıza. Devlet tiyatrosundan arkadaşlar katkıda bulunuyorlar. Haluk Şahin, Yaşar Nuri Öztürk, Hüsnü Mahalli, Erol Mütercimler, Cüneyt Ülsever, Tayfun Talipoğlu bizimle…
Gazetenin politikası televizyonu da yönlendirecek mi?
İkisinin politikası farklı. Hem görsel hem yazılı olarak ikiye ayırmak gerekiyor, bakış açıları farklı. Burası daha özgür mecradır. Gazete bir sonraki güne sarkar. Kimseyi töhmet altında bırakmak, savunmasız bırakmak yok anlayışımızda ama kırmızı çizgilerimiz var. Cumhuriyet kazanımları önceliğimiz. Bizim siyaseten bir kavgamız var.
Yurt markasının önemli bir marka değeri var.
Merdan Yanardağ kurucu yayın yönetmeniydi. Bir marka değeri oluştu gazete olarak. Hakkını vermemiz gerekiyor. Televizyona da taşımalıyız. D-smart 140. kanal, internet ortamında yayın yapıyoruz. Önümüzdeki süreçte Digiturk’te de, Teledünya’da da olmak istiyoruz. Tabii eğer onlar bize izin verirlerse. Digiturk TMSF kapsamında olduğu için, buraya birebir devleti yöneten siyasi kadroların tasarrufu vardı ve bize izin vermediler. Muhalif bir kanal olduğumuz için. Benim muhalefetim marjinal uçlarda dolaşan, at gözlüğüyle yapılan bir muhalefet değil. Kimseyi dışlamayan bir muhalefet. Ötekileştirmeyen bir muhalefet.
“PROFESYONEL APTAL GİBİ DAVRANDIK”
Cumhuriyet’te, Radikal’de bulundunuz. Posta’da uzun yıllar kaldınız, Sky’da vardınız.
Biraz galiba profesyonel aptal gibi davrandık. Bu meslekte çizgiyi korumak çok zor iştir. Ödün vermemek çok zor iştir. Kimi kaygılarla ya teslim olursunuz, bizim gibi teslim alınmayanlara nesli tükenmiş derler.
Sizinle aynı dönemde başlayanlar şu an farklı bir yerde, siz farklı bir yerdeniz.
Bizim imece usulü çalışmamız, birbirimizi ayakta tutmaya çalışmamızı onlar göstermemiş olabilir, boyun eğmiş olabilirler, kimseye haksızlık yapmak istemem.
DEVLETLE İŞİ OLMAYAN BİR TEK MEDYA KURULUŞU YOK
Son on yılda durum ortada medyada. Eleştiri alıyor medya. Neden bu durumda?
Çünkü medya sektörel olarak kendi doğal mecrasından koptu. Gazete patronları meslekten gelen insanlardı. Babadan oğla geliyordu. 80 sürecinde bu değişti. Patronaj değişti. Büyük sanayiciler neden medyada? Çünkü baskı aracı olarak inanılmaz bir enstrümandır televizyon gazete. Eskiden böyle değildi. Mutlaka eskiden medya siyaset ilişkisi vardı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da vardı, 30’larda da, 40’larda da, 60’larda da ama bugünkü kadar teslimiyetçi bir anlayış yoktu. O dönemde muhalif basına yapılanlarla şu yapılanları değerlendirirsek geçmişteki gazeteciliği arar haldeyiz. İktidara biat etmiş durumdalar. Devletle işi olmayan bir tane medya kuruluşu yok. Bunların siyasi otoriteyle iyi geçinme zorunluluğu doğuyor. Memurları gönderiyor, canını çıkarıyor mahalle baskısı yapıyor, gözdağı veriyor. Hatasını yakaladığı anda bir korku imparatorluğu yaratıyor. Devamında teslim geliyor. Asla teslim olmayacak gazeteciler bir şekilde hayatını sürdürmek zorunda.
Japon toplumu nüfus olarak benziyor bize. Ama orada 40 milyon kişi gazete okuyor. Bizse ise satılmıyor gazeteler.
Bu bir kültür devrimidir. Biz o devrimi yapamadık. Japonya’da 64 sayfa gazete çıkar 14 milyon tirajı vardır. Bide okuma alışkanlığı eksik. Japonya’daki gazete, Amerika’da Wall Street Journal, Guardian; Sun İngiltere’de, Die Welt Almanya’da halkın istediğini veren gazeteler değildir. Bizde devrim yapılamadığı için siyaset de medya da sorunlu, hepsine bütün olarak bakmalı. Biz gazete olarak halkın istediğini verirsek tiraj alırsın, reytingin yükselir.
Peki bu doğru mu?
Çağdaş bir toplum olmak için kültürel devrim için olması gerekeni vermek lazım, istenileni değil. Fasit bir dairedir bu.
ELİNDE SOPA OLANIN YÖNETİMİNE GİREN BİR ZİHNİYETİMİZ VAR
Siyaset tarihine baktığımızda hep tartışılan isimler var. Ne zaman gerçekten başbakanın ortalama, sıradan hayatlar yaşadığı İsveç’teki gibi, Belçika’daki gibi olacak? Gay ve sosyalist bir başkan ne zaman olacak, bisikletiyle giden bir politikacı ne zaman olacak? Bu maço zihniyet nasıl aşılacak?
Sosyolojik değişimler uzun zaman alır. Toplumsal bir hastalık bu. Hala feodaliz hala yerleşik değiliz. Göçebe toplum olmanın, elinde sopayla yönetenin zihniyetine sahibiz. Hala buna itibar ediliyor. Bugünkü siyasi iktidarın başında olan sayın eski başbakan bugünkü cumhurbaşkanı da aynı yöntemi izliyor. Elinde sopa var. Kulluk halinden çıkamadık, birey olamadık. Özgür birey olamadık. Siyaset zihniyetinin ürünü bu durum.
Yeni başbakanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Davutoğlu’nun kişiliğine bir şey demem ama üstlendiği görevin ne olduğunu anlamak lazım. Tarafsız bir cumhurbaşkanı olmalı ama fenomen Erdoğan, lider hâlâ. Ne derse o olur. Başbakanın inisiyatif kullanarak cumhurbaşkanının tasarruflarına karşı bir şey yapması mümkün değil.
Yeni seçimlerde ne bekliyorsunuz?
Önümüzdeki süreci bilmiyorum. 24 saat bile uzundur Türkiye siyasetinde. 5 ay da çok kısa sayılabilir. AKP iktidarını alaşağı edecek iki faktör var. Bir ekonominin kötüye gitmesi. Adam gibi bir muhalefet ikincisi. Bizim toplumumuz istikrarı satın alır. Feodal anlayış hüküm sürüyor, lider özentisiyiz. Lider de orada var, dolayısıyla ne gerek var ortalığı karıştırmaya der.
Aynı zamanda köşe yazarısınız. Şimdi Yurt’tasınız. Posta’da yazdınız uzun süre.
Posta bir bulvar gazetesi, sansasyonel. Mehmet Ali Birand ile politika yazdık. Yazgülü Aldoğan vardı bir de. Daha farklı bir ses vardı.
KÖŞE YAZARLIĞI MARANGOZ HATASIDIR
Yurt’ta çok polemik olmuyor, akışı olan bir gazete. Medya sitelerinde ise her gün polemik görüyoruz. Polemik olmadan haber okutulamaz mı? Kimi köşe yazarları sadece New York, San Francisco diyor, beyaz Türkler diyor. Bu gazetecilik mi?
Onlar mastürbasyon yapıyor. Okunması söz konusu değil. Okunduklarını zannediyorlar. Köşe yazarları diye bir şey yok. Bu bir marangoz hatasıdır seneler önce yazmıştım. Her gün nasıl yazı yazarsınız bir gün iç politika, bir gün dış politika, bir gün magazin, bir gün spor. Yazan kişi bu kadar dalda nasıl ahkam kesebilir. Mümkün değil. Mesleki olarak mümkün değil. Doğru da değil. Ben siyaset yazıyorum bir tek. Ekonomi yazmıyorum. Ekonominin politik tarafını yazıyorum. Magazin yazmıyorum. Batıda böyle değil bu. Herhangi bir konuda bir yazı kaleme alınacaksa işin uzmanı yazar. Köşe yazısı diye bir tanım olmaz. Fikir yazısı diyebilirsiniz. Mizanpajda yazılar köşeye düştüğü için köşe yazarı olur adı. Ben köşe muhabiriyim. Bilgi dağarcığına bir şey bırakmaya çalışıyorum. 42 yıldır bu meslekteyim. En azından geçmişte yaşadığım benzer olayları anlatıyorum, alıntı olarak koyuyorum, örnekler veriyorum. Flashback yapıyorum. Ben köşe yazarı değilim. Çetin Altan’ın mecliste söylediği gibi. Yazarlık birikimi, edebi üslup, edebiyat bilgisi ister yazarlık. Bunların hiçbiri yok. 4000’e yakın yazar var düşünsenize. Fransa’da yok bu sayı. Bunlar kendi yazdıkları kendi okuyor.
Egosantrik bir durum da var ve korkunç. Sosyal medyada da görüyoruz. Novella yazıyor biri, 1000 twit atıyor üzerine. Ego şampiyonu diyorum ben bu insanlara.
Mastürbasyondur bu insan. Bir de fırça atarlar okudun mu diye sorup okumadım yanıtını alınca. Sen okudun mu? diye sorarsın, o da okumamıştır. Bugünkü yazımda buna değindim derler.
Bir de aynı konuyu aynı anda tekrarlayanlar var. Okumadığı için haberi yok.
Bilerek yapanlar da var.
DAYATMALARIM YOK İNSAN TEMELLİ BAKIYORUM
Televizyona dönecek olursak. Yurt TV’de önemli bir yapılanma içerisindesiniz. Neler olacak, hedefleriniz nelerdir?
Öncelikle iyi bir program içeriğiyle çıkacak ve ekranda göz önünde olacak. Kamu vicdanı olan bir kanal olacak, söylemleri itibariyle ötekileştirmeyen bir tarafta olacak. Haksızlığa uğrayanın yanında olacak. Düzenbazın üçkağıtçının karşısında olacak, sömürü anlayışında olanlarla mücadele edecek. Dayatmalarım yok, insan temelli bakıyorum. Önce insan. Evrensel boyutta bütün değer yargılarını kendiyle harmanlayacak; emek, özgürlük, hak, hukuk olmazsa olmazı olacak. Eyyamcılık yapmayacağız, biat etmeyeceğiz, kimsenin basını değiliz. Edecek sözü olan gelsin, cevap hakkı olacak, töhmet altında tutma yok. Kendi kahramanını yaratan bir kanal olacak. Transferler olmayacak, kendi yağımızda kavrulacağız. Bir kampanya açmak istiyorum, gerçek anlamda televizyon görmek isteyenlerin bir araya geleceği bir aile, bir platform olacağız. Medya iletişim aracı olmak, televizyonculuk böyle bir şey.
Entelektüel bakışı olanlara yönelik olacak. Sosyal devleti savunan bir anlayış bizi bekliyor.
Medya toplumun önünde bire lokomotiftir. Üzerinde önemli bir görev vardır. Kültür sanat alanında çizgisel alanda Türkiye’yi bir yere taşımak, bunlar haddime değil ama temennilerim. Kültür sanat toplumları dönüştürür. Rönesans yaratacak bir noktaya gelmek zorundayız. Kitaba, kültüre bunun için önem veriyorum, özgün müzik, opera, bale, felsefe, şiir olacak. Bunlar olmazsa bir toplum robota dönüşür. Egemen gelir koyun sürüsüne çevirir.