İbrahim Tenekeci
Yeni Şafak
Karın yeryüzünü beyaz bir örtüye bürüdüğü zamanlar, kar haberleri de sarmaya başlıyor dört bir yanımızı.
"Yurtta beyaz çile yaşamı felç etti", "beyaz çile başladı", "Kar kabusa dönüştü"... gibi haber başlıkları sık sık çıkar karşımıza.
Hem gelsin diye dört gözle beklediğimiz, hem de gelince illa "çile, kabus" gibi kelimelerle tamladığımız kara başka bir açıdan bakmaya ne dersiniz?
Bugün İbrahim Tenekeci, bu soğuk kış günlerinde, karı anlatarak içimizi ısıtan bir yazı kaleme almış.
Bu kadar soğuk bir şeyin insanın içini böylesine ısıtıyor olması da ilginç değil mi?
İbrahim Tenekeci'yi günün yazarı seçiyor ve bu güzel yazıyla sizleri başbaşa bırakıyoruz:
Yaşadığımız şehirlerde, kar, yetişkinlerin tek ortak düşmanı gibi. Onun adı anılınca, millî davalarda bile hemfikir olamayanlar, hemen ittifak kurabiliyor. Gerçekten de ilginç. Oysa karın, herkesi çocukluğuna götürüyor olması lazım. Bundan daha kıymetli ne olabilir? Çocukluğuna gitmeyi kim istemez?
Kar yağışının güzelliklerinden biri de kartopu oynayan çocukların kıpkırmızı yanakları. Bu nasıl yazılır, anlatılır? Şiir bu değilse, nedir?
Kendinizi bir kar tanesinin yerine koyun. Bir şehre yaklaşıyorsunuz. Diyelim ki İstanbul'a. Tuz dolu yüzlerce kamyon sizi bekliyor. Homurdanan insanlar, fazla mesaiye bırakılmış belediye işçileri, greyderler vs. Siz olsanız gelir misiniz? O geliyor.
Kar yağışını pencereden seyretmek yerine kaynağına ulaşmak, sadece niyetle olacak bir iş değil. İmkân da gerekiyor. Ne mutlu bana: İmkânım yok, imkânı olan dostlarım var.
Kapıorman Dağları'na gitmek, gitmişken de kış bilgimizi ve görgümüzü arttırmak için yola çıkıyoruz. Su gibi bir yolculuktan ve keyifli bir moladan sonra, işte, Kılavuzlar Yaylası'ndayız. Rakım bin dört yüz. Buraya Geyve üzerinden geldik.
Kar, temiz kalp gibi, her yeri bembeyaz yapmış. Sanki tabiat, sürekli aynı dizeyi mırıldanıyor: “İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı.” (Ziya Osman Saba)
Araçtan indikten sonra, şöyle bir manzaranın ortasında kalıyoruz: Sağımız açıklık, solumuz orman. Beyaz.
Karın yerden yüksekliği kırk santim kadar. Dikkat ederseniz, 'kar kalınlığı' demiyorum. Bu kadar zarif ve ince bir şey, nasıl 'kalın' olabilir?
"Yurtta beyaz çile yaşamı felç etti", "beyaz çile başladı", "Kar kabusa dönüştü"... gibi haber başlıkları sık sık çıkar karşımıza.
Hem gelsin diye dört gözle beklediğimiz, hem de gelince illa "çile, kabus" gibi kelimelerle tamladığımız kara başka bir açıdan bakmaya ne dersiniz?
Bugün İbrahim Tenekeci, bu soğuk kış günlerinde, karı anlatarak içimizi ısıtan bir yazı kaleme almış.
Bu kadar soğuk bir şeyin insanın içini böylesine ısıtıyor olması da ilginç değil mi?
İbrahim Tenekeci'yi günün yazarı seçiyor ve bu güzel yazıyla sizleri başbaşa bırakıyoruz:
Yaşadığımız şehirlerde, kar, yetişkinlerin tek ortak düşmanı gibi. Onun adı anılınca, millî davalarda bile hemfikir olamayanlar, hemen ittifak kurabiliyor. Gerçekten de ilginç. Oysa karın, herkesi çocukluğuna götürüyor olması lazım. Bundan daha kıymetli ne olabilir? Çocukluğuna gitmeyi kim istemez?
Kar yağışının güzelliklerinden biri de kartopu oynayan çocukların kıpkırmızı yanakları. Bu nasıl yazılır, anlatılır? Şiir bu değilse, nedir?
Kendinizi bir kar tanesinin yerine koyun. Bir şehre yaklaşıyorsunuz. Diyelim ki İstanbul'a. Tuz dolu yüzlerce kamyon sizi bekliyor. Homurdanan insanlar, fazla mesaiye bırakılmış belediye işçileri, greyderler vs. Siz olsanız gelir misiniz? O geliyor.
Kar yağışını pencereden seyretmek yerine kaynağına ulaşmak, sadece niyetle olacak bir iş değil. İmkân da gerekiyor. Ne mutlu bana: İmkânım yok, imkânı olan dostlarım var.
Kapıorman Dağları'na gitmek, gitmişken de kış bilgimizi ve görgümüzü arttırmak için yola çıkıyoruz. Su gibi bir yolculuktan ve keyifli bir moladan sonra, işte, Kılavuzlar Yaylası'ndayız. Rakım bin dört yüz. Buraya Geyve üzerinden geldik.
Kar, temiz kalp gibi, her yeri bembeyaz yapmış. Sanki tabiat, sürekli aynı dizeyi mırıldanıyor: “İçimin dört duvarı bembeyaz badanalı.” (Ziya Osman Saba)
Araçtan indikten sonra, şöyle bir manzaranın ortasında kalıyoruz: Sağımız açıklık, solumuz orman. Beyaz.
Karın yerden yüksekliği kırk santim kadar. Dikkat ederseniz, 'kar kalınlığı' demiyorum. Bu kadar zarif ve ince bir şey, nasıl 'kalın' olabilir?