Hüseyin Gülerce'ye yol arkadaşı kazığı...
“Sövene dilsiz, dövene elsiz” olması gerekenler Hüseyin Gülerce’ye sövmediği halde “sövmüşler”; dövmediği halde “dövmüşler”di…
ADNAN BERK OKAN
Sanırım hepimiz daha çocukluktan delikanlılığa geçiş yıllarımızda duymuşuzdur büyüklerimizden.
“Birini iyi tanımak istiyorsan onunla yol arkadaşlığı yap”…
Benim babacığım rahmetli ise şöyle demişti:
“Bir insanı en iyi yolculukla, içki ve kumar masasında tanırsın”…
Sonra da gerekçelerini sıralamıştı:
“Yolculukta iyi insan yol arkadaşını her türlü zor zamanında yalnız bırakmaz… Onunla birlikte katlanır her zorluğa… İçki masasında her insan iyidir ilk kadehler alınmadan önce… Ama eğer kötülük varsa içinde, içkinin dozu arttıkça o kötü kişi bütün kötülüklerini kusar… Kumar masasında da kazanırken kötü mü iyi mi olduğu anlaşılmaz bir insanın… Ne zaman ki kaybetmeye başlar, iyi insansa sessiz sedasız kalkar gider masadan. Kötü insansa hır çıkarır, mızıkçılık yapar, kaybettiği parasını geri ister alamazsa kavga çıkarır, cinayet bile işler…”
Bunları az sonra yapacağım değerlendirme için giriş olarak yazdım…
İçki ve kumar arkadaşlarından değil yol arkadaşlarından söz edeceğim…
Kimlerden mi?..
Söyleyeyim:
Hüseyin Gülerce, Ali Bulaç ve A. Turan Alkan…
Mehtap TV’de meraklılarının dikkatle izledikleri bir “sohbet” programı vardı: Düşünce Günlüğü…
Üç dost (Hüseyin Gülerce, Ali Bulaç ve A. Turan Alkan) tatlı tatlı sohbet ediyorlar, bazı konularda farklı düşünseler de bunu birbirlerini kırmadan, incitmeden yapıyorlardı…
Üçü de Cemaat’in (Hizmet Hareketi) manevi lideri Fethullah Gülen’in “Sövene dilsiz, dövene elsiz” olacağı prensibine iman etmişlerdi…
Yine Cemaat’in misyonlarından biri olduğu bütün dünyaya duyurulan, “Uzlaşma, Diyalog, hoşgörü” üçlemesini de prensip edinmişlerdi…
Ve…
Üçü de Zaman’da köşe yazarıydılar (Halen öyle) aynı zamanda…
Derken…
Cemaat ile Hükümet (Aslında Başbakan Erdoğan) arasında 7 Şubat 2012’de savcılığın MİT Operasyonu üzerine başlayan gerginlik, özel dershanelerin kapatılacağının açıklanmasıyla su yüzüne çıktı…
Gülerce köşe yazılarında önceliği “Uzlaşma, Diyalog, hoşgörü” üçlüsünden sapılmaması üzerine hatırlatmalara veriyordu…
Başbakan’ın ve Başbakan’a biat etmiş kimi köşe yazarlarının “kırıcı, sert, haşin” üslûplarını eleştiriyor; “Yarın bir gün yüz yüze bakacağız ipleri koparacak kadar ileri gitmeyin” mealinde uzlaşı ve diyalog yazıları yazıyordu…
A. Turan Alkan ise Cemaat tarafını bir melek kadar “masum” görüyor; Başbakan başta olmak üzere Hükümeti ve iktidar medyası yazarlarını ironiyle de olsa (Ki ironi diliyle eleştiri, küfürden daha ağır gelir kimilerine) tenkit ediyordu.
Bir gün Hüseyin Gülerce dostça bir uyarı amacıyla ve tarafların akıllarını başlarına getirmeleri için, zaman iyice geçip gitmeden köşesinde şöyle bir uyarı yaptı:
"Sayın Gülen’in avukatının ikazlarıyla birlikte okunduğunda, Sayın Başbakan’ın ifadeleri dimağlarımıza bir çivi gibi çakılan, zihinlerimizi zonklatan şu soruyu akla getiriyor: Demek, çok kötü şeyler olacak..."
Yani…
Nazik bir dille “kesin bu kavgayı hep birlikte kaybedeceğiz” demek istemişti…
İlk gençliğinde damarlarında “Ülkücü” kanı dolaşan A. Turan Alkan hemen verdi cevabını…
Ama…
Hem fikri hısımı ve hem de bir bakıma “Yol Arkadaşı” (Mehtap TV: Düşünce Günlüğü) olan Hüseyin Gülerce’ye hitaben, sitem ve eleştiri sınırlarını aşan cümleler kurdu makalesinde…
Nasıl mı?..
Şöyle:
"Yaklaşık bir aydan beri, ‘Çok kötü şeyler olacak’ ikazları tekrarlanıyor; nezaketen ikaz diye isimlendiriyorum, bir başka açıdan ortalığa korku ve endişe telkin etmek diye de okunabilir……
Elverişli yaklaşımdır; çok kötü şeyler olduğunda, ‘Eh, ben söylüyordum zaten; netekim oldu’, olmadığında ise ‘Vaktinde ikaz ettim de, ondan kurtardınız’ denilir ve her hâl ü kârda haklı çıkmanın rahatlığı ile bütün süreç esnasında gündemde olmanın hazzı yaşanır."
Ve ey güzel insanlar!..
Artık bu üçlünün birbirlerini gerçekten tanıma süreçleri işte o yazıyla başladı.
Önce Mehtap TV’de yaptıkları program, Ali Bulaç’ın Başbakan’la yaptığı yurt dışı gezisi bahane edilerek yayınlanmadı…
Oysa daha önce içlerinden biri olmadığında diğer ikisi sohbete devam ediyorlardı…
Ve sonunda o gece ve ondan sonraki Çarşamba geceleri program yayınlanmadı…
Yani…
“Sövene dilsiz, dövene elsiz” olması gerekenler Hüseyin Gülerce’ye sövmediği halde “sövmüşler”; dövmediği halde “dövmüşler”di…
Diyeceksiniz ki:
“Amma da attın ha!.. Ne Bulaç ne de Alkan Hüseyin ağabeylerine sövmezler, elleri de kalkmaz…”
Kabul ama…
Sövmek dille, dövmek elle mi olur sadece…
Ya kalbi küfürler?..
Ya ruhsal tacizler; dostluğa ihanetler, yarı yolda bırakıp kaçmalar?..
Aii Bulaç ve A. Turan Alkan eski yol arkadaşlarına (Hüseyin Gülerce) işte bunları yaptılar…
Bu gece…
Yine Mehtap TV’de…
Programın adını değiştirerek (Bu defa Temkin Durağı” yapmışlardı adını)…
Ve…
Hüseyin Gülerce’nin koltuğuna her hafta değişeceğini söyledikleri bir Hanımefendi’yi “Konuk” olarak oturtmuşlardı…
Yani ey güzel insanlar!..
Tarafların arasına girip kavgayı ayırmaya çalışan Hüseyin Gülerce, kavgacılar tarafından bir güzel dövülmüştü(!)…
Dövenler ise daha bir ay öncesine kadar kendisiyle yol arkadaşlığı yapan Ali Bulaç ve A. Turan Alkan’dı…
Dostlar!..
İnsan her yediği kazıktan büyük acı duyar…
Ama…
Dost kazığı en çok acı verenidir…
Son sözüm Gülerce’ye:
Boş ver aldırma…
Sen yine her zaman olduğu gibi Hizmet’in şiarından vazgeçme…
Yani…
“Sövene dilsiz, dövene elsiz” ol…
Ve unutma ki:
Herkes kendine yakışanı yapar...
Bırak…
Dostların sahte olanları silinip gitsin hayatından…
Vefalı dostların sana yeter ve hatta artar bile…