Hürriyet ailesinin bir ferdi haline gelmek...
Kemal Ural, “İnançsızlığın Anatomisi” isimli eserinin bir yerinde şöyle diyordu: “İnsan, hediyeyi göndereni unutup, hediyeyi getirenin ayağını mı öper?"
ADNAN BERK OKAN
Ahmet Hakan’ın SABAH’taki yazarlık sürecini hatırlıyorum da…
İçinden geldiği çevreye yabancılaşmadan değişebildiğini kanıtlayacak gibiydi…
Geleceğe dair vizyonunu genişletirken geçmişine kör kalmayacaktı belli ki…
Ne kadar da saygı duyulası bir değişim olacaktı…
Olayları daha geniş görebilmek için bakış açısından vazgeçmeye ihtiyaç duymuyordu Ahmet…
“Gâvur siyaseti” veya magazin gibi mutaassıp çevreler için hassas konularda bile, İslamî yaklaşımından vazgeçmiyor ancak işi külliyen karalamaya, yok saymaya da vardırmıyordu...
Bilakis, bu kavramları ciddiye alıyor; daha iyi anlamaya
, hatta içlerine girmeye çalışıyordu…
Kemal Ural, “İnançsızlığın Anatomisi” isimli eserinin bir yerinde şöyle diyordu: “İnsan, hediyeyi göndereni unutup, hediyeyi getirenin ayağını mı öper?" |
O günlerde Ahmet Hakan’ın duruşu muhafazakârdı ama yeniydi…
Hatta “Yeni Muhafazakârlığın Öncüsü” olacağına “kesin” gözüyle bakıyordum…
Derken, Ertuğrul Özkök, Ahmet’i ayarttı…
Onu dil öğrenme bahanesiyle İngiltere’ye gönderdi Doğan Gurubu…
Ve dönüşte Hürriyet’te yazmaya başladı…
İlerleyen günlerde gördük ki Ahmet Hakan değişmeyi bırakın, başkalaşamamıştı bile…
Sadece, aralarına girdiği ama beyinlerine girmeyi başaramadığı o guruplara benzemeye çalışıyordu!..
Tabii bu arada kullanılıyordu da…
Muhtemelen onun için bütün mesele “ekonomik kariyer”di…
Peki ya muhafazakarlık?..
Ya İslam?..
Asla!..
Söz konusu bile değildi...
F. W. Föster şunları söylüyor: “Ruhun maddi ihtiraslardan sıyrılma dileği bulunmayan yerde hiçbir ahlâki ve manevi değer barınamaz!"... |
Koskoca bir gündemin ortasında saçma sapan magazin konularıyla boğuşmaya başlamıştı artık Ahmet...
Aslına bakılırsa, konuları değil, kişileri yazıyordu…
Deniz Akkaya’yı yazıyordu…
Pınar Altuğ’a lâf yetiştiriyordu…
Hülya Avşar’la polemiğe giriyordu…
Daha da fenası; Gülşen’i “muhatap” kabul edip çakıyordu…
Lerzan Mutlu’yu bile makale konusu yaptı…
Daha doğrusu, artık köşesinde 3 gün kişiler varsa, 1 gün fikirler vardı...
Ve arkadaş çevresi, dini inançlarla alay edenlerden oluşuyordu…
Hatta Soros’un “Açık Toplum” felsefesinin sadece “cinsel tercih özgürlüğü”nden ibaret olduğunu zannedenler, en yakın dostları arasına girmişti…
Durduk yerde ve aylardır Ahmet Hakan’ın adını bile anmazken bu analiz nereden mi çıktı?..
Söyleyeyim…
Dünkü makalesinin bir yerinde; “Ben galiba artık adamakıllı Hürriyet ailesinin bir ferdi haline geldim” deyişinden…
El hak doğru…
Hem de nasıl doğru…