Hooopppp!.. Alooo!.. Ahmet Kaya öldü efendiler!..
“Ahmet Kaya yaşasaydı Gezi Parkı Protestocularına destek mi verirdi?.. Yoksa karşı mı çıkardı?”
ADNAN BERK OKAN
Neleri tartışıyoruz görüyor musunuz?..
Dershaneleri tartışıyoruz…
İşsizliğin başını alıp gittiği bir ülkede…
“Bana bir kişilik istihdam yaratanın kölesi olurum” denilecek bir dönemde; yaklaşık 200 bin kişinin ekmek yediği dershaneler az daha kapatılacaktı…
“Ne yani kapatılmayacak mı?” diyenlerinize söyleyeyim:
Kapatılamayacak…
Çünkü bu kayıkçı kavgası sonunda “ortak akıl” galip gelecek…
Başka neyi tartışıyoruz?..
“Ahmet Kaya yaşasaydı Gezi Parkı Protestocularına destek mi verirdi?.. Yoksa karşı mı çıkardı?” sorularına verilecek cevapları tartışıyoruz…
Sanki destek vereceğinin veya karşı çıkacağının kanıtlanması mümkünmüş gibi…
Sanki destek vereceğinin veya karşı çıkacağının doğru cevabını verirsek hukukun üstünlüğü ilkesini konuşamamaktan doğan açığımızı kapatacakmış gibi…
Başka neyi tartışıyoruz?..
Barzani’nin ve Şivan Perver’in yaklaşık kırk sene önceki söylemlerini…
Tartışanlar kimler?..
Kemalistler, Atatürkçülerle; Milliyetçi Muhafazakârlarla Muhafazakâr demokratlar…
Ki..
O Atatürk…
Savaş meydanında yendiği Yunan General Venizelos’la kol kola girip, karşılıklı rakı içen Atatürk…
Başka neyi tartışıyoruz?..
Zaman gazetesi yazarlarından İbrahim Öztürk’ün kafası karışık; ne dedikleriyle ne anlatmak istedikleri birbirine karışan insanlara “takmayın kafanıza” demek için yaptığı bir espriyi tartışıyoruz…
Normal şartlarda gülünüp geçilecek minik, masum, zararsız, hakaretsiz, iftirasız bir espriyi…
Peki…
Hukuku konuşuyor muyuz?..
Hayır…
Demokrasinin eksiklerini gidermek için neler yapmamız gerektiğini konuşuyor muyuz?..
Hayır…
AB tam üyeliği konusunda ipe un sermiş olmanın bize çok şey kaybettirdiğini ve bundan sonra daha da çok kaybettireceğini tartışıyor muyuz?..
Asla…
Siyasetçilerimizin ve medyamızın neden hoşgörüsüz olduğunu ve bu hoşgörüsüzlüğün demokrasimize ne büyük zararlar verdiğini tartışıyor muyuz?..
Hayır, tartışamıyoruz…
İyi ama…
Hani biz hoşgörü ve diyalog dinine mensup, yüksek olgunluk düzeyini yakalamış kâmil insanlardık?..
Hani öyle her şeye kızmayan, hataları bazen çok büyük bile olsalar affeden veya görmezden gelen bir din kültürüne sahiptik?..
Ne büyük yalan…
En masum tartışma konularında bile fırsat bulsak birbirimizin beynini patlatacak kadar hoşgörüsüz ve kabayız hem de…
Siyasi veya mesleki rakiplerimiz için “Düşman” diyecek kadar da olgunluktan ve insanlıktan uzağız…
Fikirlerimizin, dini inançlarımızın, dillerimizin ve zevklerimizin farklı olmasını anlayışla karşılamamız ama hukukun temel ilkeleri konusunda hem fikir olmamız gerekirken tam tersini yapıyoruz…
Herkes karşısındakinin de kendisi gibi düşünmesini…
Kendisiyle aynı zevke sahip olmasını…
Aynı dili konuşmasını…
Aynı dine inanmasını istiyor…
Ama…
Sıra hukuka gelince “senin hukukun sana, benim hukukum bana” gibi saçma sapan bir aşiret hukuku anlayışına sahip olduğumuzu göstermekten de utanmıyoruz…
Eşitliği sadece sosyolojide, siyasette arayan siyasetçi ve gazeteci milleti; gelir dağılımında adaletsizliği tartışmıyor bile…
En temel hak ve özgürlüklerin başında inanç özgürlüğünün olduğunu haykıranlar; başkalarının siyasal ve sosyal özgürlüklerinin baskılandığını, yok edilmek istendiğini gördükleri halde seslerini çıkarmıyorlar…
Aksine…
Baskılayan, özgürlükleri kısıtlayanlara “aferin, bravo, haklısın!” çığlıklarıyla eşlik ediyorlar…
İnanamıyorum yaa…
Aklım almıyor…
Ya ben yedim kafayı…
Ya da gelişmişliğe, ekonomik büyümeye, kişi başına düşen mutluluk oranını yükseltmeye, hukuk devleti olmaya, ileri demokrasiye geçmeye, AB'ye tam üyeliği hak etmeye hiçbir katkısı olmayan şeyleri tartışanlar yediler kafayı…
Çözemiyorum…
Biz az sayıda liberal mi ters gidiyoruz fıkradaki gibi?..
Yoksa biz az sayıda liberal doğru yönde gidiyoruz da bizim dışımızdakiler mi ters yoldalar…
Bir bilebilsem; dünyalar benim olacak…