Hilal Kaplan’la Yılmaz Özdil nerede buluşuyorlar?..
Bugün aradan neredeyse doksan yıl geçtikten sonra halen Atatürk’ü eleştirenlerle, Başbakan Erdoğan’ı Barzani ile kucaklaştığı için tenkit edenler....
ADNAN BERK OKAN
Hilal Kaplan bugünkü Yeni Şafak’ta başlığı altında yayımlanan makalesinde (İnşallah yanılıyorumdur) Atatürk’ü itibarsızlaştırmaya çalışıyor yine…
Her zaman söylüyorum bir kez daha tekrar edeceğim…
Gerektiğinde hiç bıkmadan her gün bu konuda yazabilirim…
Mustafa Kemal Atatürk, eleştirilemez değildir…
Elbette eleştirilecektir…
Eleştirilmelidir de…
Ama…
Kendisinde asla olmayan bir hasletle onu övmek ne kadar “abes” bir övgü modeli ise…
Asla üzerinde taşımadığı “ideolojik” kimlikleri ona mal etmek ve onda olmayan bir ideoloji modeliyle onu itibarsızlaştırmaya çalışmak da o kadar abestir…
Hilal Kaplan’ın yazısının başlığı ırkçılığın eleştirilmesi üzerine olsaydı…
Yani…
Mustafa Kemal Atatürk’ü hiç çağrıştırmadan ırkçılığın nasıl berbat bir şey olduğunu anlatsaydı, bu analizi yapmak ihtiyacını hiç düşünmezdim…
Ey güzel insanlar!..
Eleştirilemez olduğu dönemlerde Atatürk’e nasıl da itibar kaybettirildiğini hepimiz biliyoruz…
İşte bu nedenle diyorum ki Mustafa Kemal Atatürk veya Başbakan’ın ısrarla telaffuz ettiği adıyla Gazi Mustafa Kemal en çok da 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapan generallerin yönetimi altında “itibar” kaybetti…
Neden?..
Çünkü insanlar zoraki yaratılmış kahramanları, kanun kuvvetiyle koruma altına alınmış hiç kimseyi sevemez, saygı gösteremez…
Korkuya, şiddete, baskıya dayalı her türlü duygu, korku, şiddet; baskının yaşandığı ortam dışında hemen nefrete dönüşür…
Hani Neyzen Tevfik’in doktor korkusu gibi…
Doktoru Neyzen’e alkolü yasaklar…
Neyzen de doktor ve biraz da kendisini doktora gitmek zorunda bıkarak İstanbul Valisi/Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay korkusuyla içkiyi bırakır…
Bir süre sonra Fahrettin Kerim’le Saraçhane’de karşılaşır Neyzen…
Koltuğunun altında bir rakı şişesi vardır…
Vali Bey sorar:
“Yahu sen hani bırakmıştın içkiyi?.. Bu ne?”
Neyzen masum bir çocuk gibi verir cevabını:
“Vali Bey, bana içkiyi yasaklayan doktor öldü de ondan hani…”
Evet…
Aynen öyle oldu…
28 Şubat’ın “bin yıl” süreceğini iddia eden “Baskıcı Atatürkçü”lerin de etkinlikleri, baskı imkânları kalkınca ortadan, bu sefer gemi azıya alan Atatürk düşmanları ipin ucunu iyice kaçırıp alenen hakaret ve küfür etmeye başladılar Koca Gazi’ye…
Sonunda ne oldu peki?..
Ne olacak?..
Genel kural geçerli oldu:
Eleştirilebilir oldukça ve hatta kimi örümcek kafalılar tarafından saldırıya uğradıkça daha çok kazandı itibarını Mustafa Kemal Atatürk…
Geçtiğimiz 10 Kasım günü Anıt Kabir'e bir milyon yüz bin kişinin ziyarete gitmesi çok anlamlı değil mi?..
Neden?..
Çünkü kamuoyu gördü ki; Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet, önerdiği laik düşünce modeli dindarların inançlarına, inandıkları gibi yaşamalarına bir yasak getirmiyor…
Örümcek kafalar aksini iddia etseler de Kıyafet Kanunu içinde kadınları başlarını açmaya zorlayan tek bir madde bile yok…
Mustafa Kemal düşmanları aksini iddia etseler de, cumhuriyet kanunlarının içinde bir tane bile ibadet yasağı yok…
Aksini iddia etseler de din devleti sevdalıları; cumhuriyet kanunlarının “Camiler kapatılsın” gibi emredici bir kanun hükmü bulunmuyor…
Pekiiii…
Neden “varmış gibi” yazılıyor söyleniyor?..
Söyleyeyim:
Mütedeyyin insanları da Gazi Mustafa Kemal’den soğutmak için…
Atatürk’ün Demokrat olmayışına gelince…
Mustafa Kemal’i “demokrat değildi” diye eleştirmek ve ona hakaret etmek; Mevlâna’ya, “Mesnevi’yi niçin bilgisayarda yazmadın?” diye sitem edip o büyük insandan “gerici” diye söz etmekle eşdeğerdir…
Ya da…
Muhteşem Süleyman’ı “neden özgür seçimleri getirmedin de bütün sadrazamları ve vezirleri sen atadın?” diye sorgulamak gibi bir şey…
Şimdiiii…
Geleyim Hilal Kaplan’ın sözünü ettiği Kemalist Irkçılığa…
Öyle bir ırkçılık olduğunu kabul etmiyorum…
Zira…
“Kemalizm” diye bir ideoloji olduğuna inanmıyorum…
Evet…
Türk kafatasçıları var…
Evet, laisizmi “Din Düşmanlığı” olarak algılayıp halkın dinine, diyanetine, giyimine, kuşamına, yaşamına müdahale etmek isteyenler (Meselâ Kamer Genç) zebil gibi dolduruyor çevreyi…
Ama…
O tipler kendilerine “Kemalist” deseler bile onların anladıkları Kemalizm’in Atatürk ilke ve inkılâplarıyla hiç ilgisi yok…
Atatürk bir ulus yaratmak, yaratabilmek için üst kimliğin adını taşıyan ülkedeki “Millet” olan topluluğa “Türk’üm” demenin, diyebilmenin “mutluluk” verici bir şey olduğunun mesajını veriyordu…
En azından asıl amacının olduğunun aksini savunacak argümenlar ikna edici değil...
Ama…
O dönemde de hiç kimseye zorla “Türksün” dendiği ya da “Türk’üm de lannn!” diye dayatıldığı yok…
Kaldı ki…
O günün şartlarında yapılmış, demokratik olmayan bazı yaklaşımların “zamanın ruhu” kavramına uyduğunu söyleyenler “haksız” sayılmamalı…
Bugün “Zamanın Ruhu” kavramına sıkı sıkı sarılanların o dönemdeki “zamanın ruhu” kavramını reddetmeleri hiç de ahlâki değil…
Ama dedim ya…
Mustafa Kemal’in asla bir ideolojisi olmadı…
O da tıpkı bugünkü Başbakan Erdoğan gibiydi…
Erdoğan bugün nasıl (Bilhassa Kürt sorunu konusunda) zamanın ruhuna uygun davranıyor; dün hakaretler ettiği Barzani’yi bugün kucaklıyorsa…
Mustafa Kemal de o günlerde bazen Lenin’i kucaklıyordu bazen Venizelos’u, kimi zaman da Mussolini’ye selâm gönderiyordu…
Neden?..
Cumhurbaşkanlığını yaptığı ülkenin şartları onu gerektiriyordu da ondan…
Demek istemem o ki…
Bugün aradan neredeyse doksan yıl geçtikten sonra halen Atatürk’ü eleştirenlerle, Başbakan Erdoğan’ı Barzani ile kucaklaştığı için tenkit edenler aynı zihniyettirler…
Yani…
Bugün ve her fırsatta Atatürk’ün doksan yıl öncesini diline dolayıp onu itibarsızlaştırmaya çalışan Hilal Kaplan ile Başbakan Erdoğan’a geçmişte Barzani için söylediklerini hatırlatıp bugün kucaklaşacak olmasını eleştiren aynı zihniyette buluşuyorlar…
Ama…
Bu dikkat çektiğim hususlar, hali hazırda “Türk ırkçılığı” olmadığı anlamına gelmez…
Tabii ki var…
Benim itirazım o kaba ırkçılığın Mustafa Kemal’in adıyla özdeşleştirilmeye çalışılması…
Ve ey güzel insanlar!..
Kabul edelim ki…
“Ümmetçilik” de en az “Türk ırkçılığı” kadar tehlikelidir…
Çünkü…
Dünyada barışı yok eden iki büyük tehlikeden biri ırkçılık ise diğeri de ümmetçiliktir…
Yeryüzünde Milliyetçiler asla bir iç savaş çıkarmayacağı gibi kendi uluslarıyla herhangi bir kanlı savaşa da girişmezler…
Irkçılar da kendi ırklarıyla savaşmazlar…
Ama…
Kendilerinden olmayan bütün ırklara ille de Yahudi ırkına düşmandırlar…
Ümmetçiler ise sadece başka dinlerle değil, birbirleriyle de savaşmaktan utanmazlar…
Birbirlerine karşı (Müslüman Müslüman’la, Hıristiyan Hıristiyan’la) acımasızca savaşmaktan çekinmezler...
Irak – İran Müslüman savaşı tam sekiz yıl sürdü…
Ve…
Karşılıklı olarak bir milyondan fazla Müslüman birbirini öldürdü.
Suriye’de son iki yılı aşkın süredir süren Müslüman savaşından ölenlerin sayısının da beş yüz bine ulaştığını iddia edenler var.
Tabii 4 milyona yakın Müslüman’ın da diğer Müslümanlar tarafından evlerinden barklarından sürüldüklerini lütfen unutmayın…
Neden bu savaş?..
Mezhepleri farklı olduğu için…
Madımak’ta, Kahramanmaraş’ta da eli kanlı bir avuç Sünni Müslüman, onlarca Alevi Müslüman’ı öldürmedi mi?..
Ama…
Sadece Müslümanlar mı?..
Hayır…
Her iki Dünya Savaşı ve Avrupa’da yaşanan başta “100 Yıl Savaşları” olmak üzere birçok savaşın sebebi hepsi Hıristiyan oldukları halde farklı mezheplerden olanların anlaşamamalarıdır…
Biliyorum…
Daha az önceki bölümü okurken birçoğunuz;
“Amma da attın ha!” dedikten sonra, “dünyadaki savaşların sebebi ümmetçilik değil mezhepçiliktir” diye devam etmişsinizdir.
İyi ama dostlar…
Hz. Muhammed İslâmiyet’i anlatırken bütün insanlığa; Ebu Hanife var mıydı?..
Bırakın olmayı, henüz doğmamıştı bile…
Ama bugün “İslâmiyet” denildiğinde milyonlar sadece o büyük din adamının getirdiği kuralları uygulayanların “Müslüman” olduklarını düşünmüyorlar mı?..
Hâsılı…
Hilal Kaplan’ın makalesinde sözünü ettiği öğretmen Ahmet Anık’ı hapse attıran Mustafa Kemal Atatürk değildir…
Kemalistler midir?..
Yargıda ve Milli Eğitim’de “Kemalist” mi kaldı ki?..
Peki nedir?..
Ahmet Anık’ın cezaevinde olmasına hükmeden mahkemenin gerekçeli kararını bilmiyorum…
Ama bir şeye inanıyorum:
Ahmet Anık’ın cezaevinde olma sebebinin ve müştekinin Atatürk olmadığına…
“Kemalistler” olabilir mi?..
Bu soruya;
“Yaşasaydı ve kendilerine ‘Kemalist’ diyenler, bu adı da Mustafa Kemal’in adından mülhem kullandıklarını itiraf etseydiler mutlaka Atatürk tarafından ‘hakaret’ edildiği suçlamasıyla yargıya şikâyet edilirlerdi” diye cevap versem sanırım yeter…
Ve son olarak da diyorum ki:
Atatürk’e en büyük zararı nasıl ki sözde “Atatürkçü” geçinen 12 Eylül Paşaları ve zihniyeti verdiyse…
Cumhuriyet tarihin en başarılı Hükümet’i ve Başbakan’ına en büyük zararı da Hayrettin Karaman ve Hilal Kaplan gibiler veriyorlar…