Her roman bir öncekinin üstüne çıkmalı!
İstanbul’a, arka sokaklara, tutunmak için her şeyi yapanlara dair söyleyecek çok sözü vardı Eylem Tok’un, buyurun söyleşiye.
Sayım Çınar son dönemin çok okunan, çok konuşulan yazarlarından Eylem Tok ile konuştu. İstanbul’a, arka sokaklara, tutunmak için her şeyi yapanlara dair söyleyecek çok sözü vardı Tok’un, buyurun söyleşiye.
İlk romanın Mihr ile karşılaştırınca 'Allah'ın Piyonları'nı edebiyat yolculuğunda nereye koyuyorsun?
Bir üstüne! Psikolojiden olabildiğince faydalandığımı, romanlarımı okuyanlar pekala görebiliyordur. Bu benim için önemli unsur ve gerçekçilik... Mihr ile Allah'ın Piyonları, birbirinden uzak-birbirini tamamlayan konular aslında. Biri bir kız çocuğunun bir erken kadının gözünden, diğeri bir erkek çocuğun umutlara esir bir gencin gözünden anlatılıyordu ve bunları birleştirdiğinde aynı semtten çıkmış izlenimi doğurması olası, fakat ikisinin de psikolojileri çok farklı. Allah'ın piyonları Mihr'in üstünde bir roman, zaten öyle olmasıydı yayınlatmaz Mihr'in üzerine çıkabileceğim bir romanı yazana dek çalışmalarıma devam ederdim. Bu romanda minik Türkiye anlatılıyor, metropolün Anadolusu, aynı çaresizlikle yırtmaya çalışan insanlar... Beyaz Türklerin girmeye cesaret edemeyeceği sokaklar ve içlerine karışmasını istemediği insanlar ve aydınların hiç tanık olmadığı fakat sürekli anlattığı kesimler ele alınıyor. Demek ki edebiyat anlamında önemli bir yeri olan kitap bu.
ROMANDA MİNİK BİR TÜRKİYE VAR!
YIRTMAK İSTEYEN İNSANLARIN ÜLKESİ
Bu önemli mi? Yani bir romanın diğerinin üzerine çıkması gerekiyor mu?
Elbette ki önemli. Yayınlattığın bir romanın üzerinde roman yazamıyorsan yayınlatmayacaksın. Bir roman yazan hemen ben artık yazar oldum diyor ve ne yazarsa yayınlanıyor, sonra romanları onlarca bile olsa sadece edebiyatı bilmeyenler sayesinde yükselişini sürdürebiliyor. Dünya çapında kaç yazar yetiştirmişiz, neden yetiştirilemiyor? Çünkü ne yazarsam yayınlıyorlar mantığından. Okuyucu aptal değil sonuçta, bir noktadan sonra zirveye çıkmış onlarca kitabı olanı bile bir anda aşağıya indirebiliyor, bu da sosyal medya sayesinde oluyor, çünkü gerçekten çok zeki insanlar var.
Dünya çapında bir yazar olmak farklı dilleri bilmekle olmuyor, bilmediği kültürleri işlemeye çalışmakla hiç olunmuyor, ya da eserini sattığı toplumu satmakla da olunmuyor, insan bildiği kadarıyladır ve çok bilen insan, çok konuşandan daha önemli işler yapıyor her zaman ve bu, o kişiyi olması gereken yere götürür zamanla. Biz Avrupa'ya bir şey yetiştirdiğinde kendinden geçen bir medyaya sahibiz, yüksek miktarda domates bile ihraç etsek milli bir şölene dönüşüyor bu! Neden kendimizi bu kadar ezik hissettiğimizi bilmiyorum ama biz Avrupalıların asla sahip olamayacağı bir ülkeye sahibiz.
Arka sokaklar, büyük kentte küçük insanlar, mücadele ve tekinsizlik. Metin Kaçan'ın romanlarında sık işlediği temalardı bunlar, seni okurken de onun dilini hatırlıyor insan. Nasıl değerlendiriyorsun bu benzerliği?
Bu temaları her yazar işlemek ister ama bu istemekle olunacak bir şey değil, zordur o sokaklara girmek, o insanların hayatlarını yazıya dökmek. Ve satış açısından risktir! Şiirlerimde de bunu yapıyorum, toplumsaldır benim kalemim, insandır her şeyden önce, aşkta bile insanı merkez alırım. Aşkı ve seyahati, ilişkileri herkes kendine göre yazar, bu basit olandır, önemli olan bilmediklerini görmediklerini bilmektir, görmektir. Metin Kaçan gördüklerini bildiklerini yazan bir insandı. Gelgelelim Metin Kaçan'la aynı kaleme sahip olduğumuzu düşünmüyorum. Hayal gücüm bu temalarla sınırlı değil ve ben özellikle bu tür konuları işlemiyorum, sırasıyla geliyor tüm konular. O zirvesini yapmış bir yazar olarak çok genç yaşta öldü, yapabileceklerini göstermişti. Ben henüz başlangıcını yapmış bir yazarım ve ölmediğim sürece kendimi göstermem için zamanım var. Zamanla nasıl bir kalem olduğumu herkes görecek, ki iki romanımla bile görmek isteyenler görmüştür.
GÖNENÇLİ İNSANLARI KİMSE MAŞA YAPAMAZ
Piyonluk, maşalık durumunu nasıl değerlendiriyorsun, insanların bu hale gelmesi nasıl bir yolculuğun sonunda oluyor?
Bu tür mahallelerde muhakkak bir kabadayı yetişir, ağır ağabeyler olur ve mahallenin bütün gençleri ya kabadayıyı örnek alır ya da ağır ağabeyler gibi olmak isterler. Bu tür insanlar vatanına milletine bayrağına düşkün insanlardır, ezilenden yana, hor görülenden yana saf tutarlar. Zaman onları parçalara böler, kimi hırsız olur kimi uyuşturucu belasına bulaşır, kimi ağırlığıyla adıyla yoksulluk içinde yaşamını sürdürür ve bu insanlar devlet tarafından kullanılmaya hep müsaittirler bu yüzden zaten Beyaz Türklerden ayrılırlar, çünkü gönençli insanları kimse maşa yapamaz, ama bitmişi herkes kullanabilir. Kaybedecek bir şeyi olmayan her şeyi yapabilir.
Yırtma, bir yolunu bulma, bir şekilde hayatta kalma... Nasıl değerlendirirsin bu temaları?
İnsanları kendi çaresizlikleriyle baş başa kalmış bir ülke burası, bu yüzden "burası ayakları yere basan ölüler ülkesi" diyerek giriş yapıyorum romana. Evet belki kendimle çelişiyor olabilirim yukarıda Avrupalıların asla sahip olamayacağı bir ülkeye sahibiz dediğim için, ama benim anlatmak istediğim ülkemizin güzelliği, ülkemin insanlarının yaşam biçimleri değil. Ne acı ki hepimiz yalnızız! Ve o kadar yalnızız ki kendi çıkışımızı bulmaktan başka çaremiz yok. Bazen eleştirdiğim insanları sevgiyle karşılıyorum. Bu soru içimi acıttı. Çünkü gencecik bir kızımız televizyonlarda yer edinme ya da ünlüler aleminde var olma çabasıyla her şeyi göze alırken onu eleştirip kişiliksiz olduğunu vurguluyoruz, ama varoşlarda çıkışını arayanı daha haklı görmeye çabalıyoruz. Hepimiz aslında aynıyız, aynı çaresizlikle yüz yüzeyiz ve hayat hepimiz için gerçekten çok zor. Bu açıdan baktığımda herkesin çıkış çabasını saygıyla karşılıyorum, ama saygı duyuyor muyum bu ayrı bir konu. Geçtiğimiz günlerde maden faciasıyla 301 ocak söndü ve her biri en az üç çaresiz can bıraktı ardında ve ne acı ki kendi çıkışını bulmak zorundalar artık.
Kentsel dönüşüm neye denk geliyor zihninde?
Komşuluk ilişkilerinin öldürülerek yalnızlaştırılan insanların toplu kamplara (toplu konutlara) sürgün edilişine.
Bir sonraki kitabının konusu belli mi?
Her zaman. Biri bitmeden bir sonrakinin konusu ve notları her zaman hazır olur ve en az iki seçeneğim olur, kararı hangisinde kılacağım psikolojimle alakalı. Tabii şimdi romanımın konusunu açıklayamam.
Toplumsal olayları yakından izlediğin anlaşılıyor. Gezi sonrası edebiyatı nasıl değerlendiriyorsun?
Sindirilmiş korkak çocuklar toplu kavgalara karıştıklarında güçlerini görebilmek ama zarar görmemek için, karşı tarafa değil kendi arkadaşlarına vururlar. Edebiyatı etkileyecek bir olay değil bu.
EDEBİYAT İNSANLARI İYİ İNSANLAR YAPABİLMEK İÇİN VAR
Edebiyat toplumun gerilimine iyi gelir mi sence, edebiyatçıların böyle bir misyonu da var diyebilir miyiz?
Bunun için edebiyat var zaten. İnsanları daha iyi insanlar haline getirebilmek, düşündürmek ve bir değişim yaşamasını sağlamak için. Edebiyatı keyif olarak algılayanlarda var ama iyi bir edebiyatçı okurun keyif alması için değil, bir şey alması için düşünür-yazar. Düşünmeden yazanlar da var keyif vermek için ve düşünemeyen insanlara keyif verdikleri için, bu ülkede hep bir adım öndeler!
Dipten gelen reklamcı şair karakterin çok ilgi çekici, gerçek kişilere mi dayandırıyorsun karakterlerini, karakterlerini yaratırken nelerden faydalanıyorsun?
Gerçeklik payı her zaman ağır basıyor romanlarımda, gerçek ya da kurmaca bunu açıklayamam, sonuçta gerçekçi yazan bir insanım. Ama hiçbir zaman yanılmam, bir şeyi yazıyorsam, onu tanıyanlar muhakkak çıkar. Taykurt dipten gelen değil, dibe vuran ve varoşlara düşen bir çocuktu, üç sene o semtte yaşadı, eğer orada üç sene yaşamamış olsaydı, o kadar başarılı bir yetişkin olamazdı.
BENİ BİRİLERİNİN ANLAMASI ÇOK ZOR GİBİ
Romanında şiir tekniğinden de faydalanıyorsun, farklı türleri bir araya getirmek fikri nasıl doğdu?
Biliyorsunuz ben edebiyat adına her şeyi yazan ender insanlardanım, zaten bu yüzden benim bir rakibim olacaksa o, ancak her şeyi yazabilen olur diyorum. Her şeyi yazabilen bir insan olmanın verdiği avantajı romanlarımda kullanıyorum, bu da benim farkım olsun. 'Mihr'de Ahıskalılar ile öykücülüğümü ve sondaki mektupla denemeciliğimi gösterdim, 'Allah'ın Piyonları'nda da şairliğimi. Ama öylesi şanssız bir dönemde edebiyatçı olarak ortaya çıktım ki, beni birilerinin anlaması çok zor gibi, çünkü basit sözcükleriyle göklere çıkarılan yazarların cirit attığı bir dönem... İnsanları düşünmeye zorladığında seni hiç etmekten çekinmiyorlar!
Yeni bir edebiyat dalgası var artık, sen Türkiye'deki edebiyat dalgasını, yaşıtın yazarları nasıl değerlendiriyorsun?
Dalga gelir ve gider, bu yüzden gelgittir, karaya bıraktığı değerli bir şey olursa tüm dünya ilgilenir. Deniz olmak böyle bir şeydir! Okuma nezaketi göstermediğim kitabın yazarının beni okumasını istemem açıkçası ve o kişi zekiyse, benim duruşumdan ona ne kadar uzak olduğumu görebilir. İnsanlar değişmiyorsa onlar için yapabilecek bir şeyin kalmamış demektir, bu sebeple bile bir gün edebiyatı bir anda bırakabilirim, sonuçta ben de bir insanım.