Hayret bir şey ki hem de ne hayret bi şey!
Yüzlerce televizyon kanalı, onlarca gazete, sayısız kitap ve koca bir internet, bize “gerçeği” sunmak için hazır kıta bekliyor.
Çevrenize bir bakın...
Yüzlerce televizyon kanalı, onlarca gazete, sayısız kitap ve koca bir internet, bize “gerçeği” sunmak için hazır kıta bekliyor.
Ama…
*
X kanalını izlerken öğrendiğimiz gerçekler, Y gazetesini açınca birden şekil değiştiriveriyor.
İşin kötüsü…
Emin olmak için girdiğimiz internet siteleri ve başvurduğumuz kitaplar da ya birini ya da diğerini doğruluyor.
*
Kanıtlar ve karşı-kanıtlar havada uçuşuyor.
Yorumlar, demeçler, görüntüler, ek iddialar, yalanlamalar, alaylar, hakaretler gırla gidiyor...
Ve…
*
En sonunda halen hangisinin daha gerçek olduğunu bilmediğimiz nice gerçekten biri, bizim için bir inanç, bir tercih veya bir zorunluluk haline geliyor.
GERÇEK DEDİĞİMİZ ŞEY NE Kİ?..
Bazılarımız gerçekleri vicdanıyla seçiyor.
Bazılarımız sağduyusuyla.
Bazılarımız menfaatleriyle…
Bazılarımız ise sadece takıldığı ortama göre...
*
Derken…
Sadece kendi doğrularımızın gerçekliğine kapılmış buluyoruz aklımızı. Aslında pek “bulduğumuz” da söylenemez.
Çoğu zaman hissettirmeden kapıp götürüyor bizi olaylar, doğru-yanlış...
Ama…
*
Zamanla, “gerçek” dediğimiz şeyin aslında bizim kim olduğumuzu ifade eden bir tercihten ibaret olduğunu unutup, ona göre tavır belirliyor; ona göre ittifaklar kurup, ona göre savaşlar açıyoruz.
VE NİHAYET…
İnandıklarımız kadar gerçek ve inanmadıklarımız kadar yalan bir dünyada, Allah’a Allah veya kaos olduğunu…
Ya da sadece bizim Tanrımız olduğunu…
Hatta kapitalist olduğunu…
Ve hatta hatta “terörist” olduğunu…
Veya…
Nietczhe gibi “öldüğünü”…
Ya da ateist filozoflar gibi “hiç var olmadığını” kanıtlamaya çalışıyoruz...
*
Hayret bi şeyiz yani…
Bütün bu hayret bi şeyliğimize rağmen, gelecekte “hayret bi şey” olmayan uluslarla rekabet edebileceğimizi sanıyoruz…
Hayret bir şey ki hem de ne hayret bi şey…