Hayal ettiğim için mahkûm olmuştum...
Romanda yer alan içişleri eski bakanı karakterinin kendisi olduğunu iddia edip, “bana hakaret etti” diyen bakan “iftira” davası değil, “hakaret davası” açmıştı…
ADNAN BERK OKAN
On yıl kadar önce bir eski ekonomi bakanı aleyhimde tazminat davası açtı...
On milyar lira tazminat talep etti…
Neden?..
Kendisine “Hakaret” ettiğim için…
Peki…
O ekonomi eski bakanına gerçekten de hakaret etmiş miydim?..
Yoooo…
Peki…
Neden, aleyhimde tazminat davası açmıştı?..
Niçin on milyar lirama göz koymuştu?..
Söyleyeyim de ister gülün…
İster hukuk devletimizin hali pür mealini gözlerinizin önüne getirin…
İster yerel mahkemelerimizin ve yargıçlarımızın hukuk bilgilerinin fukaralığı karşısında dizlerinizi dövün…
Ve bu arada…
Ülkemizi kimlerin yönettiğini görün…
Ey güzel insanlar!..
2004 yılında yayımlanan romanlarımdan birinde, bir batık bankacının başından geçenleri anlatıyordum…
Amacım; “Batık Bankacı” üzerinden Türkiye’de bankacılık, kamu yatırımları, devlet müteahhitliği, hükümet ve devlet bürokrasisi arasındaki kirli ilişkileri gözler önüne sermekti…
Roman kahramanlarım da haliyle şunlardı:
- Özel banka patronları,
- Kamu ve özel bütün bankalardan sorumlu bakanlar,
- Merkez Bankası ve hazine bürokratları,
- Kamu bankası genel müdürleri,
- Kamu bankaları müfettişleri,
- Yargı mensupları…
Bu kurumlarımızda çalışan üst düzey yetkililerin; başbakan, bakanlar ve patronlarla giriştikleri iğrenç ilişkileri paylaşıyordum okurlarımla…
Ancak…
Romanım daha ilk sayfada şu uyarıyla başlıyordu:
“Okuyacağınız romandaki tüm kurum ve kişiler hayalidir. Amacım, ülkede iktidar- patron – bürokrasi, yargı çarkının nasıl işlediğini anlatmaktır…”
Yani…
Romanım kişiler değil “olaylar, soygun, dalavere, haksız servet edinimi” üzerine yazılmıştı.
Ruhunu satmaktan…
Roman karakterlerinden biri eski bir ekonomi bakanıydı (atv’de izleyici rekorları kıran Karadayı’daki içişleri bakanını kendisiyle özdeşleştiren bir içişleri eski bakanı henüz yok; bakalım çıkacak mı?..)...
Dar gelirli bir memur çocuğuydu eski bakan…
Ama…
Oyunun kurallarını piyasanın en iğrenç, sözde “işadamı” ama özde “Soyguncu” olan hırsızlarından öğrenmişti…
Ve öğrendiği kirli ilişkiler kurabilme bilgilerini, fıtratında olan ihtirasıyla birleştirip memurluktan genel müdürlüğe, oradan da ekonomi bakanlığına sıçradığında henüz kırk yaşında bile yoktu…
Yani…
Romanımdaki ekonomi eski bakanı karakteri devlet kurumlarında ve siyasette hızla yükselebilmenin bütün kirli yollarını kullanıyordu…
Vicdanı olmadığı, her şeye “Para, mal, mülk” olarak baktığı için ruhunu satmaktan hiç yüksünmüyordu…
Şimdi lütfen sıkı durun…
Romanımın ilk sayfasında “Bütün kişi ve kurumlar hayalidir” diye not düştüğüm halde…
Evet, evet…
“Bütün kişi ve kurumlar hayalidir” diye not düştüğüm halde…
Ekonomi eski bakanlarından biri mahkemeye dilekçe verip beni şikâyet etti…
Dilekçesi mealen şöyleydi:
“Romanda anlatılan ekonomi eski bakanı benim… Yazar romanda şahsıma hakaret ediyor. Yargılanmasını ve on milyar lira tazminata hükmedilmesini talep ediyorum…"
Yerel mahkemenin yargıcı da bu dilekçeyi kabul edip yargılamayı başlatmıştı…
Burada itirazım yok, olamaz da…
Ben, o kadar güveniyordum ki kendime…
Ve…
Yargımıza…
Avukat bile tutmamış, romanımın ilk sayfasına koyduğum “Şerhi” göndermiştim sadece…
Ve fakat…
Yargıç, romanımda yer alan o iğrenç, kirli, rüşvetçi karakterin, aleyhimde tazminat davası açan ekonomi eski bakanı olduğuna hükmetmişti…
Evet…
Evet…
Evet…
Tam bir kara mizah…
Daha ilginci…
Romanda yer alan içişleri eski bakanı karakterinin kendisi olduğunu iddia edip, “bana hakaret etti” diyen bakan “iftira” davası değil, “hakaret davası” açmıştı…
Yani…
“Ben rüşvet almadım, görevimi kötüye kullanmadım” demiyor, “bana küfür ve hakaret ettiriyor (Başka bir karakter kendisinden de rüşvet alan eski bakanı yerin dibine sokuyordu)” diyordu…
Ve…
Yargıç eski bakanın talebini ve şikâyetini haklı buldu…
“Evet… Bu roman karakteri her ne kadar başka bir isimle anılsa da müştekidir ve yazar bir başka roman kahramanına müştekiye hakaret ve küfür ettirerek kendisini okur karşısında küçük düşürmüştür…”
Yani…
Romanımın daha ilk sayfasında “bütün kurumlar ve kişiler hayalidir” dediğim…
Bakanın gerçek ismini asla anmadığım…
Fiziki tarifini de yapmadığım halde…
Yargıç beni on milyar (Evet evet tam da talep edilen kadar) TL tazminat ödemeye mahkûm etmişti…
Ve…
Ve…
Ve…
Mahkeme bana kararı tebliğ bile etmeden ekonomi eski bakanı icra dairesine teminat yatırıp, cebri icra talep etmişti…
Gerekçesi ne miydi?..
Söyleyeyim:
Tazminatı ödememek için yurt dışına kaçabileceğim gibi, mal da kaçırabilirmişim…
Yaaa…
Yargıtay tarafından yüzde yüz bozulacak bir mahkeme kararı nedeniyle verilen on bin lirayı ödememek için yut dışına kaçacaktım…
Romanlarımdan birinde bile hayal edemeyeceğim bir eylemle suçlanmak ne feciydi…
Ve…
Bir gün akşamüzeri hava kararmak üzereyken kapı zilimiz çaldı…
Karşımda iki resmi giyimli polis, elinde deri çantasıyla bir genç adam, elinde dosyalarıyla bir başka genç adam gördüm…
Ve…
Arkalarında (Az sonra eşyalarımızı aşağıya taşıyacak hamallar olduğunu öğreneceğim) iri yarı iki adam icraya gelmişlerdi…
Saat, beşi geçmek üzereydi ya da geçmişti…
Tabii ki şaşırdım…
İcra yoluyla takip edilen bir borcum yoktu…
Sordum…
Ekonomi eski bakanına on milyar borcum olduğunu, mal haczi yapıp kaldıracaklarını açıkladı eli dosyalı (İcra memuru olduğunu da o arada öğrendim) genç adam…
Haberim olmadığını, tebligat da almadığımı söyledim…
Dosyayı açıp en üstten bir “İhtiyati Haciz Kararı” çıkardı…
Yapacak bir şeyim yoktu…
Öncelikle piyanoma saldırdılar alıp götürmek için…
“Her şeyi alın götürün ama piyanoma dokunmayın… Çünkü onu herkes taşıyamaz, herkes nakledemez. Arkadaşlar (Hamalları gösterdim) götürürse akordu bozulur… Bu sorunu yarın mutlaka çözerim ama olan piyanoma olur” dedim…
Eli deri çantalı olan genç adam (Ekonomi eski bakanının avukatıymış) kabul etmedi…
Eliyle de işaret edip “alın götürün” dedi hamallara…
İcra memuru “hacze kabil mal yeterli miktarda var; daha kolay taşınacak olanları alalım piyano kalsın, sorumluluk bana ait” deyince avukat ısrardan vazgeçti…
Televizyon, koltuk, bilgisayar, buzdolabı falan aldılar…
Gittiler…
Ertesi gün…
İcra dairesine banka teminat mektubu yatırdık, icrayı kaldırdık…
Eşyalarımızı aynı gün alıp geri getirdik…
Ama…
Bir dünya da masraf ettik…
Tabii hemen işin peşine düştüm…
Temyize başvurdum…
Temyiz mahkemesi talebimi kabul etti…
Romanın en başında bütün karakterlerin ve kurumların “hayali” olduğunun belirtildiği; kitapta davacı ekonomi eski bakanının adının hiç geçmediği, roman yazarlarının hayal güçlerinden doğan karakterler yüzünden mahkûm edilemeyeceği falan gerekçe gösterilerek yerel mahkemenin kararı bozuldu…
Teminat mektubunu geri aldık…
Dava da böylece kapanmış oldu…
Türkiye’nin en çok okunan, en büyük, en etkili gazetesinin en ünlü kitap eleştirmenine anlattım durumu…
İnceledikten sonra köşesinde şunları yazdı:
“Bir roman kahramanı için ‘bu kişi benim ve burada bana hakaret var’ deyip dava açmak da bu davayı kabul edip yazarı cezalandırmak da demokrasi ve hukuk ayıbıdır. Bu ayıbı Avrupa Birliği üyelerine anlatamaz, rezil oluruz…”
O günlerde Yargıtay rezil olmamızı engelledi…
Yerel mahkeme de ilk verdiği kararda ısrar etmeyip, yüce mahkemenin kararına uydu, kendi kararını bozdu…
Bütün yargıç ve savcıklarla değerli meslektaşlarıma naçizane tavsiyem…
Roman ve dizi film kahramanlarından (Hayali), o romanlarda ve dizilerde geçen olaylardan tutuklu yargılamaktan, köşelerinizde ve haberlerinizde yargısız infaz yapmaktan lütfen vazgeçin…
Aksi halde bütün dünyaya rezil oluyoruz…