Haşmet Babaoğlu günün yazarı
Haşmet Babaoğlu Sabah'taki "Rusya... ve biz" başlığı altında yayımlanan yazısıyla günün yazarı olmaya hak kazandı
Siyasetin ve devlet insanlığının mektebi yok...
Siyaseti ve devlet insanlığını mektepte öğrenenler, yeteneklerine göre çok başarılı birer bürokrat olabilirler...
Ama...
Başarılı bir siyaset ve devlet insanı olabilmenin yolu, bizzat siyaset yapmaktan ve Devleti yönetmekten geçer.
*
Haşmet Babaoğlu'nun bugünkü Sabah'ta "Rusya... ve biz" başlığı altında yayımlanan yazısını okurken, az önce okuduklarınız geçti aklımdan...
*
Çok güzel, çok gerçekçi bir yazı...
Siyasette bugünün doğrusunun yarının da doğrusu olacağını iddia etmek akıl dışıdır.
Ama bazen...
Bugünün yanlışı gelecekte "doğru" olarak da çıkabilir karşınıza...
Yeter ki yönettiğiniz ülke ve halkı kazanmış; en azından kaybetmemiş olsun.
*
Evet...
Haşmet Babaoğlu günün yazarı...
Rusya... ve biz...
Dünyayı iyi okumak zorundayız.
Klişeleri bir yana bırakıp belki her gün baştan düşünmek, tartmak, anlamak için...
Aksi takdirde, dünyayı, bölgemizi, ülkemizin başına gelenleri kavrayamayacak ve bizi oraya buraya çekiştirenlerin ardından sürükleneceğiz.
Şuradan başlayalım...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yıl üç ay gibi kısa bir süre içinde Rusya Devlet Başkanı Putin'le sekizinci kez bir araya geldi.
Olağanüstü bir durum bu.
Net. Hiç tartışmasız.
Büyük savaşlar öncesinde liderler arasında diplomatik trafik yoğunlaşır. Ama o zaman bile yüz yüze görüşmeler bu kadar sıklaşmaz.
O halde bir büyük uluslararası kriz ve dönemecin eşiğinde, hatta içinde olduğumuzu bilmeliyiz.
S-400 konusu falan...
Bunlar esasın çevresindeki detaylar.*** Peki Erdoğan'ın sürekli görüştüğü Putin, hangi Putin?
Yüzde ellinin üzerinde oy alarak ilk kez Başkan seçildiğinde, yani 2000 yılında şöyle demişti Putin: "Rusya'nın kültürü onu Avrupa uygarlığına bağlıyor."
Erdoğan'ın muhatabı o Putin değil.
Hangisi? Tabii ki, son başkanlık dönemine 7 Mayıs 2012'deki şu konuşmasıyla şekil veren Putin: "Büyük bir millet olma onuruna yeniden vardık... 21.yüzyılda Rusya'nın milli öncelikleri her şeyin üstündedir."
Fark etmişsinizdir...
Benzer bir süreci yaşayan...
Benzer karakterde siyasi imtihanlardan geçen...
Ve benzer sonuçları, hatta cümleleri hayata geçirmeye çalışan iki lider.
Bunlar on yıl önce söylense, güler geçerdik. Şimdi tamamen gerçek.*** Ancak tam burada durup bir daha bakmalıyız.
Rusya'yla bir süredir anlaşıyor, birlikte politika üretiyoruz ama benzemeyen yanlarımız da çok kritik özellikler taşıyor.
Rusya eli her yere uzanan devasa bir nükleer güç ve ekonomi.
Üstelik sadece şimdi değil, hep kuşatma altındaydı.
Bir bakarsınız...
Tıpkı Sovyetler Birliği gibi, çok sıkışırsa büyük rakipleriyle "detant" (yumuşama/ gerginliği durdurma/ harita ve çıkarları mevcut haliyle koruma) politikasına geçiverir.
Türkiye öyle değil.
Batıyla uzun yıllara dayanan stratejik ortaklığı sallanıyor. NATO sinsi bir düşmana dönüştü.
Türkiye kendisine kurulan tuzakları "durarak" atlatamayacağının bilincinde. Aynı anda birçok hamleyi birden yapmak zorunda.
İşte bu yüzden Erdoğan'ın Rusya, Kuveyt ve Katar ziyaretleri hayati önemde.
Çünkü bölgedeki istikrarı korumak aynı zamanda kendimizi korumak anlamını taşıyor.
Klişeleri bir yana bırakıp belki her gün baştan düşünmek, tartmak, anlamak için...
Aksi takdirde, dünyayı, bölgemizi, ülkemizin başına gelenleri kavrayamayacak ve bizi oraya buraya çekiştirenlerin ardından sürükleneceğiz.
Şuradan başlayalım...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yıl üç ay gibi kısa bir süre içinde Rusya Devlet Başkanı Putin'le sekizinci kez bir araya geldi.
Olağanüstü bir durum bu.
Net. Hiç tartışmasız.
Büyük savaşlar öncesinde liderler arasında diplomatik trafik yoğunlaşır. Ama o zaman bile yüz yüze görüşmeler bu kadar sıklaşmaz.
O halde bir büyük uluslararası kriz ve dönemecin eşiğinde, hatta içinde olduğumuzu bilmeliyiz.
S-400 konusu falan...
Bunlar esasın çevresindeki detaylar.
Yüzde ellinin üzerinde oy alarak ilk kez Başkan seçildiğinde, yani 2000 yılında şöyle demişti Putin: "Rusya'nın kültürü onu Avrupa uygarlığına bağlıyor."
Erdoğan'ın muhatabı o Putin değil.
Hangisi? Tabii ki, son başkanlık dönemine 7 Mayıs 2012'deki şu konuşmasıyla şekil veren Putin: "Büyük bir millet olma onuruna yeniden vardık... 21.yüzyılda Rusya'nın milli öncelikleri her şeyin üstündedir."
Fark etmişsinizdir...
Benzer bir süreci yaşayan...
Benzer karakterde siyasi imtihanlardan geçen...
Ve benzer sonuçları, hatta cümleleri hayata geçirmeye çalışan iki lider.
Bunlar on yıl önce söylense, güler geçerdik. Şimdi tamamen gerçek.
Rusya'yla bir süredir anlaşıyor, birlikte politika üretiyoruz ama benzemeyen yanlarımız da çok kritik özellikler taşıyor.
Rusya eli her yere uzanan devasa bir nükleer güç ve ekonomi.
Üstelik sadece şimdi değil, hep kuşatma altındaydı.
Bir bakarsınız...
Tıpkı Sovyetler Birliği gibi, çok sıkışırsa büyük rakipleriyle "detant" (yumuşama/ gerginliği durdurma/ harita ve çıkarları mevcut haliyle koruma) politikasına geçiverir.
Türkiye öyle değil.
Batıyla uzun yıllara dayanan stratejik ortaklığı sallanıyor. NATO sinsi bir düşmana dönüştü.
Türkiye kendisine kurulan tuzakları "durarak" atlatamayacağının bilincinde. Aynı anda birçok hamleyi birden yapmak zorunda.
İşte bu yüzden Erdoğan'ın Rusya, Kuveyt ve Katar ziyaretleri hayati önemde.
Çünkü bölgedeki istikrarı korumak aynı zamanda kendimizi korumak anlamını taşıyor.