Hasan Bülent Kahraman kazandı...
Hasan Bülent Kahraman, olaylara siyah ve beyaz pencereden bakanları incitmeden açtığı bir başka ve çok daha renkli pencereden gördüklerini yazıyor…
Medyada, Ak Parti hükümetlerinin en ciddi, samimi ve güvenilir destekçisinin Sabah & atv olduğu gerçeğini herkes kabul ediyor…
Hasan Bülent Kahraman’ın da gurubun prestijli yazarlarından biri olduğunu akıl ve vicdan sahibi hepimiz kabul ediyoruz.
Kahraman bugünkü SABAH’ta “Stabilizasyon” başlığı altında yayımlanan makalesinde de yine güvenilir…
Yine ciddi…
Yine samimi…
Yine objektif…
Olaylara siyah ve beyaz pencereden bakanları incitmeden açtığı bir başka ve çok daha renkli, çok daha sağlıklı pencereden gördüklerini yazıyor…
Ve…
Kazanıyor…
STABİLİZASYON
İnsanların farklı yorumları temel gerçeği değiştirmez. O yorumlarda saklı olan değişik gerekçeler elbette önemlidir. Konuya başka açılardan bakma imkânı sağlar. Gene de gerçek gerçektir ve bu yorumların tümünden daha önemlidir.
Türkiye için temel gerçek bugün 'destabilizasyon'dur. Yani Türkiye'nin bir çalkantıya sürüklenmesi, bir çalkantı içinde bulunması, kalması. Bu halin sebeplerini birbirinden ayrı görüşlerle irdelesek de gerçek budur.
***
Şaşırtıcı bir gerçekten söz ediyorum. 2002'den bugüne kadar sürekli, kesintisiz, tek parti iktidarıyla devam etmiş bir ülke şimdi aynı koşulların sürmesine rağmen ve daha bir yıl önce yapılan (bize üstünden bir asır geçmiş gibi gelen) seçimlerde % 50'ye yakın oy aldı. Yani, 2002'den bu yana değişen bir şey yokmuş gibi görünüyor.
Ama 2015'ten bu yana iğrenç darbe girişimleri oldu, bombalar patlatıldı, insanlar öldürüldü. Türkiye kendisini ağır bir ateş, tehdit ve hücum altında hissediyor. Hatta bunu fiili olarak yaşıyor. Türkiye bir destabilizasyona sürüklenmek isteniyor. Muhtemelen daha zayıf bir hükümet, daha düşük bir siyasi taban desteği, daha yetersiz bir yönetici profili olsaydı o destabilizasyon girişimi çok daha önceleri çok daha vahim noktalara eriştirilecekti. Darbe girişimi buydu!
***
Fiili gerçek bu mu, bu! Bunu reddedecek bir değerlendirme söz konusu mu, hayır!
Şimdi iş yorum farklarına geliyor. Bir çevre bu halin Türkiye'yi zayıflatmak isteyen çevrelerden kaynaklandığını vurguluyor.
Bunun bir 'saldırı' hali olduğunu belirtiyor. Bunu dış dünyaya, Batı'ya, tarihsel uzantılara bağlıyor. Diğer kesim de tam tersini vurguluyor. Türkiye'deki yönetimin niteliğinden, yönteminden kaynaklanan bir durum olduğunu belirtiyor bunun.
Bu iki yorumun da ortak noktası belli: dış güçler!
O zaman ben farklı bir yorum deneyebilirim...
***
Bence Türkiye, Davutoğlu gönderilene, Rusya'yla gerilim aşılana kadar dünyada da çeşitli biçimlerde devam eden genişlemeci dönem politikasını sürdürdü. Herkes kazanmıştı, kazanıyordu, kimsenin kimsede fazla gözü yoktu. Ama 2015'ten itibaren, bilhassa İngiltere'nin AB'den çıkmasından sonra dünya dengelerinde ciddi değişiklikler oldu. Eski ittifaklarda önemli çözülmeler yaşandı. Bu bir daralma dönemidir.
Türkiye böyle bir döneme girildiğini yeterince sezemedi ve o dönemde de genişlemeci dönemin refleksleriyle hareket etti. Fakat Trump'ın seçilmesine giden yolu gördüğünde kendisini geri çekti. Rusya'yla yakınlaştı. Rusya'yla yakınlaşmak demek OD politikasını yeni bir dengeye oturtma çabasıydı. Bu gerekiyorsa Suriye politikasında da revizyondu. Gerçekleşti.
Şimdi kayıp iki halka var. Birincisi Trump döneminin OD ve İslam'a karşı sürdüreceği politikayı görmek ve sezmek. Bu öyle az buz bir şey değildir. Türkiye'nin bu dönemde Rusya'yla yakınlaşması önemlidir. Ama bu Amerika'yla yeni bir politika oluşturma ihtiyacını yabana atmayı gerektirmez.
Stabilizasyonun önemli bir bölümü buradan kaynaklanacaktır.
İkincisi, destabilizasyonun iç politika bacağıdır. Orada da bir 'konsolidasyon'a gitmek kaçınılmazdır. Daha geniş mutabakatlar, daha demokratik yaklaşımlar, daha uzlaşmacı tutumlarla o parantezin de dünyadaki yeni daralma dönemi politikalarına uygun biçimde geliştirilmesi gerekiyor.
Her zaman söyledim. Türkiye asla dünyadan kopuk değildir, dünyanın ortasındadır.