Hasan Bülent Kahraman günün köşe yazarı
Hasan Bülent Kahraman akademik ahlâkla yazdığı makalesiyle “Günün Köşe Yazarı”…
“Türkiye medyasının bütün yazarları bilgi versin, kavgadan kaçınsın” dediğimiz yok…
Yani…
“Herkes Hasan Bülent Kahraman” gibi yazsın da demeyiz…
Ne haddimize?..
Ama…
Az sonra okuyacağınız makaleler gibi yazanların sayısı, kavgacı zibidilerden fazla olduğu gün bilin ki Türkiye zaten işi bitirmiş…
Demokrasisi de hukuku da ekonomisi de seviye atlamış…
Evet…
Hasan Bülent Kahraman akademik ahlâkla yazdığı makalesiyle “Günün Köşe Yazarı”…
HALKI CUMHURİYET, HALKSIZ CUMHURİYET
HASAN BÜLENT KAHRAMAN / SABAH / 31.10.2016 PAZARTESİ
Cumhuriyet halk demektir. Dünyanın bütün dillerinde böyledir. 'Res publica' halk anlamına gelir. Bizim 1923'te kurulan Birinci Cumhuriyetimiz büyük, görkemli ve muhteşem bir adım attı. Kim ne derse desin, Tanrısal ve göksel olan egemenliği o bulunduğu yerden alıp millete verdi. Bu tabii ki devrimci ve tarihi bir hamleydi.
Dikkatinizi çekeyim ve hiçbir zorlamaya, spekülasyona pey vermeksizin belirteyim, egemenlik millete verilmişti.
Millet, ister ırsi, ister kültürel olsun tek etnik grubun oluşturduğu homojen kitleydi. Dolayısıyla egemenlik çok daha heterojen, karmaşık, çeşitliliğe dayanan halkın değildi. Hatta çok milletli (bunu ırsi manada kullanıyorum, Osmanlının 'millet' dediğinde anladığı dini manada değil) imparatorluğun bu mirası da o bağlamda reddediliyordu.
Doğal. Mustafa Kemal Paşa bu işlerin, evet, tek banisiydi. Onunla beraber Cumhuriyet fikrine sahip olanlar yoktu yakın çevresinde. Hatta cumhuriyet düşüncesinin ne kadar 'muzır' bulunduğu Kazım Karabekir'le ilk anayasa metni üstüne sürdürdükleri yazışmalardan bellidir.
Mustafa Kemal bir 19. Yüzyıl askeriydi. Çevresindeki Pozitivist düşünürlerden insanlığın ilerlemeci özelliğini, dünyanın gene dünyanın bilgisiyle açıklanabileceğini öğrenmişti.
Cumhuriyet, laikliği, şu belirttiğim Tanrı-insan çelişkisi etrafında çözümleyen ana imkandı Mustafa Kemal'e göre. Ama aynı zamanda bir elit yönetimiydi. Çünkü, Pozitivizm, 'aydınların' yani dinden arınarak dünyayı dünya bilgisiyle açıklayan 'aydınlanmış' insanların otoriterliğini bir ilke olarak onlara belletmişti. Doğallıkla Cumhuriyeti elitler kurdu. Elitler, ordubürokrasi- aydınlardan oluşan bloktu. Cumhuriyetin ilkelerini yöntemini ve yönetimini bu blok sağladı.
Daha sonraki kuşaklar, Atatürk'ün biraz da çaresizlik içinde bir ilk hamle olarak biçimlendirdiği cumhuriyeti kendi konfor ve iktidarları bakımından sürdürdü.
Halkın olmadığı, gayet somut bir millet telakkisine dayalı 'sistemik' Cumhuriyetin daha genişleyerek demokratlaşmasını ne istediler ne de kabul ettiler. Ordu-bürokrasi-aydınlar üçlüsü bu kadarıyla yetindiler. Yani Cumhuriyeti sadece laikliğin bir aracı olarak değerlendirdiler. O kadar yetindiler ki, her darbeye bu kesim onay verdi. Onay verdi ne demek, bu üçlü her defasında darbe yaptı.
İkinci Cumhuriyet bir yanıyla şimdi başlıyor.
Büyük değerler ve hedefler içinde ama halksız cumhuriyetten şimdi halkın kendisini hissettiği ve hissettirdiği bir cumhuriyete geçiliyor. Demokrasi bakımından hala çok ciddi sorunlar var. Ama demokrasinin kurucu özü olan halk bu defa işin içinde görünüyor.
Ayırt edici temel unsur ise din. Birinci Cumhuriyetin tümüyle dışladığı ve devre dışı bıraktığı İslam ve Müslümanlık bu defa hakimiyetini duyuracaktır. 15 Temmuz'daki direniş açıkça halkın kendi kimliğine, o kimlik etrafında kurduğu iktidar(ın)a yönelik bir tehlikeyi bertaraf etmek maksadını güdüyordu.
O nedenle bunu 'devrim' olarak nitelendirdim. Fransız Devrimini yere göğe koyamayanlara bir kötü haberim var: o devrimde de burjuvazi aristokrasiye karşı aynen bu şekilde, aynen bu anlayışla yakalanıyordu.
Ne yapalım tarih ve kader...