Günün köşe yazarı Fatih Altaylı
Medya, Diyarbakır'da başlayan anne feryadını duyurmaya devam etmeli. Yazarlar, televizyoncular ve aydınlar her ortamda bu feryada kulak kesilmeli ve sonuna kadar arkalarında durmalı. PKK'nın gencecik çocukları nasıl kandırdığını, kaçmak isteyenleri nasıl işkencelere tabi tuttuğunu dile getirmeli. Tıpkı 90'larda şahit olduğu hikayeleri yazan Fatih Altaylı gibi...
Bir anne düşünün... Düşünün ki, evladı henüz 15 yaşına bile girmeden PKK tarafından dağa kaçırılmış. Eline silah verilmiş ve sefil bir hayatın içinde...
İşte Hacire ana ile başlayan eylemlerin vicdanlara dokunan tarafı bu annelerin evlatları için ortaya koydukları feryat...
Acı olanı ise bazı siyasetçilerin, yazarların ve aydınların o annelerin eylemlerini hedef alması, karalaması veya görmezlikten gelmesi.
İşte Fatih Altaylı, Diyarbakır'da başlayan ve Türkiye gündemine oturan annelerin PKK'nın kaçırdığı evlatları için yaptıkları eylemlere dil uzatanlara karşı yazdığı yazı ile günün köşe yazarı olmayı hak ediyor.
Altaylı, yazısında 90'lı yıllarda hapishanede şahit olduğu olayı aktararak annelerin PKK'ya karşı verdiği mücadeleye destek oldu.
Altaylı'nın aktardığı hikayeler, tıpkı bugün yaşanan olaylardaki gibi PKK'nın gençleri nasıl kandırdığını ve dağda yaşanan sefih hayatı ortaya koyar cinsten...
İşte yazının ilgili bölümü:
Diyarbakır’da evlatlarını dağa götürenlere tepki göstererek HDP il merkezi önünde toplanan annelere destek büyüyor. Evlatlarını kurtarmak isteyen annelerin sayısı da artıyor. Doğaldır, kim ister ki evladı dağa gitsin. Sefalet içinde yaşasın. Sonunda bir kurşunla hayatını kaybetsin. Bazen bir askerin. Bazen de bir PKK’lının kurşunu, yani örgüt içi infaz ile. Ömrü siyasal Kürt hareketi ile geçmiş, HDP dışında hiçbir yerde siyaset yapmamış ana babalar bile evlatlarını PKK’ya kaptırmaktan korkuyor. Diyarbakır’ın Sur ilçesinin eski belediye başkanının oğlunu PKK’ya kaptırmamak için verdiği mücadele hâlâ hafızalarda. Tek örnek de o değil. Aslında bu durum yeni değil. PKK’nın çocuk yaştakleri devşirip dağa götürmesi ve onların aileleri tarafından kurtarılmaya çalışılması eski ve bitmeyen bir hikayedir. 1990’lı yılların tam ortasıydı. Diyarbakır Cezaevi’nde bir Teke Tek çekmiştik.
Asıl amacımız, o dönem PKK’dan kaçıp devlete sığınan Abdülhakim adlı bir teröristin örgütle ilgili anlatacaklarını kayda almaktı. Ancak cezaevindeyken, bir grup genç ile karşılaştık. Genç dediğim, 15 ila 18 yaş arasında çocuklar. Hepsi çocuk yaşta PKK’ya katılmış sonrasında da örgütten kaçmak için yıllarca mücadele etmiş çocuklar. Her denemelernde yakalanıp, örgüt tarafından “özeleştiriler” alınmış ve ağır işkencelere maruz bırakılmış çocuklar. Hiç unutmuyorum. 14-15 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Yaşı tam bilinmiyordu çünkü nüfusa kayıtlı değildi. Ana babası ölmüş, nenesi tarafından yokluk içinde büyütülmeye çalışılırken, dağa kaçmıştı. “Niye dağa gittin?” dye sormuştum çocuğa. “Açtım, evimizde su bile akmıyordu. Örgütten bahsedenler dağda çok güzel binalar olduğunu, sürekli yemek verildiğini, odalarda sıcak sulu banyolar olduğunu söylediler. O yüzden gittim” demşti. Gitmiş, anlatılan gibi olmadığını görmüş, geri dönmek istemiş ama yollanmamıştı. Her kaçma denemesinde yakalanmış ve dövülmüştü. Sonunda bir punduna getirip, askerlere teslim olmuştu.
Bir başka genç kızın ise her yerinde derin yanıklar vardı. Birkaç kez kaçmaya çalışmış, en sonunda üzerine eritilmiş naylon dökülerek işkenceye uğramıştı. Anlattığı buydu kızın. 16-17 yaşında ya var ya yoktu. Benzer durumda erkek çocukları da vardı ama çoğunluk kız çocuklarıydı. Güneydoğu’daki analar bu durumları yıllardır çok iyi biliyorlar. O yüzden de evlatlarını geri getirmek için uğraşıp duruyorlar. Bilyorlar ki, örgüte katılmak kolay. Ama ayrılmak zor. Hatta imkansız...