Gözünüz aydın: O artık Galatasaraylı değil…
Yazdığı yazıdan anlaşılıyor ki Hıncal, kırk yıllık karısını menopoza girdiği için boşayan adamlara benziyor...
ADNAN BERK OKAN
Daha önceki yazılarımdan birinde, dünyanın gelmiş geçmiş en azılı gangsterlerinden Amerikalı çifte tabancalı Crowley'e benzetmiştim Hıncal Uluç'u...
Crowley, öldürdüğü maktülün başına oturup ağlar, yerde cansız yatan kurbanına, ne kadar iyi bir insan olduğunu, göğsünde nasıl da merhametli bir kalp taşıdığını anlatır ağlardı...
Uluç da "dostum" dediği (Alp Yalman, Merhum Özhan Canaydın, Adnan Polat vd) insanları yerin dibine batırır, ne onurlarını bırakır, ne şereflerini...
Yani önce o değerli insanların ruhlarını katleder, haysiyetlerini yerlerde süründür, sonra da "Tavuk Suyuna Çorba" öyküleri yayımlayıp aslında kendisinin nasıl da "iyi bir insan" olduğunu anlatır dururdu okurlarına...
Bugün baktığımızda görünen tablo şu:
O'nun "dostum" diyerek hakaret ettiği o değerli insanlar, "Hıncal'ın kırdığı kalpler sokağı" sakinleri olarak, adının geçtiği yerden hızla uzaklaşıyorlar...
Öyle ki; onların gözünde Hıncal, “iyi” görünmeye çabalayan “kötücül” biri artık...
En büyük samimiyetinin samimiyetsizlik olduğu konuşuluyor adı geçtiğinde...
Bugünkü yazısında Galatasaray Kulübü Başkanı Adnan Polat için (hem de adamın hayatının en mutlu günlerinden birinde) yazdığı yazıdan anlaşılıyor ki Hıncal, kırk yıllık karısını menopoza girdiği için boşayan adamlara benziyor...
Tabii ki öyle bir boşanma O'nun meşrebine uygun olabilir…
Ama…
Bu halkın geneli için normal değil…
Çünkü bu milletin atasözlerinden biri şöyle der:
"Allah bile kulunun karasını yüzüne vurmamıştır"...
Kaldı ki...
Ortada ne kara vardır, ne suç, ne yolsuzluk, ne de hırsızlık...
"Ama sportif başarı da yoktur" diyenlere hatırlatırım:
Ülkemizin en temiz ahlâklı, en dürüst, en haysiyetli yurttaşlarından biri olan Prof Ali Uras'ın başkanlığı döneminde Galatasaray 13 yıl şampiyon olamadı...
Ama...
UEFA ve Süper Kupa şampiyonu Galatasaray'ın temeli işte o 13 yılda atıldı...
Bu sezonun ilk yarısında "başarılı" olamayan Galatasaray'ın, Telekom Arena'da Ajax'la oynadığı maçın son yirmi dakikasında 11 futbolcunun 9'u 24 yaşın altındaydı...
Sadece Cana ve Mustafa 24 yaşın üzerindeydiler ki onlar da 30 yaşın altındalar henüz...
Yine Hıncal'ın dünkü (15.01.2011) SABAH'ta başlığı altında yayımlanan yazısına döneyim..
Nasıl Galatasaraylı olduğunu anlatıyor...
Eğer anlattıkları doğruysa ancak bir ruh hastasının yapabileceği şey...
Çünkü...
İnönü'de oynanan bir maçın başında henüz(!) Beşiktaşlı...
Daha doğrusu o öyle biliyor (amma da komik mi?.. Vallahi kendisi öyle diyor)...
Maçta Galatasaray bir gol atınca bizimkisi ayağa fırlayıp seviniyor...
Ve kendi kendine şöyle diyor:
"Oğlum Hıncal, ne kendini kandır, ne etrafını.. Sen resmen Galatasaraylısın.."
Arkadaşlar...
Bunu yazan adam on yaş altı çocuklardan biri değil...
O zamanlar da bir futbol gazetecisi...
Ve soruyorum...
İçinizde bir Beşiktaş - Galatasaray (veya Fenerbahçe - Galatasaray) maçına Beşiktaşlı (veya Fenerbahçeli) girip maçta Galatasaraylılığa döneniniz var mı?..
Okuyanlar hatırlayacaklardır; Goethe, Faust isimli eserinde “Palyaço” üzerinden anlatır bazı kişilerin ruh yapılarını...
Çok okuduğuyla övünen Uluç, Goethe'den etkilendi mi bilemem ama bugünkü yazısından anlayabildiğim kadar, bir golle birlikte Beşiktaşlılıktan istifa edip Galatasaraylı olması, bana Palyaço'nun ruh halini hatırlattı...
Sanki hayatını sevgi aramak, bulunca da mutlu olmak için değil de “eğlenmek” üzerine şekillendirmiş Hıncal Usta…
Hayat sadece "eğlence" temelli olursa ne inanç olur insanda, ne ilke, ne onur...
Oysa Galatasaraylılık öyle sıradan bir hissetmeyle olacak şey değil…
Ona bakarsanız insanoğlu “korku” hissiyle de tavır alır, duruş sergiler…
“Çıkar” hissiyle de…
Belli ki Hıncal o gün “çıkar” duygularının etkisiyle Galatasaraylı olmuştu...
Tıpkı bugün Galatasaraylıları aşağılarken hissettiği(!) duygular(!) gibi…
Yakın çevresine bakıyorum da “gerçek dost” hiç yok…
Olan eskiler de uzaklaşmış…
Neden?..
Çünkü gerçek dostlukta “çıkar” olmaz…
Hıncal için ise “çıkar” yoksa “dostluk” da yoktur…
Ve işte bu sebepten olsa gerek yakın çevresinde ya karşılıklı hakaretleşmelerden sonra “çıkar” hedefiyle gerçekleştirilen uzlaşmalar, kucaklaşmalar vardır…
Ya da korkunun, kuşkunun taşıdığı birliktelikler…
Hâsılı...
Hıncal hiçbir zaman “Galatasaraylı” olmamıştı…
Olamamıştı…
Ya gazetecilikte avantaj elde etmek için Galatasaraylı görünmüştü…
Ya da Galatasaray’ın zengin başkanlarının sofralarında yer kapabilmek için…
Aslında Galatasaray O'nu sarmış sarmalamıştı sadece…
O günlerin Galatasaray’ı, mesleğinde yükselmesi için devasa bir merdiven olmuştu O'na…
Çıktı basamakları, çıktı, çıktı…
Sonra zannetti ki o yükseklikte oluşunu birbaşına başardı…
Kendisini yükselten mukaddes Galatasaray Merdiveni’nin daha da büyüdüğünü göremedi…
Merdivene tepeden bakmaya başladı…
O mukaddesin küçüldüğünü sandı bu sefer de…
Ama…
Sadece sandı…
Şu andaki gürültü, o merdivenden düşüşünden gelen sesler...
Peki...
Hıncal niçin Galatasaraylı olmamıştı?…
Neden olamazdı da?..
Çünkü...
Genleri o soylu kulübün genlerine uymuyordu…
Ve...
Bugün ilk kez yürekten alkışlıyorum Hıncal Uluç'u…
Çünkü O, Galatasaray ve Galatasaraylıların yakasından düşünce Galatasaray rahatlayacak…
Çünkü bundan sonraki hakaretlerini bir başka kulüp forması altında yapacak..
Ve o karalamalara, aşağılamalara hiçbir Galatasaraylı üzülmeyecek…
Çünkü Galatasaraylılar O'nu hiçbir zaman ciddiye almadılar...
Ama...
“Galatasaraylıyım” deyip kulüp yönetimlerine hakaret ve küfür etmesi bütün camiayı incitiyordu…
Gözünüz aydın Galatasaraylılar!..
Hıncal artık Galatasaraylı değil...