Gazeteciler çabuk pes ettiler!
Bağımsız medya eleştiri sitesi Medya Günlüğü'nün "Pazartesi Söyleşileri"nin bu haftaki konuğu gazeteci Ruşen Çakır oldu.
Bağımsız medya eleştiri sitesi Medya Günlüğü'nün "Pazartesi Söyleşileri"nin bu haftaki konuğu gazeteci Ruşen Çakır oldu.
1980'lerde Nokta dergisi için İslami kesime ilk mikrofon uzatan, görüşlerini ilk kez dile getirmelerine aracılık eden gazeteci olan Çakır özellikle "İslami cemaatler" alanında uzmanlaştı. Yaklaşık 30 yıldır mesleğin içinde bulunan Çakır, medyanın bugünkü durumundan hükümeti ve Fethullah Gülen Cemaati'ni suçluyor, ancak gazetecileri de baskı karşısında "hemen pes ettikleri" için eleştiriyor, "Artık haberden korkan bir medya var!"diyor.
Cemaat-Hükümet çekişmesi için, "Sanıldığı gibi kardeş hareketler değillerdi" diyen Çakır, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın yanında yer alan bazı kişilerin "eskiden İslamcılardan nefret ettiğini" söylüyor.
Çakır'a göre, Erdoğan'la Fethullah Gülen arasındaki en büyük fark, Batı karşıtlığı. Erdoğan'ın Gezi olayları sonrası kaybetme sürecine girdiğini düşünen, 3 Temmuz 2011'de Fenerbahçe'ye karşı yapılan operasyondaki tutumu için "Cemaat'in büyük stratejik hatası"diyen Çakır, Medya Günlüğü'nden Cenk Başlamış'ın sorularını şöyle yanıtladı:
İSLAMİ HAREKETLER UZMANLIĞINA İTİRAZIM YOK
-Türkiye'de gazetecinin bir alanda uzmanlaşması pek görülmüyor. Siz "uzman" kabul edilen az sayıda gazeteciden birisiniz. Kendinizi tam olarak ne uzmanı görüyorsunuz?
-Üzerimde kalan "İslami hareketler uzmanlığı". Buna itirazım yok ama her türlü toplumsal, siyasi hareketleri, Kürt hareketini, Türk milliyetçiliğini araştırıyorum. İlgilenmediğim tek konu, kendi içinden geldiğim sol hareket. Yazmak istemiyorum çünkü moralim bozuluyor! Bunun dışında sosyal hareketlerin çoğuyla ilgileniyorum. Bir dönem MHP öne çıkıp Fazilet Partisi geride kaldığında bana "Senin devrin kapandı.." demişlerdi ama o kapanmıyor. Şu anda esas olarak İslamcılık ve Kürt meselesi üzerinde çalışıyorum.
KÖTÜ BİLGİ ZEHİRLER
-Bir gazetecinin bir konunun uzmanı olması ne demek sizce?
- Gazeteci her şeyi bilmez, her şeyi bileni bilir. Bu çok önemli. Bizde her şeyi bilme iddiasındadır insanlar! Önemli olan kaynaklara ulaşmak, kaynaklar arasında seçici olmak, doğru isimleri bulmak, doğru yayın organlarını takip etmek, iyi kitaplar okumak. Kötüden uzak durmak lazım çünkü bazı konularda kötü yayınlar okuduğunuz zaman zehirleniyorsunuz. Biraz kafanız çalışıyorsa, biraz da sosyal bilimlerle ilgili az buçuk metodoloji biliyorsanız bu iş olur. Ama sorun şu: Size bir soru geldiği zaman bu sorunun cevabını vermek yerine cevabını aramak lazım. Her şeyi bilen kişi olduğunuz zaman uzman olmuyorsunuz, ukala oluyorsunuz! Bir de, çok şey bilen ama bunu analitik olarak değerlendiremeyen insanlar var. Örneğin, gazeteci olma iddiasındaki bir takım insanların elinde polis dosyaları, istihbarat raporları var. Mesela şu anda yürütülen Selam-Tevhid tartışmasında birileri polisin hazırladığı dosyalarla gazetecilik yaptıklarını iddia ediyor. Halbuki bu tür raporlara, yani polisin size servis ettiğini raporlara eleştirel gözle baktığınız zaman gerçek gazetecilik yapabilirsiniz. Yani bunu başka yerden check etmek (doğrulatmak) gerekiyor. Onu yapmıyorlar, hazıra konuyorlar. Bir, "devlet ne derse doğrudur" mantığı var, bir de açıkçası birçok kişinin görevi zaten istihbarat servislerinin malzemelerini medya üzerinden kamuoyuna empoze etmek. Şahsen bir sürü bilgiye bu tür insanların yayınladığı belgeler üzerinden ulaştım. Bu belgeler doğrudan elime geçmiyor ama A gazetesini, B gazetecisini filan okuyorsunuz. Onu kendi kaynaklarınızla, kendi bilgi birikiminizle sorguladığınız zaman bir yere varabiliyorsunuz. Vardığınız yer bazen, o belgeleri yayınlayanların istediği yer olmuyor.
-Yani anahtar kelimeler, sorgulamak ve doğrulatmak...
-Evet. Mesela Selam-Tevhid diye belgeler yayınlanıyor, yazı dizisi yapılıyor. Bakıyorsun 1. ve 3. bölüm arasında büyük uçurum var. Halbuki muhabir bunu görebilse, ona göre yazar, ortaya daha verimli bir haber çıkar. Ama böyle bir derdi yok muhabirin...
GÜVEN SAĞLAMANIN YOLU
-İslami cepheye ilişkin yaptığınız ilk haberlere, röportajlara gelecek olursak...O dönemde o kesimin güvenini sağlamayı nasıl başardınız?
-Yalan söylemeyerek. Hiçbir kimse, "Bu adam bizi kandırdı, kendini İslamcı olarak gösterdi" diyemez. Ben hep sakal bırakırım, o zaman da sakallıydım. O sakalı onların arasına girmek için bırakmadım, solcu kimliğimi her zaman söyledim. Gazeteci olduğumu, siyasi duruşumu her zaman söyledim. Gönül alıcı şeyler de söylemedim, saatlerce tartıştığım oldu. Önemli olan yalan söylememek ve önyargılı olmamak. Art niyetli yaklaşmadığınız sürece insanlar size kendilerini anlatıyor. Tabii, ajan olduğunuzu falan düşündükleri de oluyor... Bir de güven oluşturduğunuz zaman bu yayılıyor. Gazetecilik zaten böyle bir şey, bir referans oluşturduğunuz zaman oradan yürüyebiliyorsunuz. Benim hakkımda sadece iki kere dava açıldı, biri Haydar Baş, diğeri Adnan Oktar (Adnan Hoca). Bunlar tarafından dava edilmek de utanılacak bir şey değil! Onun dışında Fethullah Gülen ya da Recep Tayyip Erdoğan hakkında yüzlerce sayfa yazı yazmışımdır ama ikisi de bana ne dava açtı ne de tekzip gönderdi.
İşin bir başka cephesi de var: Bu ilişkiye dikkat ettiğiniz zaman bu sefer de bu insanları sevmeyenler sizin hakkınızda kötü konuşmaya başlıyor. Mesela yakın çevrem bana yıllarca "İslamcıların ekmeğine yağ sürüyorsun" dedi, hâlâ da diyenler var. Ama herkesi tatmin etmek olanaksız. Önemli olan insanların haklarına saygı göstermek ve kendi standartlarınızı oluşturmak ve yazdıklarınızın içinize sinmesi. Hep şöyle düşünürüm: Yazdıklarım bir Batı gazetesinde yayınlanabilecek düzeyde mi? Kıstasım bu. Gerisinin önemi yok.
EKRANA ÇIKARMAK İSTEMEDİLER
-NTV konusuna gelelim. Neden ayrıldınız? "Yazı İşleri" programı neden kaldırıldı?
-Ben ayrıldım, bir anlamda beni kızağa çektiler, ekrana çıkarmadılar. Biliyorsunuz, "Yazı İşleri"ni önce Mirgün Cabbas'la yapıyorduk. Sonra Mirgün başka programa kaydırıldı. Ardından programın tamamen kaldırıldığı açıklandı. Benim "siyaset danışmanı" statüm vardı, o devam etti, ama önemli olaylarda beni ekrana çıkarmıyorlardı. Hatta şöyle ilginç bir olay oldu: Ben Hüseyin Yayman'la birlikte tam Çukurca'dan Yüksekova'ya girerken Van depremi meydana geldi. Hemen NTV'yi aradım, "Ben 1 saat sonra Van'dayım, haberiniz olsun" dedim. "Tamam" dediler. Hatta NTV, benim Van'da kaldığım otelin önünden yayın yapıyordu ama beni yayına almadılar. Ardından büyük hasar gören Erçiş'e geçtim, Başbakan da oraya geldi. Yine NTV'den ses yok! Hem sonuçta bu deprem, yani siyasi bir olay değil. Bunun üzerine İstanbul'a dönüşte, "Siz beni ekrana çıkarmak istemiyorsunuz, ben de ayrılıyorum..." dedim.
-Peki sizce bunun nedeni neydi, yani ekrana çıkarılmamanızın?
-Bence neden siyasi. Değişik spekülasyonlar var ama insanların sandığı gibi olduğunu düşünmüyorum.
NTV HARAKİRİ YAPTI
-Yani?
-Yani, Hopa'da ölen akrabam Metin Lokumcu ile ilgili olarak Başbakan'a canlı yayında soru sormuştum, o dönemde çok konuşulmuştu bu konu. İnsanlar bu olayın neden olduğunu sandı. Halbuki bu olay seçimden önce olmuştu ve ben seçim gecesi NTV'de yayına çıktım. Yani neden bu değildi. Nedenini tahmin ediyorum ama elimde kanıt olmadığı için dile getirmiyorum. Ama şu var, her halukarda NTV kendi ipini çekti, çok üzücü bir durum oldu. Türkiye'de haberciliğin standardını belirleyen NTV tamamen patronlarının çıkarlarını her şeyin önüne koyarak, onun korku ve vehimlerini öne alarak haberden, özgür yorumdan, eleştirel yorumdan kaçtı. Ben izlemiyorum artık. İzleyen varsa neyi izliyor onu da bilmiyorum. Gezi'de de gördük. Yazık oldu, herkesin emeği vardı. Harakiri gibi bir şey oldu. Orada daha fazla kalmanın anlamı yoktu. Benden önce gidenler vardı, benden sonra da gidenler oldu. Şimdi orası çöl gibi. Kalanların ciddi bir itibarı kalmadı maalesef, istisnalar olsa da...
ÖVMEKLE ÖMÜR TÜKETENLER
-Medyanın bugünkü haline gelecek olursak... Medyanın baskı altında söyleniyor. Peki, bu baskı eskiden de gördüğümüz baskıdan farklı mı? Bir de medyanın dizayn edildiğini düşünenlere katılıyor musunuz?
-Ortada bir dizayn yok. Şu anlamda yok, belki dizayn etmek istiyor olabilirler ama bir şey dizayn edebilmiş değiller. Hükümet kendine bir medya yapmak istiyor ama bu medyanın okuyucusu yok, tartışmacısı yok. O kadar yazar var Başbakan'ı övmekle ömrünü tüketen ama dışarıdan kimse merak edip okumuyor. Zaten Erdoğan'ı sevenlerin gönlünü almak için yazılan yazılar, çıkarılan gazetelerden ibaret. "Yeni Türkiye" lafı etrafında eski söylemlerden oluşan, içi boş, ayrıntılardan büyük kaleler yapmaya çalışıyorlar ama bu kaleler yıkılıyor. Yazık bir durum var ortada. Medyanın bu duruma gelmesinin bir sürü sorumlusu var ama öncelikle gazetecilerin kendisi sorumlu. Hükümetler dünyanın her yerinde baskı yapar, dünyanın her yerinde patronlar çıkarlarını gözetir, baskı grupları medyayı kontrol etmek ister ama dünyanın her yerinde de gazeteciler gazetecilik yaparak bunlara karşı durmayı bilirler. Böyle ilerler bu meslek. Çağ değiştikçe zorlaşabilir ama Türkiye'de çok erken pes edildi. Şimdi işten atıldıkları için ortada kahraman gibi dolaşan bir sürü arkadaşımız var, bunların bir kısmı daha önceki işten atılmalara karşı seslerini çıkarmış değil. Ortada çıkmış "büyük gazetecilik" kitapları var ama yalan! İnsanların onların ne yaptığını da biliyor. Kimsenin kimseye söyleyecek fazla bir lafı yok, çok acı bir durum. Ama şunu biliyorum, yakında dönemde Türk medyasının başına gelenlerin birinci derecede sorumlusu kesinlikle AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan'dır, ikinci derecede sorumlusu Fethullah Gülen Cemaati'dir. Kesinlikle. Türkiye'de meydanın felç edilmesinde Cemaat'in katkısı çok fazladır. Başbakan'ınkiler çok net ve aleni tabii. Ötekiler de tümüyle üstü kapalı olduğu için gözükmüyor ama onların da, tabii patronların da...
CEMAAT'İN MEDYAYA MÜDAHALESİ
-Bu konuyu geçmeden... Neydi sizce Cemaat'in müdahalesi somut olarak?
-Türkiye'de bir dönem her istediklerini içeri attırabilen, bürokrasinin bir çok yerini kontrol altında tutan bir yapının medya patronlarını istedikleri gibi yönlendirmemesi diye bir şey olamaz. Çok basit bir örnek: Hanefi Avcı'nın o meşhur kitabı yayınlandığında biz kendisini yayına almasaydık kitapla ilgili fazla bir şey çıkmayacaktı medyada. Çünkü büyük medya kuruluşlarına ambargo vardı, daha doğrusu onlardan rica edilmişti kitapla ilgili haber yapmamaları. Oysa, görevdeki bir emniyet müdürünün, hele hele kamuoyunda iyi tanınan bir polisin yazdığı kitap haber olmayacak da ne haber olacak! NTV'ye çıkardık Hanefi Avcı'yı 90 dakika, büyük olay oldu. Ardından her yerde Avcı röportajları çıkmaya başladı. Cemaat'in koyduğu yasak böylece delinmiş oldu... Hükümetle beraber kotardıkları Ergenekon, Balyoz süreçlerinde kimbilir medyaya neler yaptılar! Ne yapıyorlardı? Hedef gösteriyorlardı gazetecileri. Mesela NTV'deki meşhur helikopter hikayesi (Muhsin Yazıcıoğlu olayı). Bunun nedeni NTV'yi, Ergenekon, Balyoz davalarındaki serinkanlı, objektif yayıncılığı nedeniyle sindirme operasyonuydu ve uzun dönemde başarılı oldu. Gazeteci listeleri yayınladılar internette. Ben kendimden biliyorum, hakkımda kaç tane yazı yayınladılar. Ahmet'in (Şık), Nedim'in (Şener) içeri girmeleri Cemaat'in doğrudan medyaya müdahalesidir. Özellikle Nedim içeri girmeden önce medyalarında yayınlar yaptılar. Psikolojik harekatı, dezenformasyonu, manipülasyonu kullanarak Türkiye'de medya ortamının çölleşmesinde, gazetecilere korku salmada bayağı bir fonksiyonları oldu. Başbakan "Bazı kitaplar bombadan tehlikeli" dedi ve sorumluluğu üstüne aldı ama kendisi de çok iyi biliyordu ki bu olayın ( Nedim Şener'in tutuklanması) müsebbibi kendisi değildi, kucağında bulmuştu. Başbakan'ın bu sözüne dayanarak, "O yaptı" diyorlar halbuki o yapmadı. Radikal'de Ahmet'in kitabı bilgisayardan alındığı zaman bunun doğru olduğunu söyleyenler şimdi polisler gözaltına alınınca her şeyin yanlış olduğunu söyleyenlerle aynı kişiler. Bunları Türkiye'nin unutmaması lazım. Biz tutuklu gazeteci arkadaşlarımıza sahip çıkmak için yürüyüş yaptığımızda, mahkemeye gittiğimizde bizi hedef gösterdiler. Bir arkadaşımın lafı var: Eskiden gazeteciler işini kaybetmekten korkardı, şimdi mesleğini kaybediyor. Türkiye'de gazetecilik mesleği yok olma tehlikesiyle karı karşıya. Belki de yok olmuştur...
TALİMAT BEKLEN GAZETECİLER!
-Peki, buradan Gezi'ye geçersek...Gezi-medya ilişkisi konusunda hangi tespitleri yapıyorsunuz?
-Tamamen bir çöküştü. Daha önce "bla..bla.." vardı, Medya "Yapıyoruz da... Siz görmüyorsunuz da..." diyordu, yani yalan söylüyordu. Gezi'de her şey çok netti. Ekrana bakıyorsun, yok! Sonradan yayınlanan tapelerle bunun talimatla olduğu ortaya çıktı. Aslında bunun öncesi Roboski'dir. Sosyal medyada saatlerce haber olmasına rağmen medya Vali'nin açıklamasını yayınlamaya bile korktu. Türkiye'de maalesef haberden korkan bir medya var. Bir haber yaparken, "Bu nasıl ses getirir"den çok "Ne der" var. "Ne der" denilen kişi de Başbakan. Acaba bir olayı görmeli mi, görmemeli mi? Falanca kişiyi ekrana uzun çıkarmalı mı, çıkarmamalı mı? Aslında talimat olsa kolay! Türkiye'de öyle olaylar oluyor ki, bir haber kanalının yöneticisi ne yapacağını şaşırıyor! "Büyük mü görsem, küçük mü!" hatta bazen "talimat" almak için kendilerinin aradığını biliyorum! Bu işin suyu çıktı!
CANSİPARANE SAVUNANLAR KİM?
-Şu anda iktidarda bulunanlar kim?
-Çoğunu ben tanıyorum ama işin ilginç tarafı şu anda Tayyip Erdoğan'ın etrafında, medyada özellikle, ona kalkan olanların çoğu İslamcı değil. Hatta, bunların büyük kısmı eskiden İslamcılardan nefret ederdi! İsim vermeye gerek yok, herkes isimleri biliyor. En cansiperane savunanlar... İslami gelenekten gelen yazar çizer takımının çok daha temkinli ve daha usturuplu yapmaya çalıştığını görüyorum bir takım şeyleri. Ama en cevval olanların büyük kısmı İslamcı değil, Milli Görüşçü değil. Hayatları da öyle değil, olacağı yok ama trene sonradan binenler daha fazla ses çıkarıyor. Belirli bir İslami terbiyesi alan, Cemaat terbiyesi alan az buçuk İslam tarihini bilen, onun ahlakını ailesinden edinmiş olanlar daha bir derli toplu olabiliyorlar. Şu anda Cemaat-Hükümet kavgasına baktığımızda Cemaat'in en iyi savunucuları onlardan olmayan yazarlar. Mesela, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Şahin Alpay, Mümtazer Türköne.. Bunlar Cemaatçi değil. Öte tarafta en fazla Cemaat'e saldıran isimler ise yakın zamana kadar İslamcılık'la, Milli Görüş'le hiç ilgisi olmayan insanlar, tetikçilik yapıyorlar şu anda. Çok ilginç bir durum yaşıyoruz. Cemaat-Hükümet kavgasının medya ayağına baktığımızda "organik Cemaatçi", "organik Milli Görüşçü" pek yok. Cemaat'e kalkan olanlar ki, onların daha belli bir kalitesi var, kendilerini kanıtlamış akademisyenler, entelektüeller ama Cemaat'i savunuyorlar. Öte yanda hiçbir şekilde kendilerini kanıtlamamış, sürekli sataşan insanlar.
GEZİ ŞEREFLİ HAREKET
-Sosyal hareketleri yakından izleyen bir gazeteci olarak Gezi'yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kesin olan Gezi'nin bir sürü şeyi değiştirdiği ve değiştireceği. Türkiye'nin önünü açan bir hareket. Kesinlikle yenilmedi. Yenmiş olmayabilir ama bir kaybeden varsa o da Tayyip Erdoğan'dır. Ben bir bütün olarak Gezi'yi en başından beri sahiplendim. Anadolu yakasından insanlar yürüyerek Köprü'yü geçtiğinde, "Korku duvarı yıkıldı" diye yazdım. Kimin haklı olduğu çok açık şekilde ortada. Gezi çok şerefli bir hareketti. Kendiliğinden ve örgütsüz bir hareketti, gücü de buradan geliyordu. Bundan sonra nasıl akar bilmiyorum ama bir mihenk taşı olarak hep orada duracak.
ÖNCESİ VE SONRASI
-Gezi öncesindeki ve sonrasındaki Erdoğan'ı karşılaştırmanızı istesek...
-Erdoğan ilk defa iktidarın gidebileceğini gördü Gezi'de. Kaybedeceğini gördü ve ondan sonra kaybetmeye başladı. Yani, diyalog yerine polisi insanların üzerine sürmesiyle kaybetmeye başladı ve bence bu süreç sürüyor. Bunun telafisi artık pek yok. Benim gözümde Gezi ile Erdoğan'ın inişi başladı. Toplumun bir kesimi artık Erdoğan'a karşı bir şey hissetmiyorsa bunun nedeni Gezi'dir. Siz toplumun belli bir kesiminden böyle bir kopuş yaşıyorsanız liderliğiniz ciddi şekilde sallantıdadır. Onun için bunu komplolara bağlamaya çalışıyorlar. Bu komplo falan değil. Bunu anlamak istemediler. Anlamak isteseler de anlayabilirler miydi emin değilim ama artık çok geç. 17 Aralık yolsuzluk operasyonu da ona ciddi bir darbe indirdi ama Gezi'deki kadar olmadı. 17 Aralık komplocu bir hareketin onu devirmeye çalışması. "Komplo" derken, iddiaların yalan olduğunu söylemiyorum. Ama Cemaat o iddiaları biriktirip, istifleyip belli bir sistematikle 17 Aralık, 25 Aralık sonra Tevhid-Selam soruşturmasıyla planlı programlı yapmaya çalıştı. Gezi'de böyle bir plan proje yoktu. Gezi'nin namusu da buradan geliyor. Ama 17 Aralık'la ilgili söyledikleri, yani paralel yapı, Haşhaşiler'in yarattığı etkiyi Gezi hakkında söyledikleriyle yaratamıyor. Cemaat'e vurdukça Cemaat'i yalnızlaştırabiliyor ama Gezi'ye vurdukça tersi oluyor, kenetlenme yaşanıyor. Çünkü biri toplumsal bir hareket. İkisinin birlikte telaffuzu bence doğru değil. Ama 17 Aralık ve Gezi Erdoğan iktidarına iki büyük darbedir. Bu nedenle ikisini ilişkilendirmeye çalışanlar çok var. Bu tamamen asılsız. Öyle olsaydı Cemaat Gezi'ye destek verirdi, polis içindeki gücünü Gezi'den yana kullansaydı Erdoğan başaramazdı. Bir ilişki olsa o zaman görürdük. Polis o zaman o kadar hoyratça bastırmazdı. O tarihte Cemaat polis içinde çok güçlüydü ama hükümete tabi olmayı seçtiler. Çünkü onlar kendi büyük hazırlıklarını yapıyordu. Onlar topluma güvenen insanlar değil. Kendi komplolarını hazırlamakla meşgul oldukları için Gezi'den korktular. Baktılar orada Aleviler var, solcular var, Kürtler var, eşcinseller var, çevreciler var. Kendilerine yakın olan insanlar değil.