Gazeteci 'milli' mi olmalı 'devletçi' mi?..
"Gazeteci dediğin 'milliyetsiz' midir?" diye soran Star yazarı Ardan Zentürk, gazetecinin milli kimlikle devlet için çalışması arasında bir bağ olmadığını, gazetecin devlete çalışmasının mesleki hata olacağını yazdı...
Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk, "Gazeteci dediğin 'milliyetsiz' midir?" diye sordu ve "emperyalizm, milleti için düşünen gazeteci istemez" dedi.
Gazeteciler için "devlet için çalışmak mesleki hatadır" diyen Ardan Zentürk, "Gazetecinin 'milli' olmakla 'devletçi' olmak arasındaki o çok ince çizgiyi koruması gerekir" uyarısı yaptı...
Manisa'daki asker zehirlenmelerinin gazeteci için bir numaralı takip konusu olduğunu belirten Ardan Zentürk, şöyle devam etti: "Ortaya çıkartacağım bazı gerçekler, birileri tarafından algı operasyonuna malzeme yapılır mı diye düşünemez, üzerine gider, kim sorumluysa ortaya çıkarır" ifadelerini kullandı.
İşte Ardan Zentürk'ün o yazısı:
GAZETECİ DEDİĞİN MİLLİYETSİZ MİDİR?
Değildir. Aslında bu konuda kütüphaneler dolusu kitaplar yazmış Amerikalılar başta “batılı” akademisyenler sürekli, “bir gazeteci ne kadar milli kimliğini öne çıkarırsa, o kadar profesyonellikten uzaklaşır” vaazı verirler ama onların derdi başka, emperyalizm, milleti için düşünen gazeteci ister mi, hayır!..
Zaten, “özerklik/bağımsızlık” lafıyla herkese akıl verenlerin, iş, kendi “milli çıkarları” söz konusu olduğunda neler yaptıklarını da hep izledik. Amerikan medyasının Körfez savaşları ile Afganistan işgalinde izlediği çizgi açıktır, Avrupa medyasının kapılarına bir milyon mülteci dayandığında ne hale geldiğini de gördük.
Gazeteci, laboratuvarda yetiştirilmiş, beynine çipler takılıp piyasaya sürülmüş bir robot değildir, doğrudur, önce insandır ve birinci derecedeki sorumluluğu ekmeğini-suyunu paylaştığı milletine karşıdır.
Devlet için çalışmak mesleki hatadır
Gazetecinin “milli kimlikle” görevini yapmasıyla, “devlet için çalışması” arasında hiçbir bağ yoktur. “Milli kimlik” aksine, devleti yöneten siyasi ve bürokratik kadroların yakın takibe alınmasını gerektirir. Mesela, Manisa’da peş peşe yaşanılan asker zehirlenmeleri, bugün, gazetecinin bir numaralı takip konusudur, “ortaya çıkartacağım bazı gerçekler, birileri tarafından algı operasyonuna malzeme yapılır mı” diye düşünemez, üzerine gider, kim sorumluysa ortaya çıkarır.
Gazetecinin “milli” olmakla “devletçi” olmak arasındaki o çok ince çizgiyi koruması gerekir.
Milletin ay-yıldız bayrağı altında yaşamaktan mutlu olduğu devletin bekası ve güçlenmesi, bu hassas dengeye bağlıdır.
Özgür gazeteciliğin olmadığı, eleştirinin yaşanmadığı sistemler çürümeye ve beklenmedik anda çöküşe mahkumdur.
Sözüm “muhalif” meslektaşlara: “Milli” olabilirsiniz...
Sözüm “hükümeti destekleyen” meslektaşlara: “Milli” çizgide yürürken sakın “devletçi” olmayın!..
Erdoğan’ın medya iftarındaki o söz ortada kalmasın, iyi bir pusula olsun: (FETÖ ilemücadele) Bu sürece gelene kadar bizim de eksiklerimiz, yanlışlarımız olmuş olabilir. Fark ettik, şimdi de üzerine üzerine gidiyoruz.
Devletin en üst makamı bu kadar olgun bir özeleştiri yaparken, gazetecinin rotasını güncel siyasetin zemininde belirlemesi tabii ki, yanlıştır.
Önce 'milli mutabakat', sonrasında tartışırız
Türkiye’nin DEAŞ’a yardım ettiği iddiası, siyonist-neo/con palavrasıdır. “Gerçek gazeteci” bunu görür, arkasındaki algı operasyonunun nereye varacağını bilir, karşı durur, emperyalist mahfellerin iddialarından yola çıkıp fantezi üretmek de “muhaliflik” değildir. Seçimle bakanlık makamına oturmuş bir siyasetçinin Hollanda’da karşılaştığı muamele, gazeteciye göre belli bir siyasete değil, “millete karşı” gerçekleşmiş saldırıdır, yapılandan “işte bu hale düştünüz” lafları çıkarmak asıl düşkünlüktür. “Kırmızı fularlı kız” için övgüler yazıp şehit muallime Aybüke Yalçın için susarsanız, bunun “millete” hesabını vermek zordur. 20’li yaşlarda kahraman vatan evlatları dağlarda şehit düşerken, PKK’ya kapı aralamak, 15 Temmuz şehitlerinin anıları tazeliğini korurken FETÖ için “mağduriyet edebiyatına” kendini kaptırmak “fikri hür/bağımsız gazetecilik” örnekleri de değildir.
Erdoğan, medya temsilcilerine yaptığı konuşmada, “Hükümetimizle gerek şahsımla, ne konuşuyorsam, aynı şeyi konuşmak zorunda değilsiniz ama bir şeyi özellikle rica ediyorum o da şudur: Yerli ve milli olarak ülkemizin ve milletimizin menfaatinin olduğu yerde bana göre diğerleri teferruattır. Buna bizim dikkat etmemiz lazım” sözleriyle “beni destekleyin” demedi, bir “milli mutabakata” yol açmaya çalıştı, önemlidir.
'Jurnalcilik', aktivistliktir, gazetecilik değil
Seçmenin oy tercihleri karşısında, sırtını dayadığı “mahalle” için umutsuzluğa kapılıp, gazeteciliği, siyasi aktivistliğe dönüştürenler oluyor, izliyoruz. FETÖ imalatı sakızı çiğneyip, milletin ayağının ucuna tükürmeye çalışanlar da var, emperyalist mahfellerde el üstünde tutuluyorlar. Emperyalizmin millete dönük “100 yıllık hesaplaşmasının” kullanılıp-atılacak aktörleri olmayı da tercih ediyorlar, ama gerçek, “jurnalcilikle” gazeteciliğin ayrı kavramlar olduklarıdır.
Seçim sürecine tüm siyasi partilerin katıldığı, Erdoğan’ın meydanları dolaşıp sesi kısılana kadar milletten oy istediği bir sisteme “diktatörlük” derseniz, olmaz. (Hangi diktatörlükte muhalefet yüzde 48.6 oy toplamış, örnek gösterin)
“Yargı oligarşisinden”kaynaklı anti-demokratik süreç yaşanıyorsa, bunu oturur sonuna kadar tartışırız, o ayrı iştir.
Ama... Önce “millet...”