Ey Ahmet Hakan; Asıl sen hangi kafayla yazdın bu yazıyı?
Ahmet Hakan'ın sorusuna Fehmi Koru'dan jet cevap geldi... Fehmi Koru, aynı soruyu Ahmet Hakan'a sordu...
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bugünkü köşesinde, "Fehmi Koru kafasıdır bu... Ne içmek lazım bu kafaya erişmek için? Bu işlerden çakanlar bilgi verebilirler mi?" diye sordu...
Fehmi Koru, kişisel internet sitesi üzerinden Ahmet Hakan'a cevap verdi...
"Üzüldüm.. ve yazdığımı doğru yansıtmayan bu satırları yazmaya oturmadan önce ne içildiğini merak ettim..."
MAALESEF TELEVİZYONDA TARTIŞAMAYIZ!
Dünkü yazısına itiraz edip "televizyonda tartışmak isterdim" diyen Hakkı Öcal'a da cevap veren Fehmi Koru, "Maalesef tartışamayız. O da biliyor: Yaklaşık 1 yıldır bana televizyon ekranları yasak. Birileri, 'Zinhar onu ekranlarınızda görmek istemeyiz' dediği için, önceleri peşimde koşan TV kanallarının bana ilgileri bıçakla kesilmiş gibi bitti. Gazetelerde de yazamıyorum, köşem yok. Birileri, 'Yazılarını gözlerden uzak tutun' dediği için oldu bu da…" iddiasında bulundu...
İşte Fehmi Koru'nun Ahmet Hakan ve Hakkı Öcal'a cevabı:
REFERANDUM 'HAYIR' İLE SONUÇLANIRSA MÜSEBBİBİ 'EVETÇİLER' OLACAK
Dünkü ‘Benim değişikliğe itirazım iki sebepten; sebeplerimin biri varoluşsal, diğeri siyasi…’ başlıklı yazım ilgi gördü.
Kıdemli bir meslektaş (Hakkı Öcal) yazımı beğenmemiş; Twitter üzerinden bunu duyururken “Keşke televizyonda karşılıklı tartışabilseydik” diye yazmış…
Maalesef tartışamayız.
O da biliyor: Yaklaşık 1 yıldır bana televizyon ekranları yasak. Birileri, “Zinhar onu ekranlarınızda görmek istemeyiz” dediği için, önceleri peşimde koşan TV kanallarının bana ilgileri bıçakla kesilmiş gibi bitti.
Gazetelerde de yazamıyorum, köşem yok. Birileri, “Yazılarını gözlerden uzak tutun” dediği için oldu bu da…
Bu âkıbete uğrayan tek yazar ben değilim.
Referanduma demokratik bir tartışma ortamından mahrum halde gidiyoruz.
Burası ‘10. Köy’ benim için…
Gazeteden kovulup televizyonlardan ilgisizlik yaşayınca ben de kendime bir ‘okurlar kulübü’ oluşturdum. Sabahları erkenden kalkıp (şu anda sabah ezanı okunuyor) yazımı kaleme alıyor ve görüşlerimi öğrenmek isteyen okurlara sunuyorum…
‘10. Köy’ diyorum bu siteye…
Ara sıra da görüntülü bir yorumla YouTube’da arz-ı endam ediyorum.
Yaklaşık 400 bin kişilik bir kulüp bizimki… Her gün ortalama 25 – 30 bin kişi yazılarıma ilgi gösteriyor…
Ne yönden bakarsanız bakın, bu tablo bile, sistem değişikliği gibi hayati bir konuda, herkes aynı yöne doğru gitse de benim tek başıma muhalefet etmem için yeterli.
Ben ise öyle kestirmeden bir muhalefet yapmıyorum.
En son (dünkü) yazımda bile, elimin ‘Evet’ oyu vermeye gitmeyebileceğini kayda geçirdim; o kadar.
Hatta, bu cümlenin hemen altında, ikna edilmeye açık olduğumu da duyurdum.
Takip edebildiğim kampanya konuşmaları ve ekranlara yansıyan tartışmalarda karşımıza çıkan/çıkarılanların ‘Evet’ denilmesi için sarf ettikleri çabalar fazla ikna edici gelmiyor.
Sandık başına gidildiğinde ‘Evet’ oyu kullanacaklar, propaganda konuşmalarına ve TV’lerde görüş açıklayanlara bakarak bunu yapmayacaklar; çoğu kişinin onlara rağmen alıştıkları tavırlardan vazgeçmeyeceklerine eminim.
Bunun sebebi de ortamın tek-sesliliğe mahkum edilmesi…
Ne yazık ki, böyle ortamlar, insanları kuşkulandırır, tereddütleri varsa artırır, durumun nezaketini anlar ve bu yüzden sessiz kalabilirler…
Ancak sessizlik siyasette hayra alamet değildir.
İster ‘parlamenter sistem’ olsun.. ister ‘başkanlık sistemi’.. her ikisinin de demokrasi içerisinde yeri var. Daha doğrusu, sistemler demokratik ortam arayışlarının sonucudur.
Arayış içerisinde halkın hakemliğine başvurursanız.. üzerine giydirilecek sistem hakkında kanaatini oyuyla belirtecek insanlar.. en azından madalyonun iki tarafını da görmek isterler.
Demokratik tartışma ortamı bunun için gereklidir.
“Tuzak kuruldu?” dedim mi?
Bizim ‘10. Köy Kulübü’ dünkü yazımı okudu, ilgi duyanların yorumları da yazıma ayrı bir lezzet kattı; hiç değilse benim için… Görüşlerimden haberdar olmasını arzu ettiğim meslektaşlardan da, dün internet sitelerinde manşetlerine çekenler, bugün sütunlarında ağırlayanlar olduğuna bakılırsa, yazdığımı okuyanlar çıktı.
Kovulmak.. sütununun kapatılması.. TV ekranlarının yasaklanması.. bugünün ikliminde fazla etkili olmuyor.
Görüşü olan.. onu ifade edecek imkânı.. nasıl olsa buluyor.
Sorun ne peki?
Hadi onu da yine bir örnekle anlatayım:
Yazımın bir bölümünde, dün, aklımın almadığı bir yönünü paylaşmıştım referandumun: 15 Temmuz uğursuz darbesi sonrasında ‘sistemle ilgili anayasa değişikliği’ gündemden düşmüşken.. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin.. durduk yere onu gündeme taşıması ve destek vaadiyle referandumu kaçınılmaz kılması…
Daha önce sistem değişikliğine karşı olduğunu en keskin ifadelerle kamuoyu önünde paylaşmışken hem de…
Tuhaf değil mi?
Geçmişte, 2002 yılında, yine Devlet Bahçeli, başbakan yardımcısı koltuğunda oturduğu koalisyonu da, “3 Kasım’da erken seçime gidelim” ısrarıyla çıkmaza sokmuştu.
Partisini baraj-altı bırakma pahasına…
Onu da hatırlattım.
Yazımı okuyanlar biliyor; bir yerinde bile “Devlet Bey AK Parti’ye tuzak kurdu” ithamı geçmiyor.
Ahmet Hakan’ın okurları bugün şu değiniyle karşılaştılar:
“DEVLET BEY AK PARTİ’YE TUZAK FALAN MI KURDU? / GÜYA Devlet Bey, AK Parti’nin yenileceğini bilerek referandum ateşini yakmış. / Ve böylece… / AK Parti’ye müthiş bir tuzak kurmuş. / Fehmi Koru kafasıdır bu… / Ne içmek lazım bu kafaya erişmek için? / Bu işlerden çakanlar bilgi verebilirler mi?”
Üzüldüm.. ve yazdığımı doğru yansıtmayan bu satırları yazmaya oturmadan önce ne içildiğini merak ettim.
Meraklı bir adamım ben; bilmediğim, aklımın almadığı, boşlukta kalan her şey beni rahatsız eder.
Ahmet Hakan da meraklansa ve şu sorunun cevabını öğrenip aktarsaydı keşke:
“2002’de hangi dürtülerle seçim istemişti Devlet Bahçeli, bugün hangi dürtülerle sistem değişikliğinin önünü açtı?”
Ben hâlâ ‘Evet’ oyu kullanabilmek için ikna edilmeyi bekliyorum.