MEDYA KÖŞESİ

Esat Arslan'dan Hayrettin Karaman'a İslam'da eşcinsellik cevabı!

Esat Arslan, Hayrettin Karaman'ın İslam'da eşcinsellik ile ilgili eleştirilerine cevap verdi.

Esat Arslan'dan Hayrettin Karaman'a İslam'da eşcinsellik cevabı!
GAZETECİLER.COM / ÖZEL HABER-

Hayrettin Karaman'ın "Modernistlerin marifeti" başlığıyla üç ayrı yazı halinde eleştirdiği yazar Esat Arslan, bu eleştirilere cevap verdi. Esat Arslan, iki yazı halinde verdiği cevapların ikincisinde özellikle İslam'da eşcinsellik konusundaki iddialarına açıklık getirdi. 

ESAT ARSLAN'IN İLK YAZISI İÇİN TIKLAYIN


Aşağıdaki metin bir önceki yazının devamıdır.

5: Başka düşüncelerden yorum yöntemi alamazsın. Çünkü...
Alabilirim. Bizim tefsir usulü ilmimiz sure bütünlüklerini çözme
konusunda hiçbir ipucu vermez. Siyak ve sibak gibi kavramları bile
sure bütünlüğünü değil odaklanılan ayeti anlamakta kullanılan
kavramlardır. Sure bütünlüklerini keşfetmek Allah'ın emridir. Çünkü o
şöyle der: "Bütün insanlar toplansa da, tek bir surenin benzerini
getirmekten acizdirler." Demek ki bir sure, ayetler ve pasajlar
toplaşması değil; surelerin kendine has bir bütünlükleri var. Ve bu
bütünlükler keşfedilmeyi bekliyor.
Peki bu nasıl mümkün olabilir? Bir ayeti sure bütününün bir
parçası olarak görerek ve aynı şekilde sure bütününün bir ayette
odaklandığını keşfederek. Yani parçadan bütüne giderek ve sonra
dönüp bütünden parçaya giderek. Bu Batılı tefsir usulcülerinin
'hermeneutik daire' adını verdikleri şeydir. Ve eğer bu kavramı bizim
tefsir geleneğimiz keşfedememişse, bu konuda Batılı
hermeneutikçilerin tecrübelerinden faydalanmak zorunludur.
Tek bir yöntem yoktur. Kuran'a bir yöntemle yaklaşırız. O bize
belli hakikatleri açar. Sonra onunla gördüklerimiz bir nihayetine erer.
Ve daha önce görmediğimiz yeni ilişkiler keşfetmeye başlarız. Böylece
yeni bir yöntem arayışı başlar. Ve yeni bir yöntemle bu sefer Kuran'ın
daha önce hiç görülmemiş bambaşka hakikatlerini görürüz. Ve bu
böyle sürüp gider.
Onun için geleneğimizin tefsir usulü işi bittiği için atılacak bir
enkaz değil, gelecek arayışlarımızda bize eksik de olsa yön çizecek
kıymetli bir tecrübe haline gelir. Dayatıcı kural değil. Sadece çok
kıymetli bir tecrübe. Ve belki de yeni keşfettiğimiz yöntem ışığında
yepyeni anlamlar ve işlevler kazanacak ve yeniden dirilecek eskimesi
imkansız bir tecrübe.
Ümmetin kabul edip etmemesi hakikatin ne olduğunu
belirlemez. Hazret-i İsa da Tevrat'ı yepyeni gözlerle okuduğunda
bütün Tevrat alimleri ve onların icması İsa'nın yöntemini
reddediyordu.
Kuran bir kitaptır. Ve herhangi bir kusursuz kitabı okumanın
yasaları neyse, onlar da aynen Kuran'a uygulabilirdir. Ashab, Kuran
indiğinde cahiliyenin şiiri, kıssaları ve hikmetli vaazlarından başka bir
metin biçimi bilmiyordu. Ve Kuran onların bu kavrayışına tenezzül
etti. Onlara Kuran'ı okumak için bir de Kuran okuma kılavuzu, ya da
Kuran okuma usulü gibi yeni bir yöntem öğretmedi. Onlar cahiliyenin
şiirini, kıssalarını ve hikmetli vaazlarını nasıl okuyorduysalar, Kuran'ı
da öyle okudular. Ve onu kendi çağları için doğru anladılar.
Bu sebeple bugün için Kuran'ı doğru anlamak, Kuran'ı gönderen
zatın Kuran'ı gönderdiğinde 21. Asrı yaratacağını da bildiği
varsayılarak, yeni tefsir usullerini özümsemekle mümkündür.
Baudelaire'i, Orhan Pamuk'u ve Derrida'yı ve onların edebi ve felsefi
kitap yazma mantığını özümseyerek...

II: İSLAM'IN YAŞAM FELSEFESİNE DAİR TARTIŞMA

6: Bütün insanlık kabul edebilsin diye yeni bir usul peşinde koşmak...
Kuran'ı dikkatle okuyan yedi yaşındaki çocuk bile tüm insanlığın
hiçbir zaman iman etmeyeceği gerçeğini bilir. Benim meselem daha
farklı. Fıtratı ve aklı temiz kalmış fakat karanlıklarda bocalayan
insanlara yol göstermek. Onlar ister Fransa'da, ister Almanya'da ister
Hint ve Çin'de yaşasın farketmez.
a: Batı'dan alınan yöntemi ümmet kabul etmez.
b: Batı'dan alınan yöntem sahih olmaz.
a: ...olmayacak bir hayaldir.
Ve bu mümkündür. İran, Roma ve Mısır halkları İslam geldiğinde
Araplara göre çok gelişmiş bir medeniyete sahip olmalarına rağmen
İslam'daki tertemiz aklı ve tertemiz arzuyu gördüklerinde eski
medeniyetlerinin kalıntılarını terkedip İslam'ı benimsediler. Baskı
altında kalmadan... Anadolu halkı da Malazgirt'ten sonra bunu yaptı.
Ve başka pek çok yerde bu olay tekrarlandı.
Benim iddiam şudur: bu olay bugün de mümkündür. Avrupa,
Hint, Çin vs halklarını İslam'a ya da İslam'la içten dostluk kurmuş
muvahhid Hıristiyanlığa, Taoculuğa, Budizme, Yahudiliğe çekebilmek
mümkündür.
Bu olmayacak bir hayal değil, gerçekleştirilebilecek ve Kuran'ın
gerçekleştirilmesini arzu ettiği bir ütopyadır.
Geleneğimizden intikal ettiği şekliyle İslam, kendi çağı için
olmasa da, bizim çağımız için fıtri arzunun doyumuna neredeyse her
açıdan engel oldu. Ve bugün için hedonist bir medeniyetin medya
organları bizim doyuramadığımız arzuyu ölçüsüzce doyurmayı teşvik
ediyor.
Oysa Kuran'ın temel meselelerinden biri fıtri arzunun kendini
ifade etmesine izin verilmesidir. Kuran'da en az beş yerde geçen ve
bağrındaki siyaset anlaşılmadan okunan 'leş, kan ve domuz yasağı'
pasajlarının temel meselesi fıtri arzunun alabildiğine serbest
bırakılmasıdır.
'Kim yasaklayabilir bu nimetleri?' diyerek insanlığa meydan okur
Kuran'ın tanrısı. Fakat ne yazık ki geleneğimizden intikal eden İslam,
kendi çağı için böyle bir deformasyona sahip olmamış olsa da, bir arzu
çağı olan çağımız için neredeyse tüm güzellikleri yasaklayan bir din
haline gelmiştir.
Evet. Benim ve Kuran'ın amacımız insanların fıtri ve temiz
arzularına hitap eden bir dini kavrayış inşa etmektir. Bu sadece benim
değil, Allah'ın da amacıdır.
b: ...insanların arzularına göre din yaratmaktır.
c: ..., Allah yanlış davranışları yaratılış amacına uygun bir
şekilde düzeltmek için indi. Onlara uyum sağlamak için değil.
Yaratılış amacı derken fıtratı kastediyorsanız, Allah'ın amacı yanlış
davranışları düzeltmek olduğu kadar, yasaklanmış doğru davranışları
da serbest bırakmak ve insanları ruh-beden bütünlüğü içinde
mukaddes bir özgürlüğe taşımaktır. Ve bu da insanlara uyum sağlama
yetisinden yoksun bir dinin, hak dinin temel vasıflarından birini
kaybettiğini gösterir. Çünkü fıtrat dini olarak İslam fıtratla uyumu
taahhüt eden bir dindir.

7: Reform projen batıl, çünkü:
Ekber Şah var. Yanlıştı.
Ekber Şah'ın asli hatası Kuran'ı bir çerçeve içine alıp onu daha
yüksek bir otoritenin tahakkümüne tabi kılmaya çalışmaktı. Benim
projemse tamamen Kuran'ın aşkınlığının keşfine dayalıdır. Benim için
en yüksek otorite akıl ve vicdanla okunan Kuran'dır.
Ben de Bediüzzaman ve İbn Teymiye gibi diyorum ki: "Akıl ve
vahiy çatışmaz. Eğer görünüşte çatışıyorsa ya akletmen doğru bir
akletme değildir. Ya da vahyi yanlış anlamışsındır." Biz bir zamana
kadar bu iki hareketi beraberce gerçekleştirdik. Yani hem aklı hem
hem vahyi sorgudan geçirdik. Raziler, Zemahşeriler bu çabanın
ürünüdür. Fakat bir tarihten sonra ilk çabayı sürdürüp, ikinci çabayı
ihmal ettik. İşte ben kitaplarımda bu iki çabayı beraberce sürdürmeye
çalışıyorum.
Yolun sonu nedir? Vahyin akla aşkınlığının akla ispatlanması.
Ama bu aşkınlık öyle bir aşkınlık ki kendi ilkeleriyle çok sınırlı olan akıl,
vahyi okuya okuya yüceliyor.
Bu sebeple Ekber Şah ile benim projemin karşılaştırılması doğru
değildir.
hükümsüz kılmak yanlıştır: Şemsettin Günaltay örneği var.
a: Herkesi kucaklamak için dinde reform örneği olarak
b: Mekke'yi Medine'den ayırıp ahkam ayetlerini
Ben 2006 yılından beri asla ve kat'a ve hiçbir yerde ve hiçbir
zamanda "ahkam ayetleri hükümsüzdür" demedim. Ben aksine henüz
Şeriat Medine'de Süslendi adlı bir kitap yazmamış olsam da Medeni
ayetlerin 21. Asır için hala son derece hayati olduğuna inanıyorum.
Benim iddiam şudur: biz ahkam ayetlerini pasajından kopuk ve
içindeki deyimselliği ihmal ederek okuyoruz. Bu doğru bir tefsir değil.
Buradan geleneğimizin çağı için olmasa da, bugün için akla ve vicdana
ve fıtrata aykırı yasalar çıkıyor.
Oysa eğer onları pasaj bütünlüğüne oturtup deyimsellikleri
dikkate alsak, onların çağımız için ne kadar gerekli normlar içerdiğini
göreceğiz.
Kısaca burada yaptığım İbn Hazm'ın dile getirdiği ilkenin
uygulanışıdır: "Kuran'ın makuliyetini yakalayamadıysan Kuran'ın dil
olanaklarını etüt et. Bu çaba sana bu kutsal makuliyeti sunacaktır."

III: EŞCİNSELLİK MESELESİ

İslam'da eşcinselliğin yeri konusunda oturmuş normlara
tamamen aykırı ve dinimizce kabul edilemez görünen bir cümle
ettiğimin farkındayım. Bu sebeple, bu konuda beni eleştiren, yerden
yere vuran, hatta aşağılayan, hakaret ve lanet eden hiç kimseye
gücenmem. Bu tartışma için şimdilik yapmak istediğim tek şey, siyer
yazarı Vâkıdî'nin pek gün yüzünde olmayan bir buçuk sayfalık bahse
konu metnini kamuya mal edebilmektir. Meşhur Kitâbü'l-Meğazi'nin
3. cildinin 167-169. sayfaları arasındaki kısa bir metin bu. Bu
tartışmayı, bu sayfayı beraberce ve sağduyuyla okursak, daha sağlıklı
ve daha derinlikli bir biçimde yürütebileceğimiz inancındayım.

Tartışma şu:

9: Mati ve Hit'in evliliği hilaf-ı hakikattir. Vâkıdî böyle bir şey
söylemiyor.

Vâkıdî'nin (Kitâbü-l'Megâzî, Cilt 3, syf.167-169) Mati ve Hit'in
evli olmadığını açıktan söylemediği bir gerçek. Ama açıkça kastediyor.
Bir eşcinsel olan 'kadınsı' Mati'nin macerasında Hit'i de zikretme
gereği duyuyor. Sonra Mati affedilemez hatayı işlediğinde sadece
Mati değil, Hit de Mati'yle beraber sürgün ediliyor. Demek ki hata
işlemiş muhannes Mati'yle hata işlememiş (ve muhannes olduğu
pasajın gelişinden anlaşılan) Hit arasında özsel bir bağ var. Ve Mati
sürgün edilince mecburen Hit de sürgün ediliyor.
Neden? Bu ikisinin karı koca olmaları dışında hiçbir izahı yok
bunun. (Yani ikisi de muhannes olan Mati ve Hit sürgün edilince cinsel
ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorlar?) Metin şunu söylüyor: bunlardan Mati
kadınlarla sosyalleşirdi. Bir erkek olduğu ve bir muhannes olduğu
bilinen Mati neden kadınlarla sosyalleşiyor da, bir erkek olduğu
bilinen ve bir muhannes olduğu ima edilen Hit kadınların yanına
giremiyor?
Mesele basit. Çünkü Mati bir muhannes olarak kadınsı bir varlık.
Yani o kadınlara şehvet duymuyor. Böyle zannediliyor. Bu sebeple
onun kadınların yanında bulunmasında hiçbir mahzur görmüyor
Hazret-i Peygamber. Ta ki Mati'nin kadınların cinsel cazibelerinden
şehvetle bahsettiğini duyana kadar. "biz onu kadınsı sanıyorduk,
meğerse erkek damarı da varmış" diyor içinden Hazret-i Peygamber.
Ve başka hiçbir sebeple değil, Hit onun kocası olduğu için, hatayı
işleyen Mati olduğu halde Hit de onunla beraber sürgün ediliyor.

10: Vakıdi'nin özeti: Hazret-i Peygamber birer muhannes olan

Mati ve Hit'in hiçbir cinsel arzusu olmadığını zannediyor.

Siz hiç cinsel arzuları olmayan bir muhannes gördünüz mü?
Azıcık yaşam tecrübesi olan bir birey bir muhannesin, bir eşcinselin ya
da transseksüelin, vs cinsel arzuları olduğunu bilir. Hazret-i
Peygamber de biliyordu.
Mesele daha farklı. Muhannes olan Mati cinsel arzusu hiç
olmadığına inanılan bir figür olduğu için değil, kadınlara değil
erkeklere arzu duyan bir figür olduğu için kadınlarla sosyalleşmesine
izin veriliyor. Ve sadece ve sadece kadınlara da şehvet duyduğunun
anlaşılması bir skandal olduğu için toplumdan tart ediliyor. Onla
beraber mecburen kocası olan Hit de...
Şimdi manzara şöyledir: Hicret'in dokuzuncu yılı olan Huneyn
Seferi'ne kadar bu iki insan, eşcinsel evlilik hayatı yaşayarak ilk İslam
toplumunda yaşıyorlar. Kimse onlara zulmetmiyor. Kimse onların
yanlış bir ilişki yaşadığını düşünmüyor. Hazret-i Peygamber dahil.
Bu barışı bozan şey de eşcinselliğin lanetlenmiş olması değil.
Aksine eşcinsellik norma konmuş meşru bir istisna hali. Tek şey
bozuyor bu barışı: Mati muhannes bir erkekti. Ama kadınsıydı. Yani
kadınlara şehveti olduğu düşünülmüyordu. Ama meğerse o kadınlara
da arzu duyuyormuş. Artık kadın-erkek ayrılığına dayalı bir toplumda
Mati ne kadın tarafında sosyalleşebilir. Ne de erkek tarafında. Mati ve
kocası Hit'in toplumdan sürgün edilmesine sebep olan tek gerekçe
budur.
(eğer toplum kadın erkek birlikteliğine dayalı bir toplum olsaydı,
hüküm de farklı olacaktı.)

11: Kuran'dan eşcinselliğin hiçbir çeşidine hoşgörü çıkmaz.

İnanmış ya da müşrik.

Mümtehine Suresinin bütünü ve Tevbe Suresinin ilk 23 ayetine
göre bir Müslüman bir müşrikle bireysel olarak dost olabilir, siyaseten
de yoldaş olabilir. Kuran'ın pek çok yerinde müşrik yaşam biçimi
eleştirilir. Fakat Kuran'ın hiçbir yerinde Müslümanlara müşrik yaşam
biçimini yok etme gibi bir görev verilmez. Kısaca İslam barışında
müşrikler de –eleştirilmekle beraber- kendi yaşam biçimlerini
korurlar. Yani putperestler, ateistler, agnostikler vs bir İslam barışında
kendi yaşam biçimlerini korurlar. Ve Müslümanlarla ilişkilerini barış
üzerine kurdukları sürece onlarla dost olunabilir. Siyaseten yoldaş
olunabilir.
Cihad ya da daha doğru adıyla kıtal, herkesi Müslüman etmek
için değil, (1) meşru müdafaa için (Şura Suresi), (2) hakları yenen
kadın, erkek ve çocukların haklarına kavuşması için (Nisa Suresi) (3)
toplumunu sömüren ve aşkın bir otoriteye sahip kılınmış egemenlerin
güçlerinin kırılması, yani baskı ve sömürünün ortadan kalkması için
(Tevbe Suresi) ve (4) yeryüzünde haksız çatışmaların (fitne) son
bulması içindir (Bakara Suresi). Bu sürecin sonunda İslam
egemenliğinin (dininin) tüm dinlere (egemenliklere) galebe çalacağı
doğrudur. Fakat bu herkesin Müslüman olduğu bir toplumu yaratmak
anlamına gelmez. İslam'ın siyasal değerlerinin inansın-inanmasın
herkese içten bir barış sunmuş olması anlamına gelir. Kısaca
Mümtehine ve Tevbe Surelerinin bahsettiğim kısımlarına bakacak
olursak, müşriklere ve onların yaşam biçimlerine de bu barışta yer
vardır. Müşriklerle beraber –eğer onları birer Müslüman kabul
etmeyeceksek- eşcinsellere de... (Benim iddiamsa eşcinselliğe
İslam'da meşru bir yer tanıyıp, biseksüelleri müşrik kategorisinde
değerlendirmektir).

SONUÇ:
Hayreddin Karaman Hoca beni temel olarak insanların arzularına
göre bir din tasarlamakla suçluyor. İnkar etmiyorum. İnsanların
fıtratındaki temiz arzulara uygun bir din tasarlamak benim başlıca
misyonlarımdan biri. Bu, dediğim gibi Allah'ın da misyonudur (eğer
Kuran'daki leş, kan ve domuz yasağı tartışmalarını dikkatle okursak)...
Ama tüm gelenekçilerimizle beraber Hayreddin Karaman Hoca
başka bir arzuyu doyuma kavuşturmak arzusuyla bu fıtri arzuyu
farkında olsun olmasın reddediyor. Bu sebeple de fıtri arzularını
doyurmak isteyen insanlar giderek dinden uzaklaşıyor ve
sekülerleşiyor. Hayreddin Karaman Hoca'nın korumaya çalıştığı arzu
şudur: "bindört yüz yıllık bir tarihe aidiyeti koruma arzusu".
Eğer bu arzuyu doyurmanın tek yolu gelenekçilik olsaydı ve eğer
bu arzu sadece ve sadece geleneğin fikirlerine aykırı fikir beyan
etmeme şeklinde doyurulsaydı, ben de kendi içimde oldukça
zorlanırdım. Bunu yaptığım zamanlar zorlandım da... Oysa geleneği
yaşatmanın tek yolu onlardaki bilgeliğe sımsıkı yapışmak değildir. Will
Kymlica'yı ciddiye alacaksak, bu, bir geleneği öldürmenin en iyi
yoludur, yaşatmanın değil.
Geleneği yaşatacaksak geleneğin figürlerini diyaloga, eleştiriye
ve tartışmaya açmak, onları yeryüzüne indirmek zorundayız. 18.
Yüzyılın büyük şüphecisi David Hume'u eleştirmeyen büyük Batılı
düşünür kalmadı. David Hume elli yola yere indirildi. Fakat Hume hala
bütün büyüklüğüyle aramızdadır. Büyük düşünür olmak hala David
Hume'u okumaktan, özümsemekten ve onunla hesaplaşmaktan
geçer. Ve Hume'u çatır çatır eleştirmek Hume'u diriltir. Öldürmez.
Onu değişmez bir başlangıç noktası ve başvuru mercii yapar. Aynı şeyi
Ebu Hanife ve benim fıkıh usulünde üstadım ve ilham kaynağım olan
İmam Şafii için neden düşünmeyelim. Şafii'nin Risale'si hala
yanıbaşımızdadır. Ve bir yandan tevarüs edilmeyi bir yandan çatır
çatır eleştirilmeyi bekliyor. Sonraki yüzyıllarda da tüm güzelliğiyle
yaşayabilmek için...


Arzuyu diriltmeye çalışıyorum. Fıtri temiz arzuyu. Ve ona karşı
bir düşman olarak konulmamış tarihe aidiyet arzusunu. Ve nereden
bakarsanız bakın beş yıldır kendi küçük odamda bindörtyüzyıllık bir
medeniyetin büyükleriyle sohbet ederek ve tartışarak yaşıyorum.
Gelenekçiliğe sapmaya lüzum olmadan. Ve gelenekçilerimizden farklı
olarak ikibinbeşyüz yıllık başka bir medeniyetin de bana ait olduğunu
hissedebiliyorum. Ki bunu hissetmeyi bir medeniyet olarak
öğrendiğimizde 'başka medeniyetler'e söyleyecek önemli sözlerimiz
de olacaktır. Bu muhakkak.

Kendini temiz ve fıtri arzuyu yeniden diriltmeye adamış Deleuze
ve Guattari 'arzu-makineleri' kavramını İbn Arabi'nin 'ilahi isimler'
doktrininden devşirmişlerdi. Şimdi biz Müslümanların Deleuze ve
Guattari'nin yaşam felsefesinden almak zorunda olduğumuz birşeyler
var. Eğer Kuran'ın leş, kan ve domuz dışında her nimeti ve arzuyu
helal kılması eyleminin bu dinin kurucu bir unsuru olduğunu yeniden
iliklerimize kadar hissetmek istiyorsak. Kuran'ı Komünist
Manifesto'dan daha güçlü bir kitap olarak insanlığa yeniden hediye
etmek istiyorsak...
Yeryüzü çok karardı. O halde aydınlığı ümit edebiliriz.

ÇOK OKUNANLAR