ANALİZ

Ertuğrul’u boğacaksanız beni de çağırın…

İçinizden biriniz çıkın ve Ertuğrul’un şu yazdıkları için “Yalan!” diye haykırın… “Yanlış” olduğunu gerekçe göstererek çürütün

Ertuğrul’u boğacaksanız beni de çağırın…

ADNAN BERK OKAN

Kimisi çok sevdiğim, değer verdiğim köşe yazarı kardeşim; kimileriyse klavyesinin başına geçtiğinde kişisel kini, nefreti ve öfkesi aklının üstüne çıkanlar.
Bu iki gurup Ertuğrul Özkök’ten başka yazacak konu yokmuş gibi pusuya yatıp; Özkök ne yazarsa onun yazdıklarını çürütmeye çalışıyorlar.
Hani işleri “medya eleştirisi” olsa “ehemini mühimine tercih etmiş ve Ertuğrul’a çakmanın daha önemli olduğuna hükmetmiş” diyeceğim ama değil.
Her biri ulusal çapta dağıtımı yapılan, kimi çok satanlarda en tepede, kimi ise ortalarda yer alan ama “etkin” gazetelerin köşe yazarları.
Köşeleri sınırlı…
Onlardan istenen o sınırlı gazete sayfasında kamu görevi yapmaları.
Ertuğrul’un yanlışlarını değil halkın yerine getirilmeyen taleplerini yazmaları.
Varsa iktidarın eksikliklerine dikkat çekmeleri…
Varsa muhalefetin hatalarını kamuoyuna duyurmaları…
Ama onlar öyle yapmak yerine, Ertuğrul Özkök’le uğraşıyorlar…

Bilsem ki “Ertuğrul karşıtları” O’nu sindirdiklerinde ve hatta boğduklarında bütün sorunlarımızdan kurtulacağız; “beni çağırın işini ben göreyim” diyeceğim.
Ha vallahi diyeceğim…
Ha billahi diyeceğim…
Ama yok böyle bir şey…
Aksine adam hayatının “en doğru – en haklı” şeylerini “en nazik ve saygılı” tavrıyla yazıyor son zamanlarda…
Sit-com gazeteciliği de yapmıyor…
Sosyoloji bilgisi ve deneyiminden de faydalanarak siyaset gazeteciliğinden “doğru” örnekler veriyor.


Sizler "samimiyet barometresi" misiniz?..

Arkadaşlar!..
Dostlar!..
Bayanlar!...
Baylar!..
88 yıllık
cumhuriyet tarihimizde belki de "barış, dostluk, hoşgörü, uzlaşı, empati" değerlerine en çok ihtiyacımız olan bir dönemden geçiyoruz.
Sanırım hiç olmazsa bu görüşümde “mutabıkız”
Eğer bu değerlere gereksinim duyduğumuz noktasında uyum içinde değilsek bana kırılmayın ama "kötü niyet" sahibisiniz.

Sevsek de sevmesek de son günlerde Ertuğrul Özkök taraflar arasında "barış, dostluk, uzlaşı, hoşgörü, empati" tesisi için adeta bütün imkânlarını zorluyor.
Samimi ya da değil...
Ne ben "samimiyet barometresi"yim ne de sizler…
O halde bütün çabalarının "samimi" olduğunu kabul etmek durumundayız.
Çünkü Özkök, taraflardan birinin geçmişini savunurken diğerinin geçmişini övmeyi de ihmal etmiyor.
Taraflardan birinin kahramanlarına yapılan saygısızlıkların haksızlığını tarihi belgeleriyle ve olaylarla anlatmaya çalışırken diğer tarafın tarihi değerlerine, kahramanlarına olağanüstü saygı gösteriyor.
Muhalefet partilerinin eylem ve söylemlerinde “yanlış” olabileceğini ama "kötü niyet" aranmaması gerektiğini anlatırken son derecede ölçülü…
İktidarın kimi icraatlarının doğru olanlarını yürekten savunurken içtenlikli, coşkulu…


Adam size “Beni sevin” demiyor ki...

Buna rağmen kendisinden “ex (ölü) – yönetmen” diye söz edip “barış – dostluk – uzlaşı hoşgörü – empati” arayışı ile alay edenler; “yalancı, ikiyüzlü” demeye getirenlere sesleniyorum.
Allah aşkınıza…
Deyin ki Ertuğrul’un yazıp söylediklerinde “samimi” olmadığına kendi okurlarınızı inandırdınız…
Ne geçecek elinize?..
Haaaa…
Yanlış söylüyorsa buyurun, dükkân sizin…
Ne derseniz deyin, ne yazarsanız yazın…
Ama adam doğru şeyler söylüyor kardeşim…
“Beni sevin” demiyor…
“Bana bayılın” da dediği yok…
“Kavga etmeyelim… Bu ülkede çok güzel şeyler de oluyor ama biz daha fazlasına layığız” demek isteyişinin kötülük neresinde?..
“Demokrasimiz fevkalâde gelişti ama muhalefet ve medyanın özgürlüğü konusunda baskı da kurulmasa” deyişinin neresinde yanlış var?..

İçinizden biriniz çıkın ve Ertuğrul’un şu yazdıkları için “Yalan!” diye haykırın…
“Yanlış” olduğunu gerekçe göstererek çürütün onları…

Bütün dünya, Mısır'da yürüyen 1 milyon kişinin mesajını destekliyor.
Ben de destekliyorum. Eminim, siz de destekliyorsunuz.
Çünkü o mesaj, 30 yıllık bir diktatöre yollanıyor.
Ama Türkiye'de 4.5 milyon insan yürüdüğü zaman kimse, iktidarın devrilmesini beklemiyor.
Beklemiyor çünkü herkes biliyor ve kabul ediyor ki; iktidarın devrilme yeri “sandık”tır...
Demokratik ülkelerde 4.5 milyon insan yürüyüşü sadece bir “hak”tır. Ama sandığın işlemediği, muhalif sesin ve basının susturulduğu ülkelerde “1 milyon insan yürüyüşü” ihkak-ı hakka dönüşür.
İki fotoğraf arasındaki fark işte budur.
Yani  “demokratla”, “diktatör” arasındaki fark.

Bu söylemde itiraz edebileceğiniz tek cümle var…
O da şu: “….Eminim, siz de destekliyorsunuz”…
Olabilir…
Desteklemeyebilirsiniz…
Ama unutmayın ki Başbakan Erdoğan da Ertuğrul’un bu yazdıklarına destek veriyor…


Siz iyi niyetli, Ertuğrul kötü niyetli mi yani?.

Son sözlerim amiyane bir örnek olacak…
Diyelim ki Başbakan Erdoğan sabah evden çıkmadan önce elini yüzünü yıkadı ama dudağının ucunda bir peynir parçası kaldı.
Aynaya da bakmadan konuttan çıkış yaptı.
Şimdi…
Başbakan’ın dudağının ucundaki peyniri işaret edip saygılı bir ifadeyle; “sayın Başbakan’ım dudağınızın ucunda küçük ve fakat sizin görmek istemeyeceğinizi sandığımız bir fazlalık var” demek yanlış mı?..
Veya Ahmet Altan gibi, “Tayyip Bey dudağında peynir parçası var” diyen doğrucu Davutlar mı?..
Bence her ikisi de korkularından tek kelime bile etmeden Başbakan’ın bütün toplantılarına dudağının ucundaki peynir parçası ile girmesine göz yumanlardır.
İsteyen, dudak ucundaki peynir yerine, burun ucunda başka bir fazlalık olarak da düşünebilir bu durumu…

Kaldı ki Ertuğrul ne dudak benzetmesi yapıyor, ne burun…
Türkiye’nin “en etkin” gazetesini iyi veya kötü 21 yıl yönetmiş bir yazar ve akademisyen sosyolog olarak nazik uyarılarda bulunuyor…
Ne kötülük var bunda?..
Sizler, Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP için çok daha ağır eleştiriler yapmıyor musunuz?..
Yapıyorsunuz tabii…
Ve yapacaksınız da…
Demokrasi işte bu değil mi…
Ne yani…
Sizin “iyi niyetli”, Ertuğrul’un ise “kötü niyetli” olduğuna dair mahkeme kararı mı var elinizde?..

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR