ANALİZ

Ertuğrul, sen dînî konulara girme be arkadaşım...

Ankebut Suresi 57. Ayet'ten söz etmek istiyorsun ama yanlış yazıyorsun. Zira Ayet "Bir gün herkes ölümü tadacaktır" demiyor... Ne mi diyor?..

Ertuğrul, sen dînî konulara girme be arkadaşım...
ADNAN BERK OKAN

Sevgili Ertuğrul (Özkök) ;
Beth Revis'in "Evrenin Ötesi" isimli romanı Türkiye'de pek tutmadı (belki okumuşsundur).
Ama Amerika'da "bestseller" raflarında çok uzun süre kaldı...
Günümüzden 300 yıl sonrasını anlatıyor...
Romanda dondurulan "Güneş - Dünyası" insanlarını ve aralarında hiçbir ırk, inanç ve düşünce farkı olmayan Centauri Dünyalısı insanlarını da tanıyoruz...
Sevgili Ertuğrul;
HÜRRİYET Pazar'da başlığı altında yayımlanan makalenin bir yerinde Ankebut Suresi 57. Ayet'ten söz etmek istiyorsun...
Önce Lâtince "Memento mori" diyorsun...
Türkçesi "Öleceğini hatırla" demektir...
Sonra da Zincirlikuyu'nun kapısında yazan
"her  canlı ölümü tadacaktır" sözünü "Bir gün herkes ölümü tadacaktır" şeklinde yazıyorsun...

Aslında Ertuğrul Zincirlikuyu'nun kapısında yazan da yanlış; senin yazdığın da yanlış...
Zira Zincirlikuyu yönetiminin Ankebut Suresi 57. Ayet'ten mülhem yazdığı "her  canlı ölümü tadacaktır" sözünün doğrusu şöyledir:
"Her nefis ölümü tadacaktır".

"Herkes" ya da "her canlı" veya Ayet'te denildiği gibi "Her nefis" arasında çok fark var...

"Herkes"
dediğin an "bedeni ve nefsiyle" her insandan söz ediyorsun demektir...
Ya da Zincirlikuyu'nun kapısında yazdığı şekliyle "Her canlı" denildiğinde evrendeki (yani sadece "Dünya" isimli gezegendeki değil) bütün canlılardır söz konusu olan...
Zira çiçek de canlıdır, hayvan da canlıdır...
Artık başka gezegenlerde de hayat olduğu düşünüldüğüne göre, oralarda yaşayan her varlık da canlıdır...
Ama Ertuğrul; ne çiçeğin nefsi vardır, ne de hayvanın...

Demek istemem şu:
Ayet'in sözünü ettiği şeyde "Beden" yok...

Sadece "nefis" var...

"Çok mu önemli?" diye sorarsan, "çok önemli" ya...
Hem de çoookkk önemli...

İnsanoğlunu günaha sokan bedeni değil ki Ertuğrul...
Nefsi...
Çiçekler de ölecek, hayvanlar da ve bütün canlılar da ölecek...
Ama...
İnsandan başka hiçbir canlının "nefsi" ölümü tatmayacak...
Cennette hurilerin hizmetine bedenlerimiz değil, nefislerimiz mazhar olacak...
Acıyı da bedenlerimiz değil, nefislerimiz çekecek...

Bilesin istedim de...

Romanın başlarında Godspeed'in (devasa uzay gemisi) kaptanı Bilge kişi, gelecekte geminin lideri olacak Çırak'a insanların üç nedenden dolayı birbirleriyle çatıştıklarını ve savaştıklarını hatırlatıp ilk iki sebebi kendisi açıklıyor:

1.) Farklı oldukları için...
Dinler ve ırkların yanı sıra düşünceler de birbirlerinden farklı olunca çatışma ve savaş kaçınılmaz... Bu farkılıklar olmazsa savaş ve çatışma da olmaz (ne kadar da senin düşüncelerine benziyor değil mi?)...
2.) Güçlü bir "Merkezi Liderlik" olmadığı için...
Güçlü, otoriter, disiplinli bir "Merkezi Liderlik" olsa oh ne güzel... Ne kavga olacak, ne savaş, ne çatışma (Erdoğan da böyle düşünmüyor mu?)...

Peki ya üçüncüsü?..
3. sebebi Çırak'ın bulmasını istiyor Bilge Kişi...
Bu arada okuyucu da üçüncü sebebi öğrenmek için süratle kitabı okumaya devam ediyor...
Üçüncü cevabı biliyorum ama söylemem...
Söylersem Beth Revis'in emeğine hakaret etmiş olurum...

Sevgili arkadaşım;
Nihal Bengisu Karaca
'nın Gazete HT'de 29.04.2011 Cuma günü  başlığı altında yayımlanan makalesini mutlaka okumuşsundur...
Nihal
senin analizini yapmıştı...
Okuyunca "Evren'in Ötesi"ni hatırladım...
Nihal'ın seninle ilgili analizinde, "insanlar arasındaki farklılıkları törpülemeye çalışan uzaylı Bilge"yi gördüm...
Nihal mükemmel bir "din ve demokrasi dersi" veriyordu...
Ve tabii "Laiklik" dersi de...

Sevgili Ertuğrul;
Herkesin sana benzemesini istiyorsun...
Herkesin "dînî anlayışı" senin gibi olacak...
Herkes "biraz sen olup seninle uzlaşma"nın yollarını arayacak...
İyi ama Ertuğrul güç hep sende veya senin gibilerde olduktan sonra senin arzularının, Başbakan'ın arzularından ne farkı kalıyor?..
Erdoğan da herkesi kendisi gibi olmaya zorlamıyor mu?..
Başbakan, "Bitaraf olan bertaraf olur" dedi...
Sen ise (Nihal'in dediği gibi) "Başımıza ne geldiyse bu adamların dindarlığından geliyor, bu dindarlık seyreltilebilirse, gevşetilebilirse, o zaman birçok sorun hallolacak" diyorsun...
Fark nerede?..

Yani Ertuğrul...
Yine Nihal'in dediği gibi Türkiye'nin sorunu "laikliği tehdit eden dindarlık" sorunu değil.
Türkiye
'nin asıl sorunu; gücü eline geçirenlerin otoriteriliğe meyletmesi sorunudur....
Sorun; kendinde "güç" vehmedenin, güçsüzlerin kendisine benzemesini talep etmesi ve hatta bu benzerliğin tesisi için baskı yapmasıdır...
Ve yine Nihal'in dediği gibi "keşke muhafazakâr muhafazakâr olarak, dindar dindar olarak, agnostik agnostik olarak, seküler seküler olarak kalabilseydi."


Sevgili arkadaşım;

Geçenlerde de bir dönemlerin "Demokrat"larının yeni bir demokrasi arayışında olduklarını anlatıyordun...
Oruç Aruoba, "Nazizm demokratik bir hareketti" diyormuş...
Aruoba'nın öyle düşünmeye, senin de o görüşü köşende aktarmaya hakkın var...
Ama...
Benim de "Sizler çıldırmış olmalısınız!" diye isyan etmeye hakkım var...
Oradan hareket ederseniz; Aysun Kayacı'nın "dağdaki çobanla generalin oyu bir olur mu?" sorusu için "gereği yerine getirilsin" diyebilirsiniz de...
Pardon...
"Demokrasinin zaafı yok" diyenlerden değilim...
Ama...
"Herkes aynı şekilde düşünsün, giyinsin, yaşasın, yasaklansın, özgür bırakılsın" talebi de Demokrasinin zaafı değildir Ertuğrul...

Değerli dostum;
Demokrasinin; farklılıkların hoşgörü, barış ve anlayışla kabullenme ortamında yaşamak olduğunu savunan Nihal ile, "Şu dindarlar dini inançlarından taviz versinler... Farkılıkları ortadan kaldıralım o zaman çatışma da olmaz" diyen senin aranda hangi taraftan olduğum sorulsa cevabım şudur:
"Nihal'den tarafım"...
"Çok demokrat olduğum" için değil...
Aksine...
"Biraz demokratım"...
Ama...
Ne Naziyim ne Faşist, ne Püriten, ne Despot...
İnsanları farklılıklarıyla kabul etmek gerektiğine inanan vicdan sahibi biriyim...
Bu konuda en büyük sorumluluğun da elinde güç (iktidar veya servet ya da Din/Medya) olanlara düştüğüne inanıyorum...

[email protected]
Bir gün herkes ölümü tadacaktır
ÇOK OKUNANLAR