Ertuğrul Özkök'e çakınca terör bitecek mi?..
İçlerinde öyleleri var ki; gazeteciliği ya da köşe yazarlığını “Ertuğrul Özkök’e çakmak” olarak algılıyorlar…
ADNAN BERK OKAN
Bizim işimiz medyada olup bitenleri yazmak…
Kurumsal olarak medya ya da kişisel olarak “yazar” analizi yapıp eleştiriler yöneltmek, genel gazetecilik ilke ve ahlâkına sadakat beklemek ve tavsiye etmek…
Ama…
İşi genel kamuoyunu bilgilendirmek olanlar, okurlarını bilgilendirmek yerine kendileri gibi düşünmeyen karşı mahalle köşe yazarlarıyla sürekli kavga ediyorlar…
Dün Ertuğrul Özkök çok güzel yazmıştı bu konuda…
İçlerinde öyleleri var ki; gazeteciliği ya da köşe yazarlığını “Ertuğrul Özkök’e çakmak” olarak algılıyorlar…
Gün geçmiyor ki Özkök’ün adını vererek veya tarif ederek ona çakmasınlar…
Ve tabii bir de Özkök’e çakmaktan vakit bulurlarsa karşı mahalleye başlıyorlar giydirmeye…
Bunlar; iktidarın yanında durarak statü ve para kazananlar…
Serdar Turgut bunları tanımlarken şöyle diyordu geçenlerde:
"İktidar gücünün gölgesinin karanlığa dönüştüğü, durumdan vazife çıkarmaların esas karakter haline geldiği, yandaş gazeteciliğin, taraf olmanın, barış gazeteciliği ve akil gazetecilik gibi kavramların bolca görüldüğü, yani neredeyse kimsenin sadece gazeteci olamadığı, sadece gazeteci olmaya çalışanların da korkutulduğu Türkiye'de, mesleğimizin dünyada olduğundan çok daha fazla prestij yitirdiği kesindir."
Ama unutmayalım ki bir de bunların çaktıkları karşı mahallenin küfürbazları var…
İsim isim saymak gereksiz çünkü onlar da en az birinciler kadar "ünlü" ve "etkin"...
Onlar ise Hükümet’i genellikle destekleyen ama yeri geldiğinde eleştirmekten de çekinmeyen olgun, objektif bilge yazarlara bile hakaretler savuruyorlar…
Yani onlar da Hükümete "yakın" gibi duranları bile affetmiyorlar...
karşı mahallenin kendileri gibi fanatik olanlarını ise zaten her gün aşağılıyor, hakaretlerle itibarlarını sarsmaya çalışıyorlar…
Yani medyamızın fanatiklerinde ve iktidar ya da muhalefetin yanında durarak statü ya da para kazananların tümü birbirlerine “satılmış, hain, şerefsiz, hırsız” bağırıyorlar...
Türk’sen, doğruysan...
O çok eleştirilen andımızın “Türk’üm, doğruyum” diye başladığı düşünüldüğünde; andımıza bağlı olanlar eğer gerçekten doğruysalar, demek ki yalan söylemiyorlar…
O halde karşı mahalle için söylediklerinin tümü doğru…
Yok eğer andımıza itirazı olanlar haklıysa ve karşı mahalle her ne kadar her sabah “Türk’üm doğruyum” diye haykırıyorsa da bu büyük bir yalansa…
O durumda kendileri haklı ve karşı mahalle için yaptıkları bütün suçlamalarda doğruyu söylüyorlar…
Ama her halükarda; iki taraf da haklı olmuş oluyor ki, ortaya çıkan tablo bir felâket…
Yani, her iki taraf da “satılmış, hain, şerefsiz, hırsız”…
Menfaatperest...
Ama yine de siz siz olun iki tarafın da karşılıklı yaptığı suçlamalara inanmayın…
İki tarafta da “satılmış, hain, şerefsiz, hırsız” yok…
Peki ne var?..
Bol bol “menfaatperest” var…
O kadar…
“Menfaatperest”…
Yani karşılıklı yönelttikleri ağır hakaretlerin sebebi kapmak istedikleri statüyü ve parayı koruyabilmek…
İşte o kadar sadece…
Umudumu yitirmiş değilim...
Bu tarz gazeteciliğin de uzun süre hüküm süremeyeceğini biliyorum...
Çünkü bu yazar fanatizminin kalıcı olamayacağından eminim...
Kalıcı olacaksa da eğer, o zaman da ortada medya kalmayacaktır...