ALKIŞ

Ertuğrul Özkök için...

Bugünkü Hürriyet'te "Şu bilgiler halktan saklandı" başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca hatırladım yine...

Ertuğrul Özkök için...

Abbasi Halifesi Mem’un bir gün; güzel bir kadına yıldırım aşkıyla tutulur...

Gözleri güneşe, yüzü ay parçasına, dudağı goncaya, endamı bir gülfidanına benzeyen; parmak uçlarının rengini sanki kınadan değil de kalplerine girdiği âşıklarının kanından alan bu güzele yürekten vurulur...

Kalbinin kıpırtısı davulların gümbürtüsüne dönüşür heyecan seliyle, kadını “cariye” yapar kendine...

Gündüzden ateş düşer yüreğine...

Cariyeyle olacaktır bütün gece...

Girince koynuna cariye; ateşi sönecektir; içindeki muson yağmurları belki dinecektir...

Ama olmaz düşündüğü gibi...

Abbasi Halifesini istemez; reddeder o dünyalar güzeli...

Tabii ki Mem’un çok öfkelenir...

Der ki:

“Nasıl reddedersin beni?.. Bir kılıç darbesiyle ortadan ikiye ayırırım bedenini”...

“İşte başım” der Cariye, “kes, at…

Ama yatağına alamazsın beni...”

Bu ısrarda bir hikmet olduğunu düşünür Halife; ama o hikmet ne?..

“Ne yaptım ben sana ey dünyalar güzeli?..” diye sorar Abbasi halifesi.

“Bilmeden incittim mi yoksa seni?.. Hem benim neyimi beğenmedin ki?..”

Cariye cilveyi de elden bırakmadan, gerdan kırar, göz süzer,

bakışları Halife’nin yüreğini ezer:

“İstemiyorum seni Sultanım!” der gözlerini dikerek Halife’nin gözlerinin içine… “Öldürsen de beni, hatta başımı yarsan bile; bedenim olmaz senin bedeninle...”

“İyi de neden?” diye bir kez daha sorar Halife...

“Çünkü” diye başlar Cariye;

“ağzın o kadar kötü kokuyor ki,

Çekmektense ağız kokunu,

Gel, razıyım vur hemen boynumu...

Bil ki akmaz tek damla kanım.

Hem de ki vurdun boynumu,

N’ederim?..
Sadece bir kere ölürüm...

Eğer kabul edersem koynuna girmeyi;

o kokudan her gece ölürüm...

Bilinir ki kılıç bir kere keser başımı, Ok bir kere deler geçer beden taşımı...

Lâkin ağız kokun var ya ağız kokun, Her daim döndürür şu zavallı başımı”...

Halife bu sözlere çok kırılır...

Bütün gece Cariye’nin söyledikleri kulaklarında çınlar durur…

Sabah olduğunda sadece kendi ülkesinin değil, bütün ülkelerin cerrahlarından sırrını saklamaları şartıyla ağız kokusundan nasıl kurtulacağına çare bulunmasını ister...

Ve bulur sonunda çareyi...

Getirtir tavsiye edilen iksiri...

Bir süre sonra aynı Cariye,

huzura getirildiğinde:

“Kokuyor mu ağzım?”

diye sorar Halife...

Koklar ve şöyle der Cariye:

“Nefesiniz yine kokuyor ama bu defa kokusu benziyor bir güle.”

Ağız kokusundan kurtulan Halife keyifli bir neşeyle;

çevresindekilere der şöyle:

“Gördünüz işte ne kadar iyi oldu Cariye’nin yüzüme karşı söylemesi günahımı... Ya gizleseydi benim o fena ayıbımı?.. Kurtulamayacaktım şu dertten... ‘Ağız kokusu’ denen illetten...”

                                      *      *      * 

Bu öyküyü daha önce bir kere daha yazmıştım...
Ertuğrul Özkök'ün bugünkü Hürriyet'te "Şu bilgiler halktan saklandı" başlığı altında yayımlanan makalesini okuyunca hatırladım yine...
Ve şöyle düşündüm:
"Ertuğrul'un bu yazdıklarını keşke Erdoğan'a yakın, güvenilir, sözü dinlenir biri yazıp söyleseydi"...
Yani...
Keşke Başbakan'ın yanında, "Nefsiniz kokuyor" diyebilecek kadar dürüst ve cesur bir dostu olsaydı...
Yok..
Olmadığına göre...
"Erdoğan'a muhalif"
olarak da tanımlansa da muhalifliğindeki iyi niyetinden asla şüphe etmediğim Ertuğrul Özkök'ü bu makalesi nedeniyle alkışlıyorum...
 
ÇOK OKUNANLAR