Ergun Babahan'ın bomba itirafları
Ergun Babahan itirafları ile ortalığı sallamaya devam ediyor. Bu kez Fatih Çekirge ile ilgili iddiası çok tartışılacak.
Refahyol yıkıldıktan sonra Mesut Yılmaz Başbakan oldu ve elektrik dağıtımları falan derken yağma dönemi başladı.
FATİH ÇEKİRGE'NİN 500 BİN DOLARLIK ÇEK ŞOVU |
Fatih, Star gazetesine gitmesin diye Dinç bey ona 500 bin dolarlık çek vermiş. Uzan , bir buçuk milyon dolar verince Fatih Star’a gitmiş. Star’a giderken de, Ankara’da Sabah’taki odasının kapısına 500 bin dolarlık çeki yapıştırıp öyle gitmiş Fatih. |
Bütün medya patronlarında, kendilerini güvence altına almak adına askerle işi geçinme diye bir kaygı vardı. Hem hayati tehlike bulunuyordu hem de askerin devlet içindeki gücü biliniyordu.
Ankara’dan faksla bir haber geçildi. Zafer Mutlu Dinç Bey’le teknedeydi. Bana, ‘Ertuğrul’la konuş, andıçtaki isimleri kullanmayalım’ dedi. Ertuğrul Özkök’ü aradım. Bana, ‘Herkesi yayınlıyoruz. Bunu yayınlamasak olmaz. İsimleri gizleyemeyiz. İsimleri birinci sayfada değil, iç sayfada kullanalım’ dedi. Ama akşam yedi buçuk sekizde aradı. Kanal D isimleri verdi. Biz isimleri birden giriyoruz’ dedi. Bunun üzerine biz de haberi ve isimleri, ‘korkunç ifşaat’ diye birinci sayfadan verdik.
Bunun düzmece bir belge olduğunu anladık tabii ki.
Genelkurmay’dan kullanacaksınız diye emir gelmiş herhalde. Zafer Mutlu, ‘bu haberi kullanmazsak, bu adamların hayatı o zaman tehlikeye girecek’ dedi. Sanıyorum böyle bir imada bulunulmuştu.
Benim 28 Şubat’la ilgili kuşkularım o noktada başladı. Rahmetli Ercan Arıklı, andıç haberine ve gazetelerin askere böylesine teslim olmasına çok sinirlenmişti. Bize, ‘Oğlum yapmayın. Bırakın gidin gazeteciliği. Şart mı sizin gazetecilik yapmanız?’ dedi.
Gazetenin Birand’la ilişkisi iyi değildi. O gönderildi. Cengiz’e üç gün yazı yazdırılmadı. Dinç bey, bu ayıp ya dedi ve Cengiz yazmaya başladı. Sabah’ın büyüsünü bozan ve aşağıya gidişinin başladığı bir süreçtir bu.
Gazeteyi, bir takım insanları memnun etmek için yapmaya başlayınca, gazete sönüyor. Gazeteye neyin girmeyeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Gazeteye neyin girmesi gerektiğini unutuyorsunuz.
1999’da Yeni Binyıl’ın genel yayın yönetmeni oldum. Sabah’ı ve Etibank’ı güçlü ibr müessese olarak görüyorum. İhlas’ın bankasıyla, Yurtbank’la ilgili sert haberler yapıyordum. Birgün Dinç Bey geldi. ‘Bunu yapmayın artık. Biz de sıkıntıdayız’ dedi.
Baykal, Mehmet Ali Birand’a bir televizyon programında, ‘ Menzir giderse, koalisyona devam ederiz’ dedi. Bunun üzerine Zafer Mutlu Ankara’ya gitti ve o koalisyonun kurulmasında kilit rol oynadı. Baykal’la görüşüp, Çiller’le görüşüyordu. Çiller’le görüştükten sonra da Baykal’la görüşüyordu.
28 Şubat’tan sonra DYP’den epey bakanın ve siyasetçinin istifa etmesinde gazetelerin epey payı oldu. Refah’la koalisyonu sürdüren DYP’yi erittiler.
Gümrük Birliği konusu gündeme geldi. Doğan Grubu ve Koç’lar, Gümrük Birliği’ne karşı çıktılar. Dinç Bey ise Gümrük Birliği’nden yanaydı.
Sabah’la Doğan Grubu arasındaki ilk çatışma AB ekseninde yaşandı. 28 Şubat’tan sonra tekrar Yılmaz’la dost olundu.
O dönemde gazete patronları Ankara’da ihale yarışına dalmışlardı. Sabah elektrik dağıtımı, cep telefonu ihalelerine giriyordu. Halbuki biz bilmiyoruz o sırada para yok, Sabah batmış. Ama Koçlar’la birlikte Uzanlar’a karşı cep telefonu ihalesine giriyor.
Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın durma işleri bitmedikçe medya temizlenemez. Bugünkü sistem hala bu.
Taraf’la birlikte gazetelerin artık haber saklama keyfiyeti ve lüksü sona erdi.
Taraf gibi sadece gazetecilik yapan üç, dört gazete daha çıkarsa, medya arınır.
Gazeteci ünlü olabilir, ama çok zengin olamaz. Türkiye’de bir dönem ölçüler kaçtı, gazetciliğe bakışlar çarpıldı, ruhlar kirlendi.
Herkes Taraf’ın yaptığını yapamaz. Onun yaptığı çok zor bir iş. Ayrı bir kararlılık gerekiyor onu yapmak için.
28 Şubat süreci gazetecilerin hem ruhunu satın aldı hem de onları çok pasifize etti. Manşetler değiştirilebiliyor, her şeye müdahale edilebiliyor. Kimse itiraz etmiyor.
Bir gün Erol Evcil’in asker kaçağı olarak askeri mahkemede yargılandığına dair tek sütun haber yayınladık. Pazar öğleden sonraydı. Alaaddin Çakıcı aradı gazeteden beni. Bana, ‘sizin işiniz yazı yazmak. Benim işim de yazı yazıp benim kafamı bozanları vurdurmak. Türkbank işini yazmayı da bırakın. Yirmi milyon dolar alıp, oradan emekli olacağız biz’ dedi.
Mafya gazetecileri ve patronları doğrudan tehdit ediyordu o dönemde. Çünkü mafya, Ergenekon türü yapılarla iç içeydi. Ak Parti döneminde mafya türü örgütler tamamen kazındılar.
Ergun Babahan'ın Neşe Düzel'le yaptığı röporajın tam metnini okumak için ikinci sayfaya geçiniz...
[page_end]
Askerler en çok hangi tür yazılara kızarlardı?
Biz o dönemde Zafer Mutlu’yla tek tek yazarları, ‘Çok kritik bir dönem bu. Dikkatli yazın. Hükümete destek çıkmayın’ diye ikna etmeye çalışırdık. Beynimiz yıkanmış gibiydi.
Sabah Grubu Etibank’ satın almış mıydı o dönemde?
Dinç Bey Etibank’ı 1997’de aldı. Daha önce 1994’te 5 Nisan krizi oldu. Sabah, yeni binasını yaparken dış kredi almıştı. Dolar çok artınca bu krediyi kamu bankalarında uygun şartlarla Türk Lirası’na çevirdi. Zaten ondan sonra da siyaset bizim gazeteye girdi, eski rahatlık bitti. RefahYol yıkıldıktan sonra Mesut Yılmaz Başbakan oldu ve elektrik dağıtımları falan derken yağma dönemi başladı.
Siz o sırada yapılan bu gazetecilik hakkında ne düşünürdünüz?
Bunu bir rejim kavgası görüyorduk. Zaten Türkiye’de sol çökünce, bir sürü insanda solculuktan kala kala laikçilik ve Kemalizm kaldı. Eski solcular kökten laikçi oldular. Hasan Cemal ‘Kürtler’ kitabını yazana kadar, biz, Diyarbakır cezaevinde olup bitenlerden bile habersizdik….
Sabah’ta, Türkiye’nin gerçeklerinin dışında böyle bir Lale devri yaşıyorduk.
Bütün büyük gazetelerin askerle ilişkileri sizinki gibi miydi?
Bütün medya patronlarında, kendilerini güvence altına almak adına askerle işi geçinme diye bir kaygı vardı. Hem hayati tehlike bulunuyordu hem de askerin devlet içindeki gücü biliniyordu.
Andıç olayını hatırlıyor musunuz?
1999’da oldu. Hatırlıyorum.
O belge geldiğinde ne düşündünüz?
Belge gelmedi. Şemdin Sakık’ın ifadesi bir haber olarak geldi bize Ankara bürodan. Cengiz Çandar’la Mehmet Ali Birand’ın PKK’dan para aldıklarına dair iddialar vardı ifadede. Ankara’dan faksla bu haber geçildi İstanbul’a. Zafer Mutlu Dinç Bey’le teknedeydi. Bana, ‘Ertuğrul’la konuş, andıçtaki isimleri kullanmayalım’ dedi. Ertuğrul Özkök’ü isimleri kullanmayalım diye aradım.
Ne dedi?
‘Herkesi yayınlıyoruz. Bunu yayınlamasak olmaz. İsimleri gizleyemeyiz. İsimleri birinci sayfada değil, iç sayfada kullanalım’ dedi. Ama akşam yedi buçuk, sekizde aradı. ‘Kanal D isimleri verdi. Biz isimleri birden giriyoruz’ dedi. Bunun üzerine biz de haberi ve isimleri, ‘korkunç ifşaat’ diye birinci sayfadan verdik.
Şemdin Sakık’a, yakandıktan sonraki sorgusunda, bazı gazeteciler hakkında ‘PKK’dan para alıp yazı yazıyorlar’ diye ifade vermeye ve imzalamaya zorlanıyor. Bu gazeteciler arasında Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Akın Birdal var. Sakık, bu ifadeyi imzalamıyor. Ama düzmece ifade ‘andıçta’ yer alıyor ve yayınlanması için büyük gazetelere ve bazı televizyonlara gönderiliyor. Nitekim Sakık’tan itiraflar diye bu gazeteciler PKK’yla işbirliği yaptıkları suçlamasıyla hedef haline getiriliyorlar. Siz o gün elinize geçen belgenin, düzmece bir belge olduğunu anlamadınız mı?
Anladık tabii ki.
Peki o zaman niye kullandınız? İnsanları hedef gösterip öldürülme tehlikesinin içine attınız?
Genelkurmay’dan kullanacaksınız diye emir gelmiş herhalde. Zafer Mutlu, ‘bu haberi kullanmazsak, bu adamların hayatı o zaman tehlikeye girecek’ dedi. Sanıyorum böyle bir imada bulunulmuştu. Zaten benim 28 Şubat’la ilgili kuşkularım o noktada başladı. Rahmetli Ercan Arıklı, andıç haberine ve gazetelerin askere böylesine teslim olmasına çok sinirlenmişti. Bize, ‘Oğlum yapmayın. Bırakın gidin gazeteciliği. Şart mı sizin gazetecilik yapmanız?’ dedi. Biliyorsunuz…
Neyi?
Aslında ortada Şemdin Sakık’ın ifadesi yoktu. Adamın imzalamadığı ifadeyi gazetelerin Ankara bürolarına fakslıyorlar. Ankara o ifadeden haber yapıyor ve İstanbul’a gönderiyor.
Dahası… 28 Şubat’ın Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, Şemdin Sakık’ın o ‘ifadesine!’ üstelik kendi el yazısıyla eklemeler yapıyor, Cengiz Çandar’la Mehmet Ali Birand’ın PKK’dan para aldıklarını yazıyor.
Galiba işin içinde eski Genulkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt da var. Çünkü Şemdin Sakık, anılarını yazdığı yeni kitapta açıkladı ki… O sırada, Diyarbakır Yedinci Kolordu Komutanı olan Yaşar Büyükanıt da o sorgudaymış. Hatta Sakık’ın, o imzalamadığı ifadelerinin alındığı O sorguda, Yaşar Büyükanıt’ın ‘iyi çocukları’ da varmış.
Büyükanıt, Şemdinli’deki bombalama olayı olduğunda Kara Kuvvetleri Komutanıydı ve bombalamayı yapanlar için ‘Tanırım. iyi çocuktur’ demişti ve bu açıklamasıyla Şemdinli Davası’na açıkça müdahale etmişti. Şimdi ‘iyi çocuklar’ olayına nasıl bakmalıyız biz?
Yaşar Büyükanıt’ın iyi çocuklara niye sahip çıktığı şimdi anlaşılıyor tabii. Şemdinli bombalamasının bu ‘iyi çocukları’ şimdi nerede? Önce davalarını askeri mahkemeye aldılar… Sonra bunları bir yerlere tayin ettirdiler ve unutturdular. Düşünün, sorgu yapılmış, düzmece ifadeler alınmaya çalışılmış ve daha sonra genelkurmay başkanı olacak olan kişi de o sorguyu izlemiş. Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir olay geçiştirilemez.
Peki… Andıç haberiyle ilgili gazete yönetiminde bir tartışma oldu mu, ‘basalım mı basmayalım mı’ diye?
Hayır. Sabah’ta öyle tartışmalar olmazdı. Karar verilince yapılırdı. Zafer Mutlu, Cengiz’in vurulabileceğinden çok korkuyordu. Böyle bir bilgi de gelmişti. Ayrıca ‘onları gazeteden atın’ diyorlar. Gazetenin Birand’la ilişkisi iyi değildi. O gönderildi. Cengiz’e üç gün yazı yazdırılmadı. Dinç bey, ‘bu ayıp ya ‘dedi ve Cengiz yazmaya başladı. Sabah’ın büyüsünü bozan ve aşağıya gidişinin başladığı bir süreçtir bu. Oysa Dinç Bilgin’in Yeni Asır’dan beri bize verdiği örnek hep şuydu.
Neydi?
Şimdi siz burada gazete yapıyorsunuz. Gazetenin kapıdaki güvenlik görevlileri tabancalarını çekip gelseler ve size, ‘siz bu işi yapamıyorsunuz. İnin aşağıya, gazeteyi biz yapacağız’ deseler… Bu ne anlama geliyorsa, askerlerin de siyasetçilere, ‘siz bu ülkeyi yönetemiyorsunuz. Yönetime el koyuyoruz’ demesi aynıdır.
O belge yayınlandıktan sonra ne hissettiniz?
Ben de ölümden kurtardığımıza inanıyordum. Kısa bir süre sonra Refahyol hükümeti düştü. Mesut Yılmaz Başbakan oldu. .
Hürriyet o belgenin düzmece olduğunu biliyor muydu?
Bence biliyordu. Andıç’ta adı geçen gazeteciler, Kürt meselesinde demokrat çizgideydiler. Bekaa’ya gidip röpörtaj yapmaları da rahatsız etti herhalde.
Sadece onlar mı Apo’yla ya da PKK’yla röportaj yaptılar?
Şimdi öğreniyoruz ki, gazetecilerin bir kısmı oraya devlet adına gitmişler. Konuşma bantlarını önce götürüp MİT’e teslim etmişler. Oralara gazeteci kılığında gidip aslında devlete çalışan çok insan vardı… Bizim o dönemde en büyük ayıplarımızdan biri de şuydu. Erbakan, kendi tabanının imhasına dönük olan 28 Şubat kararlarını imzaladığında, ‘Paşa paşa imzaladı’ diye manşet attık biz. Bir siyasetçi için çok aşağılayıcı bir başlıktı o.
Gazeteci için de aşağılayıcı bir başlık değil miydi sizce o? Bir ülkede siyaseti bitirmek, malzemesi söz olan gazeteleri ve gazetecileri de bitirmek demek değil midir?
Söylediğim gibi biz o zaman öyle görmüyorduk. Ben dahil bazılarımız çok laikçi davranıyorduk. Bazıları da, aman bu düzen değişmesin, fıstık gibi hayatım bozulmasın, işim bitmesin’ diyerek o günkü sürece sahip çıkıyordu. Çünkü profesyonel olarak çok iyi paralar alınıyordu, sınıf atlanmıştı, yeni hayatın getirdiği zenginlik sürdürülmek isteniyordu.
O belgenin yayınlanmasından sonra Akın Birdal vuruldu. Demek ki andıçtaki isimleri yayınlamak hayat kurtarmak anlamına gelmiyor. Birdal vurulunca ne hissettiniz?
Çok rahatsız olduk.
Gazetede bu konuda konuştunuz mu?
Biz, Zafer Mutlu’nun odasında toplanıp her konuda çok konuşurduk. Ama işin çivisi çıkmıştı ve biz iktidara teslim olmuştuk. Mesela Can Ataklı deprem olduğunda televizyonda hükümeti çok sert eleştirdi. Hüsamettin Özkan başbakan yardımcısıydı. Küplere binmiş, Zafer Mutlu’yu aramıştı. O da çok paniklemişti. Gazeteyi, bir takım insanları memnun etmek için yapmaya başlayınca, gazete sönüyor. Gazeteye neyin girmeyeceğini düşünmeye başlıyorsunuz. Gazeteye neyin girmesi gerektiğini unutuyorsunuz.
Gazetecilik mesleğinden iğrendiğiniz oldu mu hiç?
O dönemde, çok oldu. 28 Şubat sürecinde meğer ağır depresyon geçirmişim. Şimdi fark ediyorum. İşten nefret ediyordum. Gittiğim her yerde uyuyordum. Kimseyle konuşamıyordum. 1999’da Yeni Binyıl’ın genel yayın yönetmeni oldum. Ben o sırada Sabah’ı ve Etibank’ı güçlü bir müessese olarak görüyorum. İhlas’ın bankasıyla, Yurtbank’la ilgili sert haberler yapıyordum. Bir gün Dinç Bey geldi. ‘Bunu yapmayın artık. Biz de sıkıntıdayız’ dedi. İhlas’ın sahibi Enver Ören’in gönlünü almak için ziyarete gitti. Sonra gazete için Örenle bir röportaj yapıldı. Gazetecilik açısından artık kıpırdayamaz bir hale gelmiştik.
Nasıl?
Meğer biz de batıkmışız. Ben sürekli gazetenin mutfağında olduğum için o dönemde daha safmışım. Mesela Fatih çekirge olayını bile daha sonra öğrendim.
Fatih Çekirge olayı dediğiniz nedir?
Fatih, Star gazetesine gitmesin diye Dinç Bey ona 500 bin dolarlık çek vermiş. Uzan , bir buçuk milyon dolar verince Fatih Star’a gitmiş. Star’a giderken de, Ankara’da Sabah’taki odasının kapısına 500 bin dolarlık çeki yapıştırıp öyle gitmiş Fatih.
Politikacılarla gazetecilerin ilişkileri nasıldı?
Çok yakındı. DYP-SHP koalisyonu vardı. Deniz Baykal, seçimi kazanarak, Murat Karayalçın’ın elinden genel başkanlığı aldı. Baykal, Necdet Menzir’in bakanlığı yüzünden koalisyondu bozdu. Baykal, Mehmet Ali Birand’a bir televizyon programında, ‘ Menzir giderse, koalisyona devam ederiz’ dedi. Bunun üzerine Zafer Mutlu Ankara’ya gitti ve o koalisyonun kurulmasında kilit rol oynadı. Baykal’la görüşüp, Çiller’le görüşüyordu. Çiller’le görüştükten sonra da Baykal’la görüşüyordu.
Gazeteler hükümet kuruyorlardı, öyle mi?
Tabii. Bakan da değiştiriyorlardı. Mesela 28 Şubat’tan sonra DYP’den epey bakanın ve siyasetçinin istifa etmesinde gazetelerin epey payı oldu. Refah’la koalisyonu sürdüren DYP’yi erittiler. Hükümeti düşürmek ve DYP’yi parçalamak için bakanlar istifa ettirildi. Bazı bakanlara istifa etmeleri için, Alevi kökenlerinden dolayı baskı yapıldı. Hatırlayın, Bahattin Şeker bakandı. DYP’den istifa etmedi diye adamı askere aldılar. O dönemde, Ufuk Söylemez gibi beş, altı kişi Sabah’ın etkisiyle DYP’den ayrıldı.
28 Şubat’tan sonra Mesut Yılmaz başbakan oldu. Onunla ilişkileriniz nasıldı?
Geçmişte çok iyiydi. Hatırlarsanız onu Sabah başbakan yaptı. ANAP’ta genel başkanlık yarışında, Akbulut’a karşı, ‘başbakan’ı tanıyalım’ diye Mesut Yılmaz ve ailesiyle ilgili tam sayfa haber yapmıştık. O günlerde Mesut Bey bize müteşekkirdi. Ama sonra Gümrük Birliği konusu gündeme geldi. Doğan Grubu ve Koç’lar, Gümrük Birliği’ne karşı çıktılar. Dinç bey ise Gümrük Birliği’nden yanaydı. Zaten Dinç Bey hep Avrupa Birliği’ne inandı. Dolayısıyla biz Tansu Çiller’in Gümrük Birliği politikalarına destek verdik. Sabah’la Doğan Grubu arasındaki ilk çatışma AB ekseninde yaşandı. 28 Şubat’tan sonra tekrar Yılmaz’la dost olundu.
Gazeteciler kendi aralarında bu konuda neler konuşurlardı?
Hükümetler kuruluyor, bakanlar atanıyor, bakanlar istifa ettiriliyor… O zaman bunlar hoşunuza gidiyor çünkü kendinize bir güç atfediyorsunuz.
Yaptığınız işin hatalı olduğunu yaparken biliyor muydunuz?
Hayır. Ben 2002’den itibaren değişmeye başladım. Farklı kesimlerle, daha demokrat, muhalif insanlarla tanıştım. Gözlerimdeki perde yavaş yavaş kalktı. Bizim demokratik kültürümüz gelişmemişti. 12 Eylül’den dolayı askere öfkeliydik, 28 Şubat’ta asker irticayı eziyor diye belki memnunduk.
Bu konularda açıkça itiraflarda bulunmaya ve medyanın günahlarını açıklamaya nasıl karar verdiniz?
Kendi içinde yaşadığın bir utancı saklayarak yok edemiyorsun. Gerçeği herkes biliyor zaten. Ne yaşadığını, ne yaptığını anlatman lazım ki, insanlar bir daha böyle şeyler yapmasınlar. Dinç Bilgin’in açıklamaları sürpriz oldu. Bence o dönemin en ağır bedellerinden birini o ödedi.
Peki o dönemde siyasetçiler gazeteden yazar attırırlar mıydı?
Gazeteden yazar attırmak, 28 Şubat’tan sonraki dönemde siyasetçilerin çok hoşuna gidiyordu. Mesela Mesut Yılmaz ya da Güneş Taner Mehmet Barlas’ı Sabah’ta istemediler.
Aynı dönemde Mehmet Barlas’ın eşi yazar Canan Barlas da gazeteden atıldı.
O dönemde gazete patronları Ankara’da ihale yarışına dalmışlardı. Sabah elektrik dağıtımı, cep telefonu ihalelerine giriyordu. Halbuki biz bilmiyoruz o sırada para yok, Sabah batmış. Ama Koçlar’la birlikte Uzanlar’a karşı cep telefonu ihalesine giriyor.
Medya temizlenebilecek mi sizce?
Çok zor. Medya üzerinden güç sağlama, ilişki kurma, siyasete yakın durma işleri bitmedikçe medya temizlenemez. Bugünkü sistem hala bu. Gazete kendi başına bir ürün olmaktan çıkmış, patronun diğer işlerini kolaylaştırmak için bir araç olmuş durumda. Bugün Hürriyet dışında kar eden gazete yok. Herhalde gazeteler gazetecilik aşkından çıkarılmıyorlar. Ayrıca medyanın seviyesi gittikçe düşüyor. Çünkü medyaya yeni ve kaliteli insanlar gelmiyor. Eğer güdülerine hakim olamazsan, bugün gazetecilik imkanların ötesinde bir hayat sağlıyor insana. Ama şu da var. Taraf’la birlikte gazetelerin artık haber saklama keyfiyeti ve lüksü sona erdi.
Medyanın arınması için neler yapılmalı?
Taraf gibi sadece gazetecilik yapan üç, dört gazete daha çıkarsa, medya arınır. Gazetecilik zengin olma mesleği değildir. Bu bilinmeli. Zengin olama hayali olan bu mesleğe hiç bulaşmamalı. Gazeteci ünlü olabilir, ama çok zengin olamaz. Türkiye’de bir dönem ölçüler kaçtı, gazetecilikle ilgili bakışlar çarpıldı, ruhlar kirlendi. Herkes Taraf’ın yaptığını yapamaz.
Niye?
Onun yaptığı çok zor bir iş. Ayrı bir kararlılık gerekiyor onu yapmak için. Ama kitle gazetesi çıkaracaksan, gazeteci olarak işsiz kalmayı hep göze alacaksın. Gazetecilik ancak böyle yapılabilir. 28 Şubat süreci gazetecilerin hem ruhunu satın aldı hem de onları çok pasifize etti. Manşetler değiştirilebiliyor, her şeye müdahale edilebiliyor. Kimse itiraz etmiyor.
Bugün de böyle değil mi?
Bütün gazetelerde böyle. Genel yayın yönetmeninin tepesinde oturan kişi gazetenin siyasi çizgisine bire bir karışıyor. İnsanlar, ‘kime hizmet ediyor?’ diye gazetelerin manşetlerinden kuşkulanmakta haklılar. Hatırlıyorum da… Biz Sabah’ta bir dönem her giden Emlak Bankası genel müdürünün ardından, yaptığı usulsüzlüklerle ilgili olarak ‘yamyamlar’ diye haber yapıyorduk. Yeni gelen genel müdürü memnun ediyorduk. Sonra o da gidiyordu, ona da küfrediyorduk. Meğer o sırada biz de Emlakbank’tan sürekli kredi alıyormuşuz..
Bu ülkede uzun yıllar mafya çok etkili oldu. Hele 28 Şubat sürecindeki ganimet paylaşımında mafya babaları çok güçlülerdi. Bugün ise mafya babalarının hepsi cezaevindeler. Gazetecilerin mafya babalarıyla ilişkileri nasıldı?
Mafya o dönemde gazetecileri tehdit ederdi. Bir gün Erol Evcil’in asker kaçağı olarak askeri mahkemede yargılandığına dair tek sütun bir haber yayınladık. Pazar öğleden sonraydı, gazetedeydim. Alaaddin Çakıcı aradı. Bana, ‘sizin işiniz yazı yazmak. Benim işim de yazı yazıp benim kafamı bozanları vurdurmak. Türkbank işini yazmayı da bırakın. Yirmi milyon dolar alıp, oradan emekli olacağız biz’ dedi. Mafya gazetecileri ve patronları doğrudan tehdit ediyordu o dönemde.
Patronları nasıl tehdit ediyordu mafya?
Bir gün Çakıcı yakalandı ve serbest bırakıldı. Sabah’ta haber, Çakıcı yakalandı diye çıktı. Çakıcı bir arkadaşımız aradı. ‘Dinç Bilgin’in torunu nerede okuyor, ailesi hangi arabalara biniyor, hafta sonları ne yapıyorlar, hepsini biliyorum. Bunun bedelini ödeteceğim’ diye tehdit etti. O dönemde mafya böyle tehdit ederdi ve ondan korkulurdu. Ben çok telaşlandım ve Çakıcı’nın tehdidini Dinç Bey’e aktardım. Bana moral verdi.
Ne dedi?
‘Boş ver, herkesin bir işi var. Onların işi tehdit etmek, bizim işimiz gazete çıkarmak’ dedi. Siz de bilirsiniz. Bu mafya türü örgütlere yıllarca kimse dokunamadı. Çok şımarıktı bunlar. Çünkü mafyaya karşı hiçbir koruma yoktu ve mafya, Ergenekon türü yapılarla iç içeydi. Yakalandıklarında, devletten bazıları araya giriyordu ve serbest bırakılıyorlardı. Bunların kökü, AK Parti döneminde tamamen kazındı. Bence Ergenekon’un ortaya çıkmasında, mafyanın içeride olmasının etkisi de vardır.