Ergenekon’da iki büyük yanlış ve Nazlı Ilıcak
Daha fazla uzatmayayım; malûm; fincancı katırları bazen iktidardan daha güçlü olabiliyorlar…
ADNAN BERK OKAN
Sevgili Nazlı Ilıcak;
Dünkü Sabah’ta başlığı altında yayımlanan makalenizi okuyunca yazmak zorunda kaldım…
Çünkü…
Yazınızda birçok genel doğrunun yanı sıra bana göre yanlışlarınız da var…
Tabii Hanımefendi; tabii ki “siz yanlış, ben doğruyum” demeyeceğim…
Zaten “bana göre yanlış” deyişimin sebebi de kişisel görüşlerimi okurlarımla paylaşmak…
Zarif Hanımefendi;
Öncelikle ve halen ısrarla şu davalara ve yargılanıp mahkûm edilen suç çetesine “Ergenekon” demeyi sürdürüyorsunuz…
Lütfen vazgeçin…
Ortada bir “çete” ve hatta “örgüt” olduğu kesin…
Ama…
Yargılamayı yapan mahkeme bile adına, “Ergenekon” demiyor…
Birinci (bana göre) yanlışınızdan sonra geleyim (bana göre) ikinci yanlışınıza…
Makalenizin bir yerinde şöyle yazıyorsunuz:
Ergenekon, "iç düşman" olarak belirlenen hedefi bertaraf etmeye yönelik, asker sivil işbirliğiyle yürüyen bir mekanizmadır. Kimi zaman psikolojik harekât devreye girer, kimi zaman şiddet. Medya ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılır. Dost kuvvetlerden istifade edilerek, "düşmanın" başı ezilir.
Neden “doğru” ?..
Saygıdeğer hanımefendi;
Cümleler topluluğunuzun ikinci yarısında yer alan şu bölüm (genel) doğru:
“…. Kimi zaman psikolojik harekât devreye girer, kimi zaman şiddet. Medya ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılır. Dost kuvvetlerden istifade edilerek, ‘düşmanın’ başı ezilir.
Fakat… İlk bölümde yer alan şu cümlenizdeki tespitiniz ise (bana göre) yanlış…
“…… Ergenekon, "iç düşman" olarak belirlenen hedefi bertaraf etmeye yönelik, asker sivil işbirliğiyle yürüyen bir mekanizmadır.”
O halde “doğru” neden “doğru” “yanlış” (bana göre) niçin “yanlış” oraya geleyim…
Nazlı Hanım;
“…. Kimi zaman psikolojik harekât devreye girer, kimi zaman şiddet. Medya ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılır. Dost kuvvetlerden istifade edilerek, ‘düşmanın’ başı ezilir” diyorsunuz ya…
İşte bu cümlelerinizden oluşan tespitleriniz doğru…
Çünkü…
Dünyanın bütün suç örgütleri “şiddet” eşliğinde yaparlar eylemlerini…
Zaten “güle, eğlene” eylem koyanlara da “terör örgütü” değil “dernek” denir…
Haklısınız…
Medya ile de sivil toplum örgütleriyle de iş yaparlar…
Ama sanırım unuttunuz…
En güçlü ve etkili işbirliğini de “Devlet/Siyaset” ile yaparlar…
Onun içindir ki Şeyh Sadi bundan yaklaşık 800 yıl önce;
“Hükümdar yol vermezse eşkıya kervan basamaz” demiştir…
Sadi’nin o tespiti halen geçerli…
Dünyanın en güçlü emniyet teşkilâtına sahip ülkelerinde de bütün suç çetelerinin bir numaralı desteği “devlet”tir…
Yani; sivil ya da asker bürokrasi…
Öyle siyasetçiler (bakan veya milletvekili), polisler, öyle savcılar, öyle hâkimler, öyle maliye memurları, öyle subay –astsubaylar var ki; her türlü şiddet, terör ve yolsuzluğun içinde onları görürsünüz…
Zaten onlar olmasa bütün dünya ülkeleri Thomas Moore’un ünlü eseri Ütopya’daki ülkede olduğu kadar güvenli, huzur içinde ve mutlu olurlar…
Ama sevgili Hanımefendi; öyle, yani Ütopya’daki gibi bir ülke yok…
Gelecekte olur mu?..
Zor, çok zor…
Şimdi soruma geleyim:
Adına “Ergenekon” dediğiniz bu çete içinde “devlet” yok…
Efendim; iki-üç emekli paşa, bir emekli yüzbaşıyı devlet olarak niteleyemezsiniz…
Zira Yargı’nın tanımladığı şekilde öylesine tehlikeli bir örgütü o birkaç emekli paşa ile bir iki emekli yüzbaşı kuramaz…
Onların gücü yetmez…
Demek istemem o ki adına “Ergenekon” denilen bu suç örgütü sizin dediğiniz gibi sadece Medya ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği yaparak bir yere varamaz…
Yanında siyaset, emniyet, ordu, yargı olmadan kurulamaz bile…
İyi ama hani siyaset, emniyet, ordu, yargı?..
Yok…
O halde örgüt falan da yok…
Üç – beş maceraperest, kolay yoldan para kazanmak isteyen uyanık var…
Yanlış cümleniz olan “…… Ergenekon, iç düşman’ olarak belirlenen hedefi bertaraf etmeye yönelik, asker sivil işbirliğiyle yürüyen bir mekanizmadır” bölümüne gelince…
Bu tür örgütlerin hedefinde asla “iç düşman” olmaz…
Olmayınca “bertaraf” edilecek “hedef” de olmaz…
Yani…
Lütfen; adına “Ergenekon” demekte ısrar ettiğiniz suç örgütü ile Balyoz, Ay Işığı, Sarıkız’ı birbirlerine karıştırmayın…
Ve bir de…
Adına “Ergenekon” demekte ısrar ettiğiniz suç örgütü içine katılıp yargılanan ve mahkûm olan İlker Başbuğ başta olmak üzere diğer subay ve astsubayları da yine o çeteye dâhil etmeyin…
Çünkü…
Adına “Ergenekon” denilen o çetenin amacı hükümeti yıkmak değildi, hiçbir zaman da öyle bir hedefleri olmadı…
Az önce de dikkat çekmek istediğim gibi onlar kendilerinden önce de var olan kimileri gibi “devletin gücünü arkalarına alıp kolay yoldan para kazanmayı hedefleyen” kriminal tiplerdi…
Yargıçlar da “önyargılı” oldukları için işlenen cinayetlerin arka planlarında ne olduğuna bakmadılar…
İlle de “Danıştay Cinayeti” sıradan bir “laiklik elden gidiyor!” çığlıkları atılmak için mi işlendi yani?..
Meselâ örgüt üyelerinden birini yıllarca hizmetinde çalıştıran ve yurt dışında birçok yasa dışı silah işine karıştıran/karışan, finans sektörünün de devlerinden biri olan bir banka eski patronunun ifadesine bile başvurulmadı...
O banka patronu ile ilgili bazı haberler ise halen ana muhalefet partisinde milletvekilliği yapan bir eski başyazar tarafından engellendi…
Haberi yapanların adları verilerek örgüte “hedef” gösterildi…
Demek istemem o ki;
sevgili Ilıcak Hanımefendi;
İlker Başbuğ ve onunla birlikte o suç örgütü içine monte edilen subaylara haksızlıktır bu yaptığınız…
Ki…
Önümüzdeki süreçte o büyük yanlışlık ve hukuk ayıbı mutlaka düzelecektir…
“Peki; ya gazeteci Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Merdan Yanardağ ve Prof. Mehmet Haberal?.. Onları nereye koyuyorsun?” diye sorabilirsiniz…
Onların yargılanmalarının yapılacağı davalar (bence) Balyoz, Ay Işığı, Sarı Kız falan olabilirdi…
Ama Allah aşkınıza Balbay, Haberal, Özkan ya da bir başka gazetecinin “Danıştay Cinayeti” failleriyle ne ilgisi olabilir?..
Yani bu ilişkiyi kurmak hangi vicdana sığar?..
“Vicdan” dediysem “duygu” olarak söylemedim…
“Akıl yürütme ile yapılan hak verme duygusunun yüceliği” demek istedim…
Yani tabii ki “vicdan” da bir “duygu”dur ama içinde “akıl” vardır; “çıkar, nefret, öfke, hayranlık, sadakat, vefa” falan değil…
Hâsılı sevgili Ilıcak;
Dün de sizi “kaybeden” seçmiştim…
Çünkü bir önceki gün yayımlanan makalenizde de okurlarınızı yanlış düşünmeye sevk ediyordunuz…
Terör şefi olmaktan tutuklanan Başbuğ, yargılama sonunda “terör örgütü üyesi olduğuna ilişkin delil bulamadık ama darbe yapmaya girişmek suçuna ilişkin delil verelim” denilerek müebbet hapse mahkum olmadı mı?..
Yani, Başbuğ önce tutuklanıp sonra aleyhinde “delil” üretilerek suçlanmadı mı?..
Nerede burada hukuk?..
Nerede vicdan?..
Nerede adalet?..
Yok…
Neden yok?..
Çünkü Başbuğ mahkûm edilmeliydi…
Erdoğan’ı siyaset sandığında yenemeyenlerin yeni bir oyunudur o ceza yani…
Başbuğ’un, Başbakan’la her Perşembe yaptığı görüşmelerden bir “şüpheli” çıkarmak içindir…
Neyse…
Daha fazla uzatmayayım; malûm; fincancı katırları bazen iktidardan daha güçlü olabiliyorlar…
Sevgilerimle…
Adnan