MEDYA KÖŞESİ

Erdoğan Demirören Köşk'e neden gitti?

Demirörenler Huber Köşkü'ne gittiler. O sırada Milliyet'te gergin bir bekleyiş vardı. Zira Derya Sazak, kendisiyle defteri kapatmış olan Demirören'lerin Köşk'te karar değiştirmek zorunda kalacaklarını umuyordu.

Erdoğan Demirören Köşk'e neden gitti?

GAZETECİLER.COM - Önce Hasan Cemal'in kovulması, ardından aylar sonra Derya Sazak'ın Genel Yayın Yönetmenliğinden alınması ve yerine Fikret Bila'nın getirilmesi, Can Dündar'ın kovulması gibi konular Milliyet gazetesini ve gazetenin patronajındaki Demirören ailesini medya kulislerinde en çok konuşulan konulardan biri haline getirdi.

T24
Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın'ın bugün yazısında anlattığı olaylar Milliyet gazetesinde son zamanlarda ne oldu sorusunun cevabı niteliğini taşıyor.

Doğan'n yazısının en ilginç ve daha önce bilinmeyen yönü ise Erdoğan Demirören'in Çankaya'ya çıktığı kısım.

İşte Doğan Akın'ın yazısınından çarpıcı bir bölüm:

DEMİRÖRENLER KÖŞK'TE, SAZAK BEKLEYİŞTE

Demirörenlerin, Dündar ve Sazak ile yolların ayrıldığını, kendilerine de haber vermeden duyurmak istemelerindeki ısrarının nedeni çok kısa bir süre sonra anlaşılacaktı. Artık, yazının başında alıntıladığım Fehmi Koru'nun sözlerine dönebiliriz. Koru, “Milliyet’in sahibine devletin başka zirvelerinden de 'Yapma' diye özetlenebilecek telkinler geldiğine eminim” diyordu.

Koru'nun yazısında geçen “zirve” tarifi, elbette akıllara Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü getirdi. Nitekim Gül, Letonya gezisi sırasında (2 Nisan) Hasan Cemal olayına ilişkin olarak yöneltilen soru üzerine; baskı varsa da, yoksa da, her durumda Milliyet'i ayıplayan bir açıklama yapmıştı. Gül'ün sözlerini hatırlayalım:

“Açıkçası Hasan Cemal’e karşı yapılan çok büyük bir ayıptır. Yani fikirlerini tutarsınız, tutmazsınız o ayrı, ama bunları samimiyetle yazıyor. (...) Ben gazetesini söylüyorum açıkçası... Yani eğer gazetesine varsa bir empoze, gazetesi de orada direnecek kardeşim... İşte Başbakan da söyledi, diğerleri de söyledi, ‘Böyle bir şey bizden yok’ diye.”

Velhasıl Fehmi Koru haklıydı. Zira Demirörenler yaz dönemi çalışmaları için İstanbul'da, Huber Köşkü'nde bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den davet almışlardı. Ve Köşk'te görüşmeye gitmeden önce, olası bir rica karşısında Cumhurbaşkanı'nı kırmamış olmak için Derya Sazak'la yollarını ayırdıklarını resmen duyurmuş bulunmayı arzu ediyorlardı.

Her neyse, bu anons yapılmadı ve Demirörenler Huber Köşkü'ne gittiler. O sırada Milliyet'te gergin bir bekleyiş vardı. Zira Derya Sazak, kendisiyle defteri kapatmış olan Demirören'lerin Köşk'te karar değiştirmek zorunda kalacaklarını umuyordu. O kadar ki, gazetede, tanıkların da bulunduğu bekleyiş sırasında birkaç kez Huber Köşkü'nü arattı:

“CUMHURBAŞKANI İLE GÖRÜŞME BAŞLADI MI?"

Nihayet “Başladı” cevabı gelince Sazak'ın, kendisinin genel yayın yönetmenliğinden alınması konusunda “bakalım o kadar kolay olacak mı” mealinde umut belli ettiği anlatılıyor.

Köşk'teki görüşmede ne konuşuldu bilmiyorum. Fehmi Koru, medyaya karşı tahammülsüzlük meselesini dert ettiği bilinen Cumhurbaşkanı'nın Demirören'lere “Yapma” dediğini yazıyor.

Ancak sonuç değişmemişti. Huber Köşkü'nden dönünce Milliyet binasının, patronların odasının bulunduğu 8. katına çağrılan isim Derya Sazak değil, Fikret Bila oldu. Ve Demirören'ler Sazak'la yollarını kesin olarak ayırdıklarını duyurdular.

Bu arada Sazak'ın Milliyet'te köşe yazarı olarak kalma formülü gazete kamuoyunda şaşkınlık yarattı. Belki Köşk görüşmesi Sazak için “inadına Genel Yayın Yönetmenliği”ne devam etme imkânı sağlamasa da, köşe yazarı olarak kalma arzusunu geçerli kılmıştı. Bunu bir bilgiye dayanarak değil, sadece tahmin olarak dile getiriyorum.

MEDYANIN TEK SORUNU BASKI DEĞİL
 

Evet, bugün Türkiye'de siyasi baskı nedeniyle işsiz bırakılmış, köşesi kapatılmış, programı kaldırılmış onlarca gazeteci var. Ancak bir demokrasi sorunu haline gelmiş Türkiye medyasını sadece siyasi baskıya mercek tutarak anlayamayız.

Ana akım medyanın haberciliği öteleyen sermaye yapısı, medya sahibi grupların diğer çıkarları nedeniyle gazeteciliği örseliyor, siyasi baskının menziline çok daha kolay sokuyor. Ve medya elitleri bile yeri geldiğinde siyasi baskıyı kullanmak isteyebiliyor!

Diğer yandan baskı mekanizmasının iktidarların zayıf olduğu dönemlerde tersine işlediğini, medyaya girmiş sermaye gruplarının siyaset üzerinde nasıl baskı kurduklarını da biliyoruz.

Nerede olursa olsun “gazeteci” olarak kalmayı başaran meslektaşları tenzih edelim. Ancak grup medyalarında, siyasi baskıdan sermaye yapısına ve medya elitlerine kadar uzanan bütün ihtimaller gazeteciliğin doğasına aykırı sonuçlar üretiyor.