Enver Aysever'den CNN Türk'e sansür suçlaması!
CNN Türk'te yayınlanan Aykırı Sorular adlı programı haftada bir güne düşürülen Enver Aysever, Ayşe Arman'a verdiği röportajda kanal yönetimini sansür yapmakla suçladı...
CNN Türk'teki Aykırı Sorular programı hafta sonu ile sınırlanan gazeteci Enver Aysever, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği röportajda "bizi bu ülkeden kovmak istiyorlar" dedi.
CNN TÜRK'E AYKIRI SORULAR SUÇLAMASI!
CNN Türk'teki programının haftada bir güne düşürülmesini "çanak soru sormadığım soru sormamı yasakladılar diyerek" yorumlayan Enver Aysever Alevi kimliği, aşk hayatı ve gündeme dair ilginç notlar paylaştı.
İşte Ayşe Arman'ın Aysever röportajından çarpıcı bölümler:
Senin ilk yaşadığın aşk, dinlerin ve ailelerin ayırdığı bir aşk mıydı?
-Öyle de denilebilir. Muhafazakâr bir aileyle, ilerici bir aile arasındaki çatışmaydı.
Senin Alevi olman mı onları rahatsız etti?
-Durduğum yer, onları rahatsız etti. Onlara göre sosyalist ve Allahsızdım! Bir de tabii kız, Türkiye’nin en iyi kolejlerinden birinde okuyordu, ben devlet lisesinde. Üstelik çok başarısız bir öğrenciydim. Sonradan duydum gerçi, “Bu Enver’i beğenmemiştik, neydi ne oldu!” demişler (gülüyor).
ENTELEKTÜEL SEFALET YAŞIYORUZ!
Yaşadığımız dönemi nasıl değerlendiriyorsun?
-Türkiye’nin entelektüel bir sefalet yaşadığını düşünüyorum. Düşünsel sefalet. ‘Kanaat önderi’ olarak yutturulanların, içerikten yoksun, aydın namusu taşımayan birer zavallı olduklarına inanıyorum. Ama ne yazık ki en çok onların borusu ötüyor. Her şeyin alabora edildiği bir dönem yaşıyoruz. Şiddet kültürünün çok yaygın olduğu bir dönem. Çünkü siyasal iktidar, sürekli hedef gösteriyor sürekli düşman yaratıyor. Ama bu, kimseye iyilik getirmez, kendisine de. Feci bir kakofoni yükseliyor. Bir ormanın içindeyiz ve yönümüzü kaybetmişiz. Aynı anda bilişim de hayatımızı esir alıyor. Bu kadar yoğun ‘bilgi bombardımanı’ içinde tükeniyoruz. Bütün bu olup biten içinde, yeniden bir dünya kurulacak mıdır? Mutlaka! Ama bu şizofrenik hal, bizi birer potansiyel şiddet eğilimlisi yapıyor. Öfkenin içinde boğuluyoruz...
AYKIRI SORULAR SANSÜR MÜ YEDİ?
Sen bende hep zekâsı ona problem yaratan bir adam hissi uyandırıyorsun. Öyle mi?
-Bana ‘zeki’ demiş olmandan dolayı çok mutluyum. Mütevazı gözükmek için, “Keşke biraz aptal olsaydım!” diyemeyeceğim. İfade özgürlüğüne inandığım için dilimi tutmuyorum. Ama bu ülkede, ifade özgürlüğünden dolayı dili kesilen çok insan var. Benim de kanadımı kırmak isteyenler oldu, olacaktır da. Bunun bedelini ödetmek için önce işsiz bırakırlar, sonra toplumca üzerine çullanırlar, sonra ötekileştirip yalnızlaştırırlar, sonra kumpas kurup olmadığın şekilde kurgular yaparlar. Bunlar hep yaratıcı insanların başına gelen tuzaklardır...
ÇANAK SORU SORMADIĞIM İÇİN PROGRAMIM HAFTADA BİRE DÜŞTÜ
E yeri geldi sorayım, ‘Aykırı Sorular’a ne oldu?
-Haftada bir oldu! Çünkü ‘Aykırı Sorular’, çanak sorular olmaya razı olmadı. O yüzden de haftada bire düştü. Türkiye’de birçok medya kuruluşunda çalıştım. İtiraf etmem gerekiyor ki, en profesyoneli hâlâ bizim içinde bulunduğumuz. Fakat mahalle baskısı o kadar feci bir vaziyette ki, sürekli kelle vermek zorunda kalıyor. Kurumun yapabileceği bir şey de yok. Belli ki bu ülkeden kovulması uygun görülen kişileriz. Geçen gün Fazıl (Say), programın bire düşürülmesi üzerine bir tweet attı, dedi ki “Hepimiz kovulduk!” Evet, bize bu ülkede kapıyı gösteriyorlar. Eskiden “İslamcılar İran’a, komünistler Moskova’ya!” denirdi. Benim milletimin dışında kalan milletin adamları bizi kovuyor. Biz hangi milletin adamlarıyız onu bilmiyorum. Ben doğma büyüme İstanbulluyum!
ONLAR BENİM SORU SORMAMI YASAKLADILAR
Bu durumu kabullenmemene itiraz edenler de var! Onlara ne diyeceksin?
-Onlar, hayatın gerçekliğini kavramıyorlar. Benim cumartesi programlarımda Türkiye’nin en önemli sanatçıları şarkılarını söylüyor, edebiyatçıları gelip düşüncelerini açıklıyor. Gerçek bir sanat programı yaptığımı düşünüyor ve bununla gurur duyuyorum. Vazgeçmek de istemiyorum. Onlar benim soru sormamı yasakladılar. Ama tavrı olan bir edebiyatçı, hâlâ hafta sonu programa çıkıp yine söylemek istediğini söyleyecektir.
ÜÇ İMKÂNSIZ AŞK YAŞADIM
Aşk, senin için bir tür hesaplaşma mı?
-İnsanın başına olağanüstü şeyler geldiğinde, kendisiyle bir hesaplaşma yaşar. Aşk da öyle bir şey. Ait olduğunuz bir toprak vardır, orada doğmuşsunuzdur ama ömrünüz boyunca başka bir ülkede yaşamışsınızdır, ölmek için yine o toprağa dönersiniz ya... Bir aşkla hesaplaşmak da aynı şey. Bu biraz da “Ben bir hayat yaşadım. Benden geriye bu hikâye kaldı!” deme kaygısı. Ben, bu söz ettiğim üç kadınla da hâlâ görüşüyorum. Biri eşim zaten...
Nasıl yani? Diğerleriyle de görüşüyor musun?
-Tabii. Fizikler değişmiş, çoluk çocuğa karışmışlar. Ama hoşuma gidiyor onların hayatımda olması...
Çok da alışık olduğumuz bir şey değil, erkeklerin eski aşklarıyla görüşmesi...
-Uygar insanlarız, görüşüyoruz. İkisinin de çocukları var. Eski sevgililerle de arkadaş olunabiliyor. Zaten biz o geçmişteki insanlar değiliz artık, onlar öldü. Biz şu anda iki farklı insanız. “Vay be! Biz neler yaşamıştık” da demiyoruz. Bir şeyi yeniden ölçmeye kalkmak o yaşanan duyguya haksızlık bence.
Üç sıkı sevişme sahnesi var romanda. Yazarken belli bir seviyenin altına düşmemek için zorlandın mı?
-Erotizmin hatta pornografinin edebiyata dahil olduğunu biliyorum. Ama yazarlık melekesinin de bayağılaşmamak olduğunu düşünüyorum. Her şeyi çok açık da anlatabilirsiniz. Bütün pornografik görüntüleri de söyleyebilirsiniz ancak bu edebiyatsa, okur bunu anlar. Ben edebiyat yaptığımı düşünüyorum.
Okuttun mu kimseye?
-Eşim okudu. Ve başarılı olduğunu söyledi. Sonra ailedeki diğer kızlar “Tamamdır” dedi...
YETENEKSİZ BİR OYUNCU OLDUĞUM İÇİN YAZAR-YÖNETMEN OLDUM
43 yıllık hayatına o kadar çok şey sığdırmışsın ki! Bir taraftan edebiyat âşığısın, bir sürü kitap yazıp ödüller almışsın. Ama bununla sınırlı kalmamışsın. Tiyatroculuk, televizyonculuk, hatta köşe yazarlığı... Sana yetmeyen ne?
-Orta gelirli bir ailenin çocuğu olarak yaptığım işlerin önemli bir kısmını hayatta kalabilmek amacıyla yaptım. Babam ciddi ekonomik sıkıntı yaşadığında, kendimi televizyonda metin yazarı olarak buldum. Sonra en alttan en üste kadar geldim. Ekranda tanınan biri oldum. Tiyatro, çocukluk tutkumdu. Yeteneksiz bir oyuncu olduğum için, yazar-yönetmen oldum. Yetenekli olsam oyuncu olmak isterdim. Yıllarca davul çaldım, Yurdaer Doğulu’nun okulundaydım, Kenan ve Ozan’la bir aradaydık. Tiyatroyu profesyonel yaptım, çok emek verdim. Çok büyük ustalarla çalıştım.
Hepsini birden yapabilme yeteneğin mi var yoksa tek bir şeyle uğraşmaktan sıkılıyor musun?
- “Maymun iştahlıyım” diyemem. Yaptığım işlerde disiplinli ve sabırlıyım. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir profesör beni oyunda izleyip, “Sen bu ülkede bir Rönesans aydını gibi davranıyorsun. Her şeye bulaşıyorsun!” demişti. Bu, benim hayatımda aldığım en büyük iltifat. Aziz Nesin de her şeye bulaşırdı ve kavga ederdi. Sabahattin Ali de Nâzım da...
Kendini onlarla kıyaslıyor musun?
-Haşa! Ama onların soyundan geldiğimi düşünüyorum. Onlar, benim ustalarım. Ben onlara öykünüyorum. Öykünme hakkım var. Onlar beni inşa etti.
Bu kadar çok şeye nasıl yetişebiliyorsun?
-Çalışkanım. Hâlâ günde 200 sayfa kitap okuyorum. Orta 2’den beri günde 100 sayfanın altına hiç düşmedim. Benim kütüphanemde aradığın her şey vardır. Notları alınmıştır. Ermeni tehciri sorununu merak ediyorsan, tık tık tık bulursun. Böyle çalışmayı da zaman içinde öğrendim. Benim entelektüel birikim kaygım, aslında bilgeleşme kaygısı. Kızıma baktığım zaman, ona yetebilmek istiyorum. Senle konuşurken saçmalamamak istiyorum. Ama rol yapmak da istemiyorum, sahici olmak istiyorum. Bilgili, donanımlı bir adam olmak istiyorum...
YÜKSEK SESLE “BİZ ALEVİYMİŞİZ” DEDİĞİMDE KORKTULAR
Anneanne ile büyümek nasıl bir şeydi?-Annem, babam çalışıyordu. Beni o büyüttü. Anneannem benim kutsalım. 20 yıl oldu öleli. Ama hâlâ adı geçince gözlerim dolar. Dayım, bir haksız davanın sonucu olarak 4 yıl yurtdışındaydı. O dönene kadar anneannem, 4 yıl hiç uyumadı. Cam kenarında uyuklardı ama asla yatağa uzanmadı. Ben bir kadının 4 yıl evladını nasıl beklediğini gördüm. Sonra aklandı dayım, döndü. Hep düşünürüm, dayımın hayatından mı dört yıl gitti, anneannemin hayatından mı...
Nasıl bir aile?
-Orta sınıf. Anneannemle birlikte ‘Arkası Yarın’ dinlerdik. Anneannem, İstanbul doğumludur ama ondan bir önceki kuşak Antakyalı. Bizim evin bir yerinde hep Arapça vardır. Bir de Aleviydik. Ama “Biz Aleviyiz!” demek suçtu Türkiye’de. Evlere baskınlar yapılırdı. Sonra ben ilk defa yüksek sesle, “Kardeşim biz Aleviymişiz” dediğimde korktular.
DİNİ OLARAK KENDİMİ HİÇ ALEVİ HİSSETMİYORUM
Ne kadar Alevi hissediyorsun kendini?
-Dini olarak hiç.
Ateist bir Alevi misin?
-Ben daha çok Alevilerin değerleriyle haklarıyla ilgiliyim.
Neden Aleviler açık görüşlü insanlar?
-Çünkü bu bir felsefe aslında. Dünyayı nasıl algıladığınla ilgili. Kadına nasıl baktığınla ve öğretilerinle. Benim dedem, babaanneme tapardı. Babam da anneme saygılı davranırdı. Ben, eşime de öyle davranıyorum. Kavga da ederiz ama hep eşit kavga edilir, eşit mücadele edilir, eşit dil kurulur. Sonuç itibariyle kadınlar kazanır! Bizde, kumpas kurulmaz. Alevi dünyasında en önemli şey, kumpas kurulmasına gerek duyulmamasıdır. Çünkü kadın kendini ifade edebiliyor. Şu laf ne kötüdür mesela, kızlar annelerine sevgilileriyle buluşmaya gidecekleri zaman, “Anne n’olur babamdan sen izin al!” der. Anne de der ki, “Tamam, ben bir punduna getirir hallederim!” Ne fena! Her şey yalan üzerine kurulu. Baba da ne olacağını bilir ama muhatap olmamak için ses etmez. Bense kızım gelsin ve “Baba, bir erkek arkadaşım var!” desin isterim. Ben de o çocuğu göreyim, yargıçlık yapacak halim yok. O yargıçlığın nelere mal olduğunu ben kendi hayatımda yaşadım... Bir de bence kadın ve erkeğin aynı anda aynı ibadethanede olabilmesi devrimdir. Çünkü o zaman eşit olduğunu hissedersin. Ve bunun olması insanların birbirini daha çok sevmesini sağlar.
Peki karın?
-Alevi değil. Benim böyle Alevi Sünni gibi bir tercihim olamaz. Dünyanın en bilgili, en huzurlu, en kendisiyle barışık insanıyla evlendim.