Enis Berberoğlu Erdoğan ile Hürriyet'in papaz olma sebebini açıkladı
Gazeteci, CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu Gezi Parkı olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu sonrası kırılma yaşandığını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la aralarının açıldığını belirtti.
Gazeteci, CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Berberoğlu Gezi Parkı olayları ve 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonu sonrası kırılma yaşandığını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'la aralarının açıldığını belirtti.
Enis Berberoğlu'nun Aksiyon'dan Cemal Kalyoncu ve Muhsin Öztürk'e verdiği röportajın dikkat çeken bölümleri şöyle:
HÜRRİYET'TEN ARTIK BİR KATKIM OLMAYACAK DİYE AYRILDIM
-Uzun süre kalmayacak mısınız yani siyasette?
Burada da işe yaramazsam bırakır giderim. Ayrılmamın sebebi de Hürriyet’e, çalışanlarına ve okurlarına artık bir katkımın olamayacağına inanmamdı.
-“Bu ülkede gazetecilik yapılmaz” türü bir şey mi?
Aynen öyle. Benim farkım artık 60 yaşına geldim ve Hürriyet’i de 5 senedir yönetiyordum. Yani Hürriyet’te bir fâni olarak yapabileceğimi yaptığıma inanıyorum. Daha fazlası olayın sermaye yapısına aykırı. Orası bir patron müessesesi ve patron herkesin ortasında açıkça ‘beğenmiyorum gazeteyi’ diyor. Bir sebep göstermek zorunda değil. Ya öyle devam edecek ya da ayrılacaksınız; ben ayrılmayı tercih ettim.
ERDOĞAN BASKISINA EN AZ BOYUN EĞEN YİNE AYDIN DOĞAN
ERDOĞAN BASKISINA EN AZ BOYUN EĞEN YİNE AYDIN DOĞAN
-Erdoğan baskısının etkisi oldu mu?
Erdoğan baskısına en az boyun eğen yine Aydın Doğan’dır. Ertuğrul çalıştı, ben çalıştım, şimdi Sedat çalışıyor; Hürriyet’in kulvarındaki gazetelere baktığınız zaman hakkını teslim etmek gerekiyor.
BİZİM TEK AMACIMIZ: POPÜLER MAL ÜRETMEK, DAHA FAZLA SATMAK...
-Aslında patrondan ziyade iktidarla ilgili olabilir mi?
-Aslında patrondan ziyade iktidarla ilgili olabilir mi?
İktidarla papaz olmamızın sebebi Gezi’dir. Hem Ertuğrul’un döneminde hem de benim dönemimde Hürriyet’te Recep Tayyip Erdoğan’ın öne çıkmasının sebebi popülaritesiydi. 34’le geldi, 47 ile devam etti, 51’le seçim başarısını sürdürdü. Benim gazetemin sütunları bu adama kapalı olamazdı. Bizim Hürriyet’te varlık sebebimiz popüler olmak. Yazarlarımızı ona göre seçiyoruz, fotoğraflarımızı ona göre seçiyoruz. Bizim tek stratejimiz var; popüler mal üretmek, daha fazla satmak, daha fazla ilan almak. Tayyip Bey bence bunu yanlış okudu. Havuz medyası olduk sandı. Hâlbuki biz popüler olma içgüdüsünü kaybettiğimiz an kaybederiz. Benim mahallemden iki çarpı popüler Gezi çıkınca ben döndüm Gezi’ye. Tayyip Bey’den üç çarpı daha popüler 17-25 Aralık çıkınca döndüm oraya. Vermezsem bitmiştim zaten. O iki olay Tayyip Bey’le bizim aramızı açtı.
BAZI ARKADAŞLAR GİBİ BANKA SOYACAK HALİM YOK YA
BAZI ARKADAŞLAR GİBİ BANKA SOYACAK HALİM YOK YA
-Gazeteciliğinizin anayasası mı bu?
Evet, başka ne yapabilirim ki hocam. Hürriyet’in başına getirdiler, bir çıta koydular. Bu kadar tiraj, bu kadar reklam, bu kadar da personel gideri. Gidip de banka soyacak hâlim yok bazı arkadaşlar gibi. Tiraj artacak, ilan geliri düşmeyecek, personel gideri çok artmayacak. Senin oynayacağın üçgen bu.
(...)
HÜRRİYET DEVLET GAZETESİ DEĞİL MÜESSES DÜZENİN GAZETESİ
(...)
HÜRRİYET DEVLET GAZETESİ DEĞİL MÜESSES DÜZENİN GAZETESİ
-Aydın Bey “Hürriyet devlet gazetesi” demişti.
Yerleşik düzen aslında. Devlet gazetesi demeyelim.
-Müesses düzen mi?
Müesses düzen. Ben öyle algıladım. Hürriyet için.
-Müesses düzen pek olumlu kullanım değil ama…
Hürriyet yöneten bir gazete. Medya mahallesinin iktidarı ve biz o iktidar dilini kullanırız. Ve biz anayasal müesses nizamın devamı için çalışırız. Üzerinde yazıyor, Türkiye Türklerindir. Atatürk portresi. Böyle bir iddia arkasında hiçbir değerler manzumesi olmadan durmaz orda. Sırıtır düşer.
-Anayasa bir şekilde askıya alındığına göre artık müesses nizamın gazetesi değil o hâlde?
Unutmayalım, ben orada değilim. Söylediğin sebeplerden biri benim orada olmama sebebimin birinci sırasında yazıyor. Çünkü ben şunu yediremem kendime. Ben PKK’ya karşı çıkarken, şeriata karşı çıkarken, DHKP-C’ye karşı çıkarken, uyuşturucuya, yolsuzluğa karşı çıkarken o müesses düzenin devamını savunduğumu düşünerek yaptım, meşruiyetimi orada buldum. Şimdi bir kişi çıkıp da anayasayla oynarken ‘Ya bu adamlar çok güçlü’ dendiği zaman ‘vazo kırılır, kimya bozulur’ diye düşündüm. Bir şahıs anayasayı alır, üzerinde tepinirse ne yapacağım ben? PKK’ya davrandığım, DHKP-C’ye davrandığım gibi davranmam lazım. Çifte standart olmaz ki.
TİRAJ PAYININ ÜÇ KATI REKLAM ALIYORSA ETKİN BİR GAZETEDİR
-Müesses nizamla ilgili şöyle bir algı var. Anayasa dediğimiz bir yerde 12 Eylül anayasası.
-Müesses nizamla ilgili şöyle bir algı var. Anayasa dediğimiz bir yerde 12 Eylül anayasası.
Değişene kadar benim anayasam ne yapayım. Anayasal vatandaşlığı getir, ben de kaldırayım Türkiye Türklerindir ifadesini. Biz bunu deklare ettik. Hürriyet tiraj payının üç katı reklam alıyorsa çok etkin bir gazetedir. Bu etkinliğinin arkasında bir gizli güç olması lazım. Birikmiş, ilk bakışta çok görülmeyen ama parmağımla ittiğim zaman ölçülemeyen bir etkisi olan bir reaksiyondan bahsediyoruz. Hürriyet’in bir manşeti 6 milyar dolardır (Doğan’a vergi cezası). Bir de böyle düşün.
-Yani amiral gemisi de olsa iklimi üreten, zamanın ruhunu inşa edene çok ters düşemiyor…
Bugüne kadar o iklime teslim olmadı, bundan sonra da teslim olmasını tavsiye etmem. Tek söylediğim bu.
-Teslim olması için bayağı uğraşıldı galiba değil mi?
Evet. Ya böyle konuşulunca sanılıyor ki gizli kapaklı, üç aldım, beş verdim, değil. Gezi olayı oluyor. 17/25 Aralık ve Soma’yı manşet yapıyorsun, adamların bir dövmediği kalıyor. Her olayı, kendi istediği gibi ve oy kaybını önleyecek şekilde yazılsın, algı yaratılsın istiyor.
BEN HİÇ BİR ŞEKİLDE ERDOĞAN'I MEMNUN EDEMEYECEĞİMİ BİLİYORDUM
-İktidar hep daha fazlasını mı istiyor?
Şöyle söyleyeyim. Ben hiçbir şekilde Erdoğan’ı memnun edemeyeceğimi biliyordum. Bu kadar açık söyleyeyim. Erdoğan gibi insanlar hiçbir gazeteden memnun olmaz. Erdoğan’ın istediği gazete şöyle başlıyor. 1. sayfada kendi fotoğrafı kendi haberi, 2. sayfada kendi fotoğrafı kendi haberi, 3. sayfada ailesinin, 4. sayfada yakınlarının, 5. sayfada partisinin fotoğrafı… O yüzden hiçbir zaman mutlu ederim zannetmedim. Öyle bir enayilik yapmadım. Gerçekçi oldum.
90’LARDA MEDYA HÜKÜMET KURMACA OYNADI
-Önceki dönemlerde nasıl baskı altında idiniz? Neyle mücadele ederdiniz?
Gazeteciliğe 12 Eylül’de başladım. Askerî vesayeti gördüm. Sonra gazetelerin iktisadi yapıları tamamen değişti. Ben başladığımda 12 sayfalık gazeteler vardı. Mendil kadar ekonomi, iki sütun dış haberler ve iki sayfa spor sayfası dediğimiz gazeteler bunlar. Ve o zamanın en büyük gazetesi Hürriyet’ten bahsediyorum. Turgut (Özal) Bey geldi, kâğıt sübvansiyonunu kaldırdı. Birdenbire gazete sınai yani kâğıt maliyeti satış fiyatının üstüne çıktı. O zaman anladık ki gazetenin satış fiyatının gazetenin sınai maliyetinin üstünde olması inanılmaz bir özgürlükmüş. Reklamcıya da yıkıl git diyorsun, hükümete de yıkıl git diyorsun. Muhasebeni doğru tutuyorsan, aldığını sattığını doğru yazıyorsan, vergi müfettişi ne halt edecek? 1-1,5 sene içinde şöyle bir yapı doğdu. Birinci ihtiyaç: Bu gazete zam yaparsa satıştan gidecek. Zam yapmazsa zarar edecek.
-En iyisi hükümeti yıkalım!
O da bir fikir! Ama şimdi zararı kapatmak için reklam alman gerekebilir. Fakat elindeki teknik imkânlarla reklamı taşıyamaz gazete. Satışı artırıp zammı daha sınırlı tutabilirsin. Satış gelirini çok patlatabilirsin. Orada da promosyon girdi devreye. Daha kalın bir gazete, daha reklamı bol, daha renkli sayfası olup daha fazla renkli reklam, daha pahalı reklam alan bir gazete… Matbaa ve promosyon maliyeti girdi. Daha küçük bir ekonomi birden böyle şişirilmiş balon gibi büyüyüverdi. O zamana kadar bir masa bir kasa iken birdenbire holding olmaya başladılar. Bankalardan kredi almak için gereken şartları haiz işadamları çıkmaya başladı. ‘Gazete, haber işi pahalıdır’ diyen arkadaşlar çıkmaya başladı. Ondan sonra hükümetle oynamaya başladı. ‘Sen değil, o değil, bu. Ona veririm, ötekini gömerim.’ Yani iktisadi gelişim iktidar bağımlılığını artırdı. Hatta iktidar bağımlılığının yanı sıra, sen şaka diyorsun ya ‘hükümeti devirelim, kendi partimizi getirelim, biraz da biz sebeplenelim.’
-Gerçeğe mi dönüştü?
Tabii, öyle. Tansu Çiller-Mesut Yılmaz kavgası nedir ya, medyadaki! Şaka mı zannediyorsunuz! Demek istediğim, vesayet denen şeyi biliyoruz. Zaman zaman asker gibi gelir, zaman zaman reklam veren, zaman zaman kamu bankaları… Zaman zaman da bir futbol takımı emin olun en az bir siyasi parti kadar etkilidir gazete üzerinde. İki tane sayabilirim. Terörize ediyor çünkü hayatı. Yani yeterince insanı mobilize edebiliyor.
Bir dedim. Dolayısıyla ekonomik bağımsızlık bunun içinde çok önemli rol oynar. O da popülariteyi getiriyor. O da yerleşik düzeni getiriyor. Yerleşik düzenden benim anladığım, herkesin makul gördüğü şeylere ben yerleşik düzen diyorum. Establishment, benim söylediğim.
Bir dedim. Dolayısıyla ekonomik bağımsızlık bunun içinde çok önemli rol oynar. O da popülariteyi getiriyor. O da yerleşik düzeni getiriyor. Yerleşik düzenden benim anladığım, herkesin makul gördüğü şeylere ben yerleşik düzen diyorum. Establishment, benim söylediğim.
-Tashih etmek lazım o zaman.
Anayasal düzen diyelim o zaman.
-Herkes anayasal düzenden yanadır aslında...
Yerleşik nizam herkesin aşağı yukarı asgarilerinde birleştiği bir iklim diye tarif ediyorum. Kazandığı gücü siyaseten kötüye kullanan, istismar eden, yolsuzluk yapan da bu sistemden dışlanmalı. Dışlanmazsa sistem çalışmaz.