MEDYA KÖŞESİ

Engin Ardıç niçin hiç değişmemiş?

Dünyada söz sahibi olmak istiyorsak, dünyaya bulaşacakmışız... Dünya meselelerine fiilen müdahale edecekmişiz...

Engin Ardıç niçin hiç değişmemiş?

BU BİR ADNAN BERK OKAN KULİSİDİR. İZİN ALMADAN İKTİBAS EDİLEMEZ. 

Caddenin mütevazı kafelerinden birinde ellili yaşların sonunda olduğunu tahmin ettiğim, kısa ve fakat modern stilde kesilmiş gri saçlarıyla masadaki diğerlerinden yakışıklı (kadınların hepsi yaşları göz önüne alındığında çok güzel ve bakımlıydılar) görünen fit adam elindeki SABAH gazetesini bırakıp arkadaşlarına baktı…

“Helal olsun ulan sana bu yollar” dedi…

Diğer arkadaşları sohbeti durdurup “N’oldu len?” der gibi bakışlarını arkadaşlarına çevirdiler…

“Yahu bizim Engin’in yazısını okudum da…”

“Eeeee… ne yazmış …ar yine?..”

“İkinci Dünya Savaşı’na girmeliydik” demiş…

“Yok yaaa…” dedi hafiften göbekli, kalın kaşlı ve yüzünün dörtte üçü sakallı olanı... Büyük ihtimalle özel üniversitelerden birinde öğretim üyesiydi…

“N’olcakmış o savaşa girseymişiz?”

“Dünyada söz sahibi olmak istiyorsak, dünyaya bulaşacakmışız... Dünya meselelerine fiilen müdahale edecekmişiz...”

Az önce “Yok yaa” diye soran adam güldü:

“Çetin Usta’nın dediği gibi mi olacakmışız yani?”

Bu kez de masadaki herkes onun yüzüne baktı merakla…

Arkadaşlarını fazla merakta bırakmamak için olsa gerek seri bir şekilde konuşmaya başladı:

 

Dayak yiyen mertlik!..

 “Altan yaa, Çetin Altan der ya hani; ‘Ulan bir dayılandım herife… Gerçi yüzümü gözümü morarttı ama ben de çevreme ne kadar mert ve kahraman bir adam olduğumu gösterdim’ işte o hesap…”

“Aaaabi yaa, Engin bu!.. Dönme ustası!” dedi az önce Engin Ardıç’ı okuyan…

O ana kadar hiç konuşmayan, sıska denilebilecek kadar zayıf, yanakları çökmüş, birine kafa atsa çene kemikleriyle o kişinin suratında delik açabilecek kadar ince yüzlü olanı, “Yanılıyorsun dostum” dedi ve hemen devam etti.” Engin değişmez… O sadece uyum sağlar... Değişim bambaşka bir şeydir… Fikrî değişim olur örneğin ama bizim Engin’in fikri değil karakteri değişir… SABAH’taki ilk dönemlerini hatırlayın... Star TV ve gazetesini... AKŞAM’ı ve son olarak yine SABAH’ı... Göreceksiniz ki hiç değişmemiştir...”

Masadan bazı itirazlar gelecek gibi oldu ama o hiçbirini dinlemedi. Konuşmasını sürdürdü…

 

 Engin hiç değişmemiş

“Geçenlerde keyifsiz ve asık bir yüzle Migros’a (Cadde Bostan sahilde) doğru yürürken Engin ve karısıyla karşılaştım. El ele tutuşmuş iki tonton yürüyorlardı…

Ne de olsa yılların dostluğu var aramızda; selâmlaştık.

‘N’oldu ulan hödük, boğazda gemilerin mi battı?’ diye saygısız ve hatta arsızca sordu bana…

‘Senin patronların gibi gemim ya da gemiciğim yok ki batsın’ diye cevapladım o sulu sorusunu.

İşi şakaya vurdu:

‘Ulan bırak lâf sokuşturmayı da, hayattan keyif almaya bak!’ dedi pek bilmiş bir ifadeyle…

‘Senin üçlü denk, kıçın trampet çalıyor oğlum... Yediğin önünde yemediğin arkanda… Ama gel bi de bana sor’ dedim

Bozuldu… Belli etmemeye çalıştı:

 “Ulan sen de bir gün öleceksin” diye başladı yeni cümlesine ve devam etti; “Senin de namazın kılınacak, sen de gömüleceksin... Yılanlar, çıyanlar yiyecek cansız bedenini… Ve toprağa karışacaksın... Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin… İnekler, danalar gelip seni yiyecekler ve gidip kuytu bir köşeye sıçacaklar... Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki, ‘Ulan şuraya bak; neydin n´oldun’?.”

Acı acı güldüm…

Herifin keyfi gıcır...

Ben ise neredeyse üç yıldır işsizim ve kafam bozuk…

“Ulan Ardıç Kuşu” diye girdim söze; “Sen de bir gün öleceksin... Senin de namazın kılınacak, sen de gömüleceksin... Yılanlar, çıyanlar yiyecek cansız bedenini… Ve toprağa karışacaksın... Sonra bir çiçek olup o toprakta yeşereceksin… İnekler, danalar gelip yiyecekler seni de ve gidip kuytu bir köşeye sıçacaklar... Ve ben o pisliğe bakıp diyeceğim ki, Ulan Engin, hiç değişmişsin!

 

 Pek bi yakıştırmışlar!..

Bu son cümle üzerine masadaki kadınlar başta olmak üzere herkes kahkaha ile gülmeye başladığında kafedeki bütün bakışlar o masaya çevrildi…

Ben de güldüm tabii ki…

Hem de daha önce buna benzer bir olayı fıkra olarak defalarca dinlediğim halde güldüm…

Hadi ben gayri ihtiyari, sevdiğim bir fıkrayı hatırladığım için gülmüştüm…

Peki masadakiler ve benim gibi diğer birkaç kulak hırsızı niye güldüler o kadar?..

Fıkradaki o son hüküm cümlesini Engin Ardıç’a çok mu yakıştırdılar yoksa?..

 

adnanberkokan@gmail.com

Yorumlar