Engin Ardıç Fatih Çekirge'yi nereden vurdu?
Bizim Fatih, incelemelerini derinleştirdikçe bunları da yazar, okurunu aydınlatır, umarım."
GAZETECİLER.COM - Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç bugün köşesinde herzamanki alaycı üslubunu takınarak, 30 Ağustos ile ilgili yazı yazan Hürriyet yazarı Fatih Çekirge'yi ilginç bir soru ile vurdu.
"30 Ağustos, gazetelerin "sürmanşetten vermezsek asker kızar" korkusuyla uyguladıkları bir "rutin" hatırlamaya indirgenmiş, ama oturup da "hipodroma girerken bir çiçek gibi açan Kuleli öğrencilerini" yüreği küt küt ata ata izleyen pek kalmamıştır." diyen Engin Ardıç'a göre gazetelerde herşeye rağmen "büyük taarruz nasıl planlandı, İzmir'e doğru ağlıyor musun anne, hey gidinin efesi, hoyda bre, falanca paşanın emireri anlatıyor" temalı birtakım yazılar yayınlanır ama bunların da eski çekiciliği artık kalmamıştır.
Ardıç bu tanımlamalarının ardından konuyu Fatih Çekirge'nin yazısına getiriyor ve şöyle devam ediyor:
"Dün baktım, sevgili dostumuz Fatih Çekirge de bir 30 Ağustos yazısı kaleme almış.
30 Ağustos'un, hele bir Ankaralı olarak iyice bıkkınlık veren yaldızından sıkılmış, TBMM'nin gizli tutanaklarını incelemiş. İyi de etmiş.
Bu tutanaklarda, büyük taarruz öncesi Atatürk'e nasıl muhalefet edildiğini görmüş.
ATATÜRK ELEŞTİRİLEBİLİYORDU
Gerçekten de, meclisin "ikinci gurubu", niçin bir türlü saldırıya geçilmediğini, niçin başkomutana olağanüstü yetkiler verildiğini sürekli sorguluyordu, 1922 yılının ilk aylarında... Yani Atatürk açık seçik eleştirilebiliyordu mecliste...
Hemen belirtelim: Bu tartışmalar abesti.
Çünkü ne zaman nereden saldırılacağı sivilin değil askerin işiydi ve saldırı planı, meclisin gizli oturumlarında bile uluorta tartışılamayacak kadar "nazik" ve "hayati" bir meseleydi.
Hatta ikinci grup, yani muhalif grup, Fransız Devrimi'ndeki Konvansiyon Meclisi'nin "delege" uygulamasından esinlenerek (Carnot, Fouche, Barras, Carrier) cepheyi teftiş etmeye doğrudan bir "meclis komisyonu" göndermek bile istemişti."
DEMOKRASİYİ SEVMEDİĞİNİ BANA SÖYLEMİŞTİ
Sevgili dostumuz Çekirge, bu demokratik meclis ortamını çok beğenmiş ve savaşın işte böyle "muhteşem" bir meclisle kazanıldığını söylüyor.
Hayret... On yıl kadar önce "demokrasiyi sevmediğini" bana söyleyen de gene kendisiydi... Sevgili dostum büyük bir gelişme ve olgunlaşma içinde, ne de olsa yaşı da ilerliyor.
Peki sonra ne olmuş da o muhteşem meclis kuzu gibi, mum gibi olmuş?
Nasıl olmuş da ortalıkta muhalefet kalmamış?
BUNLARI DA YAZSIN
Niçin meclis üyeleri, el kaldırıp indiren parti memurlarına dönüşmüşler?
"Milli mücadele meclisine kendi iradesiyle çatır çatır mebus seçip gönderen" iller, nasıl olmuş da "münhal bulunan bilmemnere mebusluğuna Ankara'dan aday atanmasını" asla tartışamaz ve sorgulayamaz duruma getirilmişler?
Bizim Fatih, incelemelerini derinleştirdikçe bunları da yazar, okurunu aydınlatır, umarım."
Engin Ardıç'ın köşesinin tamamını okuyabilirsiniz.
"30 Ağustos, gazetelerin "sürmanşetten vermezsek asker kızar" korkusuyla uyguladıkları bir "rutin" hatırlamaya indirgenmiş, ama oturup da "hipodroma girerken bir çiçek gibi açan Kuleli öğrencilerini" yüreği küt küt ata ata izleyen pek kalmamıştır." diyen Engin Ardıç'a göre gazetelerde herşeye rağmen "büyük taarruz nasıl planlandı, İzmir'e doğru ağlıyor musun anne, hey gidinin efesi, hoyda bre, falanca paşanın emireri anlatıyor" temalı birtakım yazılar yayınlanır ama bunların da eski çekiciliği artık kalmamıştır.
Ardıç bu tanımlamalarının ardından konuyu Fatih Çekirge'nin yazısına getiriyor ve şöyle devam ediyor:
"Dün baktım, sevgili dostumuz Fatih Çekirge de bir 30 Ağustos yazısı kaleme almış.
30 Ağustos'un, hele bir Ankaralı olarak iyice bıkkınlık veren yaldızından sıkılmış, TBMM'nin gizli tutanaklarını incelemiş. İyi de etmiş.
Bu tutanaklarda, büyük taarruz öncesi Atatürk'e nasıl muhalefet edildiğini görmüş.
ATATÜRK ELEŞTİRİLEBİLİYORDU
Gerçekten de, meclisin "ikinci gurubu", niçin bir türlü saldırıya geçilmediğini, niçin başkomutana olağanüstü yetkiler verildiğini sürekli sorguluyordu, 1922 yılının ilk aylarında... Yani Atatürk açık seçik eleştirilebiliyordu mecliste...
Hemen belirtelim: Bu tartışmalar abesti.
Çünkü ne zaman nereden saldırılacağı sivilin değil askerin işiydi ve saldırı planı, meclisin gizli oturumlarında bile uluorta tartışılamayacak kadar "nazik" ve "hayati" bir meseleydi.
Hatta ikinci grup, yani muhalif grup, Fransız Devrimi'ndeki Konvansiyon Meclisi'nin "delege" uygulamasından esinlenerek (Carnot, Fouche, Barras, Carrier) cepheyi teftiş etmeye doğrudan bir "meclis komisyonu" göndermek bile istemişti."
DEMOKRASİYİ SEVMEDİĞİNİ BANA SÖYLEMİŞTİ
Sevgili dostumuz Çekirge, bu demokratik meclis ortamını çok beğenmiş ve savaşın işte böyle "muhteşem" bir meclisle kazanıldığını söylüyor.
Hayret... On yıl kadar önce "demokrasiyi sevmediğini" bana söyleyen de gene kendisiydi... Sevgili dostum büyük bir gelişme ve olgunlaşma içinde, ne de olsa yaşı da ilerliyor.
Peki sonra ne olmuş da o muhteşem meclis kuzu gibi, mum gibi olmuş?
Nasıl olmuş da ortalıkta muhalefet kalmamış?
BUNLARI DA YAZSIN
Niçin meclis üyeleri, el kaldırıp indiren parti memurlarına dönüşmüşler?
"Milli mücadele meclisine kendi iradesiyle çatır çatır mebus seçip gönderen" iller, nasıl olmuş da "münhal bulunan bilmemnere mebusluğuna Ankara'dan aday atanmasını" asla tartışamaz ve sorgulayamaz duruma getirilmişler?
Bizim Fatih, incelemelerini derinleştirdikçe bunları da yazar, okurunu aydınlatır, umarım."
Engin Ardıç'ın köşesinin tamamını okuyabilirsiniz.