KİTAPLIK

Dostları Erol Olçok'u bu kitapta anlattı

FETÖ’nün hain darbe girişiminde oğlu Abdullah Tayyip ile şehidliğe ulaşan Erol Olçok için özel bir kitap ve web sitesi hazırlandı

Dostları Erol Olçok'u bu kitapta anlattı

166 sayfadan oluşan "Erol Olçok" kitabında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Olçok'la dava arkadaşlığını kaleme aldı.

Kitapta aynı zamanda Abdullah Gül, Binali Yıldırım, Ahmet Davutoğlu, Mahir Ünal, İbrahim Kalın, Mücahit Arslan, Süleyman Soylu, Yalçın Akdoğan, Bilal Erdoğan, Berat Albayrak, Esra Albayrak, Ahmet Tezcan ve Nuran Yıldız gibi isimlerin de yazıları bulunuyor. 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN: ZULME TESLİM OLMADI

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yol arkadaşı şehit Erol Olçok için şunları yazdı:

"Çeyrek asırlık yol arkadaşlığımın, dostluğumun, kardeşliğimin olduğu Erol Olçok’u ve oğlu Abdullah Tayyip’i bir kez daha rahmetle, hasretle, sevgiyle yâd ediyorum" diyen Erdoğan, "15 Temmuz darbe girişimi sırasında Erol’un verdiği tepki, gösterdiği önderlik, sergilediği cesaret ve yiğitlik, tam da onu yansıtan, onu ifade eden bir tarzda olmuştur. Çünkü Erol, hayatının hiçbir döneminde zulme rıza göstermemiş, zalime asla teslim olmamıştır" dedi.

ŞEHADET YAKIŞTI

 "Kimilerinin saklanacak delik aradığı bir gecede, milletimizin tarihindeki en önemli istiklal ve istikbal mücadelelerinden biri için ilk öne çıkan ve en ileri safta yer alan Erol’un karakterinin rahat yatakta bir ölüme uygun olmadığını, kendisini tanıyanlar çok iyi bilir. Erken bir yaşta, ülkemize ve milletimize daha çok hizmetler verebilecek olgunluğa eriştiği bir dönemde hayata gözlerini yummuş olsa da, şehadet, Erol’a gerçekten çok yakışan bir vedaydı.”

İBRAHİM KALIN: ŞEHİT EROL OLÇOK’A

Sana “Reklamcı Erol Olçok” dediklerinde buna hep karşı çıktım. Senin davan, senin işin, senin aşkın bundan çok daha fazla bir şeydi. Ama reklamcılığı da, tanıtımı da, kampanyayı da, organizasyonu da en iyi sen yaptın. Farklı yetenekleri bir araya getirip aşk ile, samimiyet ile, ihlas ile yoğurdun ve ortaya hep birinci sınıf işler çıkarttın. Taraf, muhalif herkesin şapka çıkarttığı, saygı duyduğu, taklit ettiği işleri hep sen yaptın. Yaptığın her işte akıl vardı, hakikat vardı, sahici bir duygu vardı… 95 Sen ikram sahibi bir insandın. Her yıl kaç kişiyi umreye, hacca gönderdin... Kaç kişi için Mekke ve Medine’de iftar, sahur sofraları açtın… Kaç garibana, mağdura, mazluma yardım ettin… Hepsini Mevla biliyor…

Gezi olayları sırasında CNN mülakatı esnasında yaşadığımız olaydan beri her telefon açtığında bana muzipçe “Mr. Kaliiin” dediğindeki gülüşmelerimizi hiç unutur muyum Erol abi? Sevinçte ve hüzünde beraber yaşadıklarımızın kıymeti hiç azalır mı? Sazın telinden çıkan nağmeler gönül telimize dokunduğunda asil ve vakur bir hüznü paylaşırdık… Bunlar unutulur mu?

MAHİR ÜNAL: ŞEHİT EROL OLÇOK ÜZERİNE

Konuştuğumda onunla ilgili anılarımın büyüsü bozulacakmış gibi hissediyorum. Bu yüzden O’nunla ilgili şimdiye kadar pek konuşmadım. Konuşmak da istemedim açıkçası. Belgesel için, röportaj için, kitap için aradılar, “çok yakındınız, en azından birkaç kelime söyleseniz.” dediler, söyleyemedim. Şimdi şehadetinin üzerinden tam 1 yıl geçmiş. Ama dün gibi hatırlıyorum. 15 Temmuz gecesiydi. Her birimiz darbe girişimini haber aldığımız andan itibaren ülkemizin neyle karşı karşıya olduğunu anladık. Türkiye’nin uzunca zamandan beri vermiş olduğu bir mücadelenin en zorlu anıydı.

Erol Bey, vatana aşkla bağlıydı.

Saat 22.30’da Erol Bey beni aradı, “hocam ne oluyor?” diye sordu. “Darbe oluyor!” dedim. Sonrasında abdest aldım, silahımı aldım ve eşimle helalleştim. Evimin hemen yanında, Erol Bey’in evi vardı. Evini çok kullanmıyordu, bu yüzden O’nun evinin daha güvenli olacağını düşündüm. Oğlumu ve eşimi O’nun evine göndermek istedim.

Erol Bey ile konuştum. Erol Bey “tamam, daha iyi olur” dedi. O gece Mücahit Bey ve Yalçın Bey ile buluşacaktık. Sonra onlar geldiler, komşum Beşir Atalay Bey geldi. O an kendiliğinden bir kriz masası oluştu. Teşkilat mensuplarımızı arayarak meydanlara yönlendiriyorduk. Radyo ve TV programlarına bağlandık. Sonra Erol Bey bir daha aradı ve “ben çıkıyorum” dedi. Tabi bir şey diyemedim o an. Çünkü hepimiz çıkıyorduk.

Belli bir süre sonra Cevat Bey aradı “Ağabeyime ulaşamıyoruz. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde diyorlar ama ulaşamıyoruz” dedi. Ben hemen ilgili makamları aradım. O gün bürokraside de birçok kişiye ulaşmak zordu. Arkadaşımız Profesör Doktor Lütfü Orhan Bey ile görüştüm. Acı haberi Lütfü Bey’den aldım ve sonrasında Cevat Beyi arayıp Erol Bey’in şehit olduğunu söyledim. Bu hayatta benim için ikinci en zor şeydi. İlki annemi kaybettiğimiz zamandı. Menderes ağabeyim askerdeydi. Ona annemi kaybettiğimizi söylememiştik. Askerden geldiğinde söylemiştik. Sonra Cevat Bey Abdullah Tayyip’i sordu. Tekrar konuştum Lütfü Bey ile… O da şehit olmuş… O an her şey durdu. Telefon konuşmaları durdu, insanlar durdu, zaman durdu. Sadece Allahu Ekber dediğimi hatırlıyorum. Allahu Ekber dediğimde etrafımda Erol beyin çok yakın dostları Yalçın bey, Mücahit bey ve Beşir Bey vardı ve ne olduğunu sordular. Cevap veremedim. İşte o an her şey bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.

O esnada Erol Bey ile ilk tanıştığımız an geldi gözümün önüne. Gülümsemesi, kendine özgü tavrı, özgüveni, neşesi ve böyle şövalye yürüyüşüyle odaya girişi… Ağabeyim aracılığıyla tanışmıştık Erol Bey ile. 1992’de ortak bir reklam ajansı kurmuşlardı.

Ben o yıllarda Florya Tevfik Ercan Lisesi’nde öğretmenlik yapıyordum. Ajansa gitmiştim ve kapıdan gülümseyen ve gülümsemesine bir heybetin, coşkunun, özgüvenin eşlik ettiği bir adam girmişti. Ve sonra O’nunla yaşadıklarımız, paylaştığımız acı ve sevinç dolu günler, dostluklarımız, sohbetlerimiz. O kadar çok şey vardı ki… Bir an hepsi gözümün önünde uçuşmaya başladı.

NURAN YILDIZ: HER DOST ÖLÜMÜNDE KENDİSİNE AĞLAR İNSAN…

“Erol Olçok ve oğlu vurulmuş.” Telefonuma düşen mesajda yazıyordu bu uğursuz cümle. Uzun zamandır televizyonlar izlenesi gelmediği için dış dünyayla telefon dışında bağlantımın olmadığı bir tatildeydim, bir sahil kasabasında.-- Siyaset, iletişim, imajlar üzerine çalışan bir akademisyen Erol Olçok hakkında yazacaksa, ülkemizdeki siyasal kampanyalara O’nun katkısını yazabilir, yazmalıdır da. Ama o, ben değilim.

Erol söz konusu olunca, uzmanlık alanım vs. küçük ayrıntılardır, geride kalır. Bizim, hepsinin üzerinde bir dostluğumuz var. Artık yaşamayan biri için insanın “dı”lı bir “vardı”yı kullanması lazım. O da ben değilim. Halâ telefonunu silmedim. Kafamda bir soru beliriyor, Erol’u arayasım geliyor. Rehbere giriyorum, numarasını buluyorum. Orada duruyorum. Telefonu açmayacak ki… Bitmez toplantılarının birindedir diyorum. Kafamdaki soruya O’nun olası cevaplarını geçiriyorum aklımdan. Dostlar gidince, iç sesler gelir.

***

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesiydi. İki aday vardı, biri Recep Tayyip Erdoğan’dı, diğerinin adını söylemekte, hatırlamakta halâ zorlanıyorum. Siyasal kampanyalar dehası Erol Olçok ve ajansı kampanyaya hazırlanıyordu.

“Ajansa gelip arkadaşlarla fikirlerini paylaşır mısın” dedi. Benden önce kimleri davet ettiğini sorduğumda sıralamıştı; Nabi Avcı, Yalçın Akdoğan, Edibe Sözen ve başka birkaç isim daha. “İyi de kardeşim” dedim, “Kendiniz söyleyip kendiniz dinlemişsiniz, benim ne işim olabilir ki bu parantezin içerisinde? Ayrık otu gibi.” “Sen gel” dedi, “çocukların (yoksa arkadaşların mı demişti?) seni dinlemesi lazım.” Sık tekrarladığı cümleyi yine eklemeyi unutmadı, “Bu CHP seni neden dinlemiyor anlamış değilim…” O kampanya toplantısına gittim. Tüm itirazlarıma, “başkasının koltuğuna oturmam” diye tüm direnmelerime rağmen, toplantı masasının başına oturtulmuştum. “Madem” dedim, “beni dinlemek istiyorsunuz, sıkı bir eleştiriye hazır olmanız gerekiyor.” Hazırlardı. “Başarı için, her zaman önce sert bir özeleştiri gerekir, buna inanırım. Benim ya da başkasının sizi eleştirmesi kolaycılık olur. Önce siz bir özeleştiri yapmalısınız.”

Masadaki sessizliği Erol bozdu. “Ben başlayayım” dedi ve özeleştirilerini sıraladı. O’nun listesiyle benimki büyük oranda benzeşiyordu. O masada konuşulanları sıralayamam, işin mutfağına ait sırlar bunlar. İş ahlâkı diye bir şey var. Bilginin peşinde bir adamdan söz ediyorum.

Bilgiyi yürekle ve cesaretle harmanlayan bir adamdan. Kompleksleri olmayan, kendisiyle ve dünyayla barışık. Muzip. Hınzır. Çocuklar gibi. Ehl-i keyf. Büyük oranda perde bu hali. O kadar hayattan bir adam ki, ceketini parmağına takıp omuzuna atarak, dudağında ıslıkla çekip gitmeye hazır her zaman.

Yorumlar