Doğan Satmış: 'Tetikçilik, yancılık, yalakalık, yağcılık bizde çok para ediyor'
Sayım Çınar, son günlerde yazdığı Bir İşsizin Günlüğü isimli kitabı ile medya dünyasında fırtınalar yaratan Cumhuriyet yazarı Doğan Satmış ile çok dikkat çekecek bir röportaj yaptı.
GAZETECİLER.COM - ÖZEL RÖPORTAJ
SAYIM ÇINAR [email protected]
İşte Sayım Çınar'ın soruları ve Doğan Satmış'ın yanıtları:
MESLEK YAŞAMIMDA İLK KEZ İŞTEN ATILDIM
Sizin Habertürk gazetesi'nden ayrılış hikayeniz oldukça şaşırtıcıydı çünkü gazetenin kuruluşunda yer almış bir isimdiniz... Fatih Altaylı'nın yayın yönetmenliğinin sona ermesi sizin işinize de etkiledi... Ayrılık hikayeniz size bir kitap yazdırdı, öyle değil mi?
Fatih Altaylı Genel Yayın Yönetmenliği'nden 2014 Nisan ayında ayrıldı. 5 ay sonra gazete yönetimi, benimle yolları ayırdığı gün, Fatih Altaylı'nın da köşe yazılarına son verdi. Habertürk'ten ayrılmam, meslek yaşamımda ilk kez bir işyerinden çıkarılmam oldu. Daha önceki tüm işyerlerinden kendim ayrılmış ve hemen başka bir işe başlamıştım. Bu kez ilk defa işten atılmış, dolayısıyla da bir başka işe başlamaz olmuştum. Ne yapabilirim diye düşünürken, en iyi yaptığım şey olan yazmak aklıma geldi ve yazmaya başladım. Daha önceden iki kitabım yayınlanmıştı zaten. Sonra günler ilerledikçe, yazdıklarım artmaya başladı, sonra da kitap ortaya çıktı.
İŞSİZLİK İNSANIN HASTALIĞI KABUL ETME SÜRECİ GİBİ
Gazetecilik mesleğini soluksuz sürdüren bir yazarken, işsiz kalmak siz de ne gibi duygulara yol açtı?
Çok iyi duygular ortaya çıkmıyor aslında. İnsanların hastalığı kabullenmesi sürecine benzer bir süreç yaşanıyor. Hastalığı insanlar önce reddediyorlar. İşsizlikte de öyle oluyor, "Bana bunu nasıl yaparlar" diye düşünüyorsunuz. Sonra, "Ne yapabilirim?" sorusunun cevabı aranmaya başlıyor. En sonunda kabulleniyorsunuz. Sancılı süreç. Hep aklıma hayatı boyunca hiç çalışmadan yaşayan insanları getirmeye çalıştım. Ya da, basit bazı uğraşların peşindeyken büyük bedel ödeyen insanları düşündüm. Düşünün ki, Everest'e 1924 yılında çıkmaya çalışırken ölen George Mallory 30 yaşlarında gencecik bir adamdı, eşini ve bir kaç çocuğunu geride bırakmış, maceraya atılmıştı ve orada öldü. Benim bırakın yaşımı, sadece meslek yaşamım kadar yaşamıştı Mallory, onunki de hayat diyordum kendi kendime. Tabii gazeteciliğin yazmaya iten dürtüleri var. Bunu da, değişik yerlere yazarak atmaya çalıştım. Mesela, Güngör Denizaşan'ın Gazette 13'üne yazdım. Gazette 13 yarım yüzyıldır yayımlanan, kendine özgü bir gazete. Mesela Kenan Akın'ın Babıali Magazin Dergisi'ne yazdım, o da 22 yılı aşkın süredir çıkan bir dergi. Sağolsunlar, ikisi de bana çok iyi dostluk gösterip, sayfalarını açtılar. Ayrıca, Charlie Hebdo olayında Cumhuriyet'e destek olmak için o zamanki Yayın Yönetmeni Utku Çakırözer'e bir yazı yolladım, Hürriyet Gazetesi'nin eski ombudsmanı olarak yazıyı kaleme almıştım ama "Uygun bulmadık" diyerek yayımlamadı. Bunu yaparken bir kaç iki ay sonra Cumhuriyet'te işe başlayacağım aklıma bile gelmedi.
GAZETECİ MESLEKTAŞLARINA YARDIMCI, İNSANLARA ÖRNEK OLMALI
Kitabın bir bölümünde Habertürk'ün yeni yayın yönetmeni Selçuk Tepeli'den de bahsediyorsunuz. Benim de Selçuk Tepeli'yle ilginç bir anım vardır.Yıllar önce Medyatava sitesine yine medya söyleşisi yapıyordum... Selçuk Tepeli'de eklerin başına geçmişti. Kendisine röportaj teklifi yapmıştım fakat kendisi hem röportajımı reddetmiş hem de garip bir uslup takınmıştı. Bu durumu anlayamamıştım. Kendini bilmek, ruhunu bilmeği gerektirir değil mi?
Öncelikle kendisi de gazeteci olan birinin, bir başka gazetecinin röportaj teklifini kabul etmek istememesini ben pek anlamıyorum. Eğer, kurumsal bazı yasaklar ve zorunluluklar yoksa, gazetecilerin böyle tekliflere her zaman olumlu yanıt vermeleri ve meslektaşlarına yardımcı olmaları ve diğer insanlara da örnek olmaları gerekir diye düşünüyorum.
"Kendini bilmek, ruhunu bilmeyi gerektirir mi" sorusuna gelince. Tabii ki, sonuçta, şeffaf bir iş yapıyoruz ve gazetecilik mesleği gereği, herkesi şeffaf olmaya zorluyoruz. Başkalarını şeffaflığa zorlayan insanların da, açık ve net olmalarını beklerim ben şahsen. Bir takım maskelerin, mevkilerin, yasakların ardına saklanmak, en azından gazetecilikle çelişir diye düşünüyorum. Zaten yürümez de. Rahmetli gazeteci abimiz Cengiz Alpman'ın bir sözü vardır, "Babıali 40 metrekaredir, herkes birbirini bilir" derdi. Bunu hiç unutmadım. Unutmamanın faydasını da gördüm.
CUMHURİYET ÇALIŞANLARINA PRESTİJ SAĞLAR, BANA DA SAĞLADI
Cumhuriyet gazetesine dönüşünüz iyi oldu. Can Dündar 'ın ekibinde yer alıyorsunuz. Sizce Cumhuriyet çok değişti mi?
Cumhuriyet'e dönüşüm, büyük bir tesadüf. Gazetenin bir önceki yayın yönetmeni Utku Çakırözer daha göreve yeni başlamıştı, bir kaç ayı doldurmadan ayrıldı, şimdi milletvekili oldu biliyorsunuz. Onun ayrılacağını, yerine Can Dündar'ın geleceğini, Can Dündar'ın yardımcı olarak Tahir Özyurtseven'ı alacağını, Tahir'in de beni çağıracağını bilemezdim. Ama olaylar böyle gelişti.
Cumhuriyet, Türk Basını'nın yayınlanan en eski gazetesi. İzmir Yeni Asır'daki arkadaşlar alınmasınlar ama, Cumhuriyet'ten daha eski ulusal gazete yok. Böyle bir yer tabii ki, çalışanlarına prestij sağlıyor. Cumhuriyet bana da prestij sağladı. Ben de, Can Dündar ve Tahir Özyurtseven başta olmak üzere, Ali Acar'la, Murat Sabuncu ile Ayşe Başlangıç ile Baydu Can ile gece gündüz çalışıyoruz. Cumhuriyet'in zaten kendi kadrosu yeterince tecrübeli ve çok başarılı. Gazetenin en büyük sermayesi zaten kadrosu, kimle konuşsanız 30 yıldır, 25 yıldır orada çalışıyor. Böyle tecrübeli ve aile gibi birbirine bağlı bir ekip her yerde yok.
YENİ EKİP GAZETEYİ GENÇ BİR GÖRÜNÜME KAVUŞTURUYOR
Cumhuriyet'in en büyük dezavantajı, yaşlanmış görüntüsüydü bence, bu ekip, gazeteyi genç görünümüne kavuşturmayı hedefliyor. Bir insan için 90 yaş çok görünebilir ama bir gazete için bu o kadar yaşlı değil. Hürriyet ve Milliyet 70'er yaşı aştılar. Bakın dünyanın en önemli gazetelerine, Cumhuriyet'ten daha yaşlılar. New York Times neredeyse iki asırlık. Ama çağa en çok ve en hızlı onlar ayak uyduruyorlar. Cumhuriyet'in eksiği de bu. Başta Akın Atalay olmak üzere, Orhan Erinç ve öteki Cumhuriyet Vakıf yöneticileri ile, Cumhuriyet'in tüm yazarları da buna gönülden inanıyorlar. Yeni ekip en büyük desteği, rahmetli Cüneyt Arcayürek'ten, Emre Kongar'dan, Hikmet Çetinkaya'dan, Aydın Engin'den, Ahmet Tan'dan alıyor.
13 YILLIK İKTİDARIN METAL YORGUNLUĞUNU ATMA FIRSATI ELE GEÇTİ
Türkiye önemli bir seçimi atlattı. Hükümet henüz kurulamadı, nasıl değerlendiriyorsunuz şu anki durumu?
Türkiye önemli bir dönüm noktasını geçti. 13 yıllık bir tek parti yönetiminin yarattığı metal yorgunluğunu, keyfilikleri atmak için fırsat yakaladı. Erdoğan bile koalisyon ister oldu. Günümüzde en önemli şey "Uzlaşma" ve "Konsensüs" veya asgari müştereklerde buluşmak. Yeni kurulacak koalisyon hükümeti de bu iki kelimeden yola çıkarak oluşacak. Tabii ki, uzlaşı ve konsensüs sadece siyasette değil, her alanda gerekiyor. Amerika gay evliliklerini anayasal zırha sokarken, Türkiye'de de artık bu haklar en yüksek sesle dile getiriliyor, uzlaşma ve konsensüs burada da lazım. Yeni hükümet, böyle bir atmosferde kurulacak, toplumun en küçük azınlığını bile gözardı edemeyecek. Ama işimiz de zor...
YANCILIK, YALAKALIK, TETİKÇİLİK ÇOK PARA EDİYOR
Medya patronlarının birbiri hakkında söylediklerine, manşetlere bakınca, Ethem Sancak ve Doğan medyası arasında büyük bir gerilim var. İşsiz kalma korkusu bazı gazetecileri tetikçiliğe sürüklüyor değil mi?
İşsiz kalma, işini kaybetme, para kazanamama, olanı kaybetme bunlar önemli korkular. Ve insanların çok büyük bölümü, bu tür riskler karşısında çaresiz kalırlar, teslim olurlar. Gazeteciler de, böyle bir iklimle karşılaşınca, tetikçiliğe zorlanıyor tabii ki. Burada kötü olan, tetikçiliğin meyve vermesi, sonuç vermesi. Bizim gibi şark toplumlarında, tetikçilik, yancılık, yalakalık, yağcılık çok para ediyor. Eğer biraz da deriniz kalınsa, size kimse yenemiyor artık. Çetin Altan'ın hep söylediği gibi düello geleneği yok bizde, pusu geleneği var. Ve ne kadar kızsak da, biz de genlerimizde bu alışkanlıkları taşıyoruz. Oysa bunları yıkıp atmalıyız.
Bir de gazeteciliğin kötü bir alışkanlığı var Türkiye'de. Bir gazeteci ne kadar asparagasçı, ne kadar yağcı, ne kadar yandaş, ne kadar aşağılık olsa da, elenip, bir kenara atılmıyor. Bir süre kayboluyor, sonra yeniden mesleğe dönüyor. Kurumlar, gazetecilerin bu kötü geçmişini, onu ucuza çalıştırma fırsatını kullanmak için unutuyorlar. Kötü olan bu. Mesela bakın, New York Times'ta, Jayson Blair diye bir muhabir çıkmıştı 10 yıl kadar önce. Asparagasçı olduğu anlaşıldı, gazetesinden atıldı. Şimdi ne yapıyor bilmiyorum ama, meslekten silindi. Mesela anılarını yazdı, 250 bin bastılar kitabı, çok satar diye, ilk 10 günde sadece 1400 kitap satabildi. Bizde olsa, kesin çok daha fazla satardı. "En iyi katil bizim katil" diyenlerin ülkesi burası.
BU CÜMLE GAZETECİ İÇİN DE BASIN İÇİN DE İFTİHAR EDİLECEK BİR ŞEY DEĞİL
İktidar yanlısı gazetecilerde kendilerini imha etmeye başladı fakat ulusal basında da dikkat çekmek için magazin kızı rölüne bürünen gazetecilerin çoğalmasını neye bağlıyorsunuz?
Bu da, işte Türk basınının ucuz çalıştırma merakının sonu. Magazin eki yapıyorsun, gidip ünlü birini ikna edip, iyi fotoğraflarını çekmek için uğraşmana, fotoğrafçıya para ödemene gerek yok, kendi magazine figürünü gönder, onun fotoğraflarını çek, konuşanın fotoğrafını küçük de koysan olur. Okur tabii ki bunları yemiyor. Gazetelerin bu kadar tiraj kaybetmesinde bunların tümünün etkisi var. Eskiden "Haberde imzam kalsın, gerisini at" diye bir klişe vardı. Abartılı olarak, imza atılacağına, haberi kısalt anlamında kullanılırdı bu söz ve bir gazeteci abiye atfedilirdi. Şimdi, "Benim fotoğrafım kalsın, gerisini at"a dönüştü bu durum. Hele bir de Dilara Gönder gibileri ortaya çıktı ki, aman Allahım. İnanır mısınız, ismini kontrol etmek için google'a "NTV röportajcısının poposu" yazdım, ilk önce o çıktı. Bu basın için de, Dilara hanım için de iftihar edilebilecek bir durum değil. Neden? Çok basit. Gazetecilik, mankenlik gibi bir kaç yıl yapılacak bir meslek değil ki, popo, göğüs öne çıksın. Çok uzun yıllar yapılacak bir meslek. Yani bu mesleği hakkıyla ve uzun süre yaparsan, o popoyu korumak mümkün olamayacak. Beyaz Saray'da bir Helen Thomas vardı biliyorsunuz muhabir olarak. 50 yıl Beyaz Saray'da görev yaptı, bilmem kaç değişik başkanla çalıştı, öldüğünde 92 yaşındaydı ve hala görevdeydi. Dilara hanım bunu nasıl göremiyor hayret.
EĞİTİM İSE EĞİTİM, YEREL MECLİS İSE YEREL MECLİS... BAŞKA ÇARE YOK
Türkiye için nasıl bir sosyal demokrasi öngörüyorsun? Ortanın solu kavramını nasıl değerlendiriyorsun?
21'inci yüzyılda, bireyin önünü açan, en küçük azınlıklara eşit haklar tanıyan, kadınları eşit sayan, terör ve suçu övmek dışında ifade özgürlüğünü sonuna kadar kullandıran, demokrasiye saygılı, insan haklarına saygılı, eğitim, sağlıkta fırsat eşitliği sağlayan bir sistem kurmak dışında çare yok artık. Buna siz isterseniz sosyal demokrasi deyin, isterseniz muhafazakar demokrasi deyin. Artık çok fazla klişelere takılmamalı, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne tam üye yapmayı, Türküyle, Kürdüyle, Alevisiyle, Ermenisiyle, herkese haklarını tanımaktan başka çare yok. Burada kilit formül de şu. Türklerin ne hakkı varsa, diğerlerine de aynı hakkı tanımalıyız. Eğitimse eğitim, güçlü yerel yönetimse, güçlü yerel yönetim, yerel meclisse yerel meclis.
EKRANA ÇIKAN YÜZLERİN DE DEĞİŞMESİ LAZIM ARTIK
Siyasi tartışma programlarında profilleri görüyorsun. Nasıl değerlendiriyorsun medyayı, ifade özgürlüğünü?
Televizyonları ele alırsak, buralara aynı kişiler çıkıyor, hangisinin ne düşündüğünü de artık yakından biliyoruz. Zaten, programları yapanlar de, kimin kimle çıkacağını biliyor, takımlar halinde çağırıyorlar programlara. Sonuçta 3-5 saatlik programlarda bile, öyle farklı görüşler ortaya çıkmıyor. Artık 13 yıllık tek parti iktidarı bittiğine göre, ekranlara çıkan ekran yüzlerinin de değişmesi lazım. Daha farklı insanlar bulup çıkarmaları lazım yapımcıların. Kaldı ki, pek çok ekran yüzünün artık güvenirliliği de kalmadı, çoğu büyük dönüşler yaptı, çoğu kendi cenahından dışlanmak üzere. Televizyonlar para harcamadan program yaptıracağım fırsatçılığından kurtulmalı. Ülkede eğitim diye bir şey kalmamış, buna eğilmek lazım mesela. İşsizlik de öyle. İnsanlar işsizlikten kırılıyor, geçen yıl 1 milyon kişi işsizlik sigortasına başvurmuş, bunlara eğilmeli artık. "Bir İşsizin Günlüğü" kitabını okuyanların neredeyse çoğu, "Ben de işsizim" diye mesaj atıyor. Ayrıca el oğlu eşcinsel evliliği yasallaştırdı, bizim Anayasa Mahkemesi'nin 17 üyesi arasında tek kadın yok, buna eğilmeli. Ve bu Anayasa Mahkemesi ki, bırakın eşcinsel evliliği, eşcinsel ilişkiyi "Sapıklık" sayıyor, kararları var. Bunlara eğilmeli. Bir şey daha söyleyeyim, bizim Anayasa Mahkemesi'nde tek kadın üye yok ama Afganistan Yüksek Mahkemesi'nde kadın üye seçildi bu hafta. Bizden daha ilerdeler yani. TV'lerde bu konular yoksa, Abdülkadir Selvi sabah akşam konuşup ifade özgürlüğünü kullansa ne olur, kendi ablası bile seyretmiyor.
YENİ BİR KİTAP PROJESİ HAZIR! ÇOK TANINAN BİR ÜNLÜNÜN...
Bir işsizin günlüğü kitabınız, kendisini okutturan bir kitap..Bu kitabın yayınlanması siz de tam olarak nasıl bir duyguya yol açtı?Yeni kitap projeleri var mı?
Kitabı yazarken, yayınlanıp yayımlanmayacağını bilmiyordum doğrusu. İkinci kitabım Gaye'yi çıkaran Alfa Yayınlarını da aramıştım, çok ilgilenmediler. Ama sağolsun Doğan Kitap ve Deniz Yüce Başarır, kitabı sevdi. Doğan Kitap Yayın Kurulu da kitabı sevdi, yayımlama kararı aldılar. Deniz Hanım bana, "Normalde bir kitap için 3 ayda karar alırız, sizinkini okuyunca bu yaz çıksın, okura ulaşsın diye düşündük" dedi. Umarım kitap satar da mahçup etmem onları. Bu üçüncü kitabım. İlk kitabım "Gelecekte Bir Yerlerde"yi Liberte Yayınları bastı, çok satamadı, hatta Prof. Atilla Yayla parasal yardım istemişti. Gaye kitabım Alfa Yayınları'ndan çıktı. Ne kadar sattığını çok bilmiyorum ama bana sadece 2 bin 800 TL gönderdiler. Oysa o kitap için tam 1.5 yıl araştırma yapmıştım, çok çaba harcamıştım. "Bir İşsizin Günlüğü" kitabımın, bana inanan Doğan Kitap'ı mahçup etmesin yeter.
Yeni kitap projem var. Bu defa kim basar bilemiyorum ama çok tanınmış bir ünlünün biyografisini yazmak istiyorum. İnsanlar çok konuşmak istemiyorlar, yazabilir miyim, göreceğiz.