Dersimiz gazetecilik olsun mu Mehmet Baransu?
Siz de el ele verip parlamentoya karşı mücadele edeceğinize birbirinizi yiyorsunuz…
ADNAN BERK OKAN
Değerli kardeşim Mehmet (Baransu)…
Geçtiğimiz akşam Can Ataklı ile girdiğiniz tartışmada tavrını, saygını, heyecanını, açık yürekliliğini öyle beğendim ki; daha önce birkaç kez ekranda rastladığımda masaları yumruklamana kızıp kanal değiştirdiğimi bile unuttum…
Çok da “doğru” şeyler söyledin…
Daha önceki tartışma programlarında da “doğru” şeyler söylüyordun Mehmet…
Ama…
Söyleme tarzın yanlıştı…
Geçtiğimiz gece KanalTürk’te ise doğru şeyleri doğru tarzda söyleyince sevdim seni…
Birlikte dinlediğimiz herkes sevdi...
Ve bu açık mektubu yazma ihtiyacını duydum…
Sevgili kardeşim;
Son 20 yılın “en başarılı” gazetecilerinin belki de birincisi olduğun konusunda geniş bir mutabakat olduğu kesin…
Cesaretlisin…
Güvenilirsin ki gazeteciye ihtiyacı olan seni arıyor…
Demokratsın…
Ama Mehmet;
Demokrat olmakta sanki zorlanıyor gibisin…
Zira…
Kendi düşüncelerine haklı olarak özgürlük istiyorsun…
Yaptığın haberlere, söylediğin şeylere inanılmadığı zaman inciniyorsun (haklısın da)..
Ya da karşında sinir bozucu tiplerden biri varsa eğer öfkeleniyorsun (işte burada haksızsın)…
Seni çok iyi anlıyorum…
Haberciliğine güveniyorsun…
Haber yaparken “art niyet” taşımıyorsun…
Tek amacın var: İşini en iyi şekilde yapmak…
Ve haliyle "takdir edilmek" istiyorsun...
Ve ben de işte tam o süreçte seni alkışlamaya hazırlanıyorum..
Ki…
Bir bakıyorum senin gibi düşünmeyenlerin söylediği her şeye itiraz ediyorsun…
Hem de en yüksek perdeden…
Haksız mısın?..
Hayır ama "haklı" olmak bağırıp çağırmayı gerektirmez Mehmet...
Yıllar önce ben de hep doğruları söyledim ama o kadar yanlış bir tarzda söyledim ki...
Öfkeden kalbimin duracak gibi olduğu o en cesaretli(!) programlarımdan sonra yanıma gelip beni kucaklayan veya telefon açıp, "aslansın" diyerek sırtımı sıvazlayanlar bile gün geldi "çok haşin" demeye ve benden kaçmaya başladılar...
Seni çok iyi anlıyorum...
"Takdir" yerine anlayışsız, kaba, baskıcı, seni dinlemeden karşı çıkan bir darbe zihniyetlisi görünce sinir katsayın artıyor...
Ama sakin olacaksın...
Dokuz kere yutkunacaksın...
Can Ataklı ile tartıştığın zamanki gibi yumuşak bir ses tonu ve saygılı bir ifade kullanacaksın...
Önce demokratlığı içselleştireceksin...
Mehmet’çiğim…
Kardeşim…
Unutma ki Demokrasi, fikirlerine saygı duyulmasını isteyenlerin, her türlü düşünce ve ifadeye saygı duyduğu rejimin adıdır…
Dikkat ediyor musun bilmiyorum…
Ama zannedersem gördüğün halde farkında değilsin…
Neyin mi?..
Anlatayım…
Ekranda, tartıştığın ve siyasi habercilikte ayrı saflarda olduğun biriyle kıyasıya mücadele ediyorsun…
Niçin?..
Mehmet Barlas’ın dediği gibi; yukarıdakilerin aralarındaki çıkar çatışmasında “taraf” olduğun için…
Oysa tartıştığın meslektaşınla ikinizin el ele vermenizi gerektiren üç kurum var Türkiye’de:
1.) Yasama
2.) Yürütme
3.) Yargı.
Örnek mi?..
Nedim Şener…
İkiniz tamamen farklı siyasi harekete destek veriyor, kovuşturma halindeki ünlü dosyalarda biriniz yargıyı, yürütmeyi (sen); diğeriniz şüphelileri (Nedim) savunuyorsunuz…
Ama…
İkiniz de aynı yargı tarafından 800 sene ile 1000 sene arasında hapis cezası istemiyle yargılanıyorsunuz…
Peki yasama ve yürütme organları ne yapıyor bu arada?..
Hiiiççç…
İkiniz karşılıklı olarak ekrana geldiğinizde kahkahalarla kavganızı izleyip göbeklerini kaşıyorlar…
Çok satan kitaplarınızdan kazandığınız parayı, idari para cezalarıyla misli misli geri tahsil etmeye çalışıyorlar…
Siz de el ele verip Yasama ve Yürütmeye karşı mücadele edeceğinize birbirinizi yiyorsunuz…
Karşılıklı olarak birbirinize “yalancı” gibi, bir gazeteci hakkında asla düşünülmemesi gereken, itibar kırıcı bir sıfatı yakıştırıyorsunuz…
Neden mi yargılanıyorsunuz?..
Şimdi de neden yargılandığınıza geleyim…
Önce bir noktada anlaşalım…
“Düşünce özgürlüğü” hakkınızı kullandığınız için yargılanmıyorsunuz…
Yani yazdığınız bir makalede “fikir” beyan ettiğiniz için istenmiyor o akıl dışı cezalar…
Ya neden?..
Derdest bir davayla ilgili “haber” yaptığınız için talep ediliyor…
Ya da soruşturma dosyasını ele geçirip yayımladığınız için…
Çünkü yasalar; soruşturma aşamasında “gizlilik” kaydı konmuş bir dosyayı etkileyecek şekilde “haber” yapılmasını yasaklıyor…
Oysa siz de haklı olarak okurlarınızı o konuda “bilgi” sahibi yapmak istiyorsunuz…
Bütün maharetinizi gösterip, “gizlilik kaydı” olan dosyayı ele geçiriyorsunuz…
O dosyayı savcılık kaleminden çalmış olamayacağınıza göre; demek ki birileri size yardımcı oluyor…
Tamam…
Evrensel hukuk kuralları gazeteciden kaynağını açıklamasını isteyemez…
Ama…
Gazeteci de yasalara uymak zorundadır…
Veya yasaların değiştirilmesi için medyadan gelen gücünü kullanmalıdır…
Mehmet; bilir misin ki Hollanda’da hırsıza 1 yıl ceza verilirse, hırsızlık malını satın alana 5 yıl ceza verilir…
Niçin mi?..
Onu da anlatayım…
Hırsız neden çalar Mehmet?..
Çaldığı ürünü paraya çevirmek için…
Ama satacak birini bulamayınca satabilir mi?..
Hayır…
Ve işte bu yasa nedeniyle Hollanda dünyanın neredeyse sıfır hırsızlık olayı yaşanan ülkelerinden biridir…
Değerli kardeşim;
Mevcut yasa, dosyayı eline geçirerek mesleğini yapan gazeteciyi koruyup; o bilgileri veren savcılık kalemindeki memurları ve savcıyı yargılayıp cezalandıracağına, işini yapan gazeteciyi yargılayıp cezalandırıyor…
Ne yazık ki bu bozuk düzeni değiştirmeyi düşünen parlamento henüz oluşmadı...
Neden?..
Çünkü siyaset gazeteciyi kendisine "rakip" görüyor...
Cezalandırılmasını istiyor...
Peki…
Bu konuda siz; 1000 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan gazeteciler ne yapıyorsunuz?...
Söyleyeyim Mehmet…
Hiçbir şey yapmıyorsunuz…
Pardon…
Kamuoyunu, “yazdığımız köşe yazıları yüzünden yargılanıyoruz” diyerek kendi yanınıza çekmeye çalışıyorsunuz…
Şu anda medyada makalesi yüzünden yargılanan tek kişi var: Ahmet Altan…
Geri kalan hepiniz; “gizlilik ihlali” nedeniyle yargılanıyorsunuz…
Haberlerinize özgürlük isteyeceğinize...
Yani Mehmet…
Sizler birbirinizi yiyeceğine ittifak kurup Meclise yürüyüş düzenleseniz; bu konuda medya da ittifak yapıp sizlere destek verse…
Gerekirse belirli bir gün birinci sayfalar kapkara çıkıp üzerine beyaz harflerle: “Haberlerimizi özgür bırakın” yazsa; işte o zaman kamuoyu desteği almış olursunuz…
Ve Meclisi; savcılık veya mahkeme kaleminden bilgi sızdıranlar (ve tabii savcılar ve hâkimler) için ceza talep eden bir yasal düzenleme yapmaya davet edin...
Ama bunu yapmıyorsunuz?..
Neden?..
Çünkü o zaman en önemli haber kaynaklarınız kurur…
O halde 800 sene 1000 sene hapis cezası istemiyle yargılanınca da sesinizi çıkarmayacaksınız…
Köşe yazarı temenni değil tespit yazar
Sevgili Mehmet;
Geleyim bir başka konuya…
Geçtiğimiz akşam, tutuklu yargılamalara karşı olduğunu söyledin…
Ben de oturduğum yerde alkışladım seni…
Ama…
Az sonra öyle şeyler dedin ki kendini tekzip ettin adeta…
Mehmet:
Sen haber yapar, kararı yargıya bırakırsın…
“Ben de artık köşe sahibiyim” diyerek “yorum yapma” hakkın olduğunu hatırlatıyorsun ama unuttuğun bir şey var Mehmet…
Köşe yazarı tespitlerini yazar temennilerini değil…
Ama sen (Soner Yalçın’ın gözaltı konusunda) senin için “kötü” yorum yaptığını, yalan yanlış şeyler yazdığını hatırlatıp, tutuklanmasına destek verdin…
Soner Yalçın senin için yalan haber yapmışsa hesaplaşacağınız yer Yargı..
Ama kısasa kısas değil…
Sevgili Mehmet;
haberx'te Cahit Kılıç, başlığı altında yayımlanan makalesinin bir yerinde şöyle diyor:
Eğer bir ülkede hukuk varsa; o hukuk, hem iktidarın hem de muhalefetin güvencesidir. O hukuk, hem iktidara arka çıkan kurum ve kuruluşların, hem de muhalefet eden kurum ve kuruluşların teminatıdır. O hukuk, her inançtan, her düşünceden, her dinden, her mezhepten, aklınıza gelebilecek her farklılıktan bireylerin de teminatıdır...
Biliyor musun ki benimle Cahit Kılıç'ın birçok konudaki siyasi görüşlerimiz çok farklı…
Ama…
Konu “Hukuk” ise fikirlerimiz hemen uyuşuyor…
Yani değerli kardeşim;
Hepimiz, Cahit Kılıç'ın bu söylediklerinin altına imzamızı atabilmeliyiz...
Çünkü hukuk; hepimizin teminatıdır…
Gözlerinden öperim
Adnan