Deneyimli gazeteci NTV'nin Alo Fatih'ini açıkladı!
Taraf gazetesine röportaj veren Mustafa Alp Dağıstanlı medyanın karanlık yüzünü deşifre etmeye devam ediyor...
Deneyimli gazeteci Mustafa Alp Dağıstanlı, 5 Ne? 1 Kim? kitabı ile medyanın gerçek yüzüne ayna tutmuştu. Taraf Gazetesi'nden Tuğba Tekerek'e konuşan Dağıstanlı, Gezi eylemleri sürecinde Habertürk'e getirilen ve ses kaydıyla gündemi sarsan Fatih Saraç'ı ve NTV'nin bilinmeyenlerini anlattı.
İşte Dağıstanlı'nın ağzından Fatih Saraç:
"Alo Fatih" gündemimize düşmeden önce 5 Ne? 1 Kim? isimli kitabında Fatih Saraç'ı ve medyadaki diğer sansür hikâyelerini anlatan Dağıstanlı "AKP döneminde medyanın üstü halıyla örtüldü" diyor.
AK Parti'nin medyaya baskısı ne zaman başladı?
Önce şunu söyleyeyim. Bu işte siyasi iktidarlar tabii ki kabahatli. Ama kabahatin büyüğünü kendimizde aramalıyız. Benim gazeteciliğin AKP'yle ilk imtihanı diye hatırladığım olay şu: Başbakan 2004 yılbaşında Zonguldak'a gidiyor. Önce Çocuk Esirgeme Kurumu'ndaki çocukları Başbakan gelecek diye gece 11'de kaldırıyorlar. Sonra da Huzur Evi'ndeki yaşlıları... Vatan muhabiri Nuri Sefa Erdem Başbakan'a "Belki haberiniz yok, bu insanları uykudan kaldırdılar" diyor. Başbakan "Ağzın leş gibi kokuyor" deyip fırçalıyor Nuri Sefa'yı. "İçmişsin" demek istiyor.
Bu sınavı nasıl veriyor medya?
Çakıyor. Nuri Sefa'nın gazetesi Vatan bayağı korkak yayın yapıyor. Haberin sonunu değiştiriyor. Sonra, Nuri Sefa'yla Milliyet röportaj yapmış, kendi gazetesinde olmayanı orada görüyoruz. Gazetecilik örgütlerinden mırın kırın ses çıkıyor. Bir tek Milliyet iyi iş yapmış orada. Oysa tüm medya ayağa kalkmalıydı. Ama öyle olmadı sonra da böyle gitti.
AKP'den önce de vardı baskı. AKP dönemini farklı kılan ne?
AKP çok güçlü bir tek parti iktidarı olarak geldi. Emekleme döneminden sonra paldır küldür yürüdü. Bütün sermaye yapısını değiştirdi medyanın. Eskiden koalisyon hükümetleri oluyordu ya da tek parti olsa bile, "o gidecek, bu gelecek" denip, gazeteler farklı dengelere oynuyordu. Ama şimdi halı gibi bir şey var, tüm medyanın üstünü örtüyor.
Merkez medyada bir yönetici AKP'ye direnirse ne gelir başına?
(Doğuş Yayın Grubu CEO'su) Cem Aydın buna iyi bir örnek. O da aşağı yukarı Fatih Saraç'ın yaptığı işi yapıyordu NTV'de, yapmak zorundaydı. Başka türlü orada duramazdı. Duramadı zaten. Gezi'de önce çalışanlardan özür diledi, sonra da patrona "Ben daha fazla eğilemiyorum" deyip istifa etti.
NTV'NİN ALO FATİH'İ NERMİN YURTERİ
NTV'de Fatih Saraç gibi yerleştirilmiş biri var mıydı?
Gezi protestoları sırasında öyle bir baskı gelmiş, "'Akif Beki gibi birilerini verelim' demişler," NTV ona direnmiş. Fakat şöyle bir şey oldu. Nermin Yurteri Ankara'da başbakanlık muhabiriydi. İstanbul'a yayın yönetmeni olarak gelmesiyle NTV sansür ve otosansürde turbo takmış oldu. Nermin Yurteri'nin oraya gelişi imkansızdı ama oldu. Bu hükümete yakınlığıyla alâkalıydı.
Fatih Saraç, Habertürk'te gazeteciliği nasıl değiştirdi?
Gazetecilik ilkesi diye bir şey yok zaten. "Üç ilkem var" diyor ilk toplantıda, "Turgay Bey'in parası, din, vatan." Turgay Bey'in parası, Başbakan'ı kollamak demek zaten.
Kanalda kadroyu değiştirdi mi?
Bana bunu 2-3 kişi anlattı. Tv Net, Kanal 7 gibi kanallardan çokça adam alıyorlar. O çocukları da akşam biri arıyor, "Yarın Kanal 7'ye değil Habertürk'e gideceksin" diyor. Merkezi bir şey olduğu anlaşılıyor buradan. Çünkü bu insanların Habertürk'e gideceği, Kanal 7'yi yöneten insana da söylenmiş olmalı.
Fatih Saraç işleyişe ne kadar müdahale ediyor?
Tüm yayın akışını o belirliyor.
Konuklara müdahale ediyor mu?
Tabii, birgün bir toplantı sırasında telefondan arıyorlar, "Kim var televizyonda?" diye soruyor. Süheyl Batum! "Onu niye çıkarıyorsunuz?" diyor. Belli ki böyle kara listeler var. O listeler oynuyor. Hiçbirimizin yeri garanti değil. Mesela, bir dönem gözde oluyorsun, ama sonra bir hata yapıyorsun, Tam Orwell'in 1984'ü gibi sen bilmiyorsun, fakat o beyinde bir yere yerleşiyor. Sonra kesiliyorsun, gömüyorlar seni. Bir süre sonra tekrar zuhur edebiliyorsun.
Başbakan gazete yöneticilerini ararken üslubunda ne kadar fütursuz olabiliyor?
Ayşenur'un (Aslan) anlattığı Mehmet Emin Karamehmet'le ilgili bir hikaye var. Başbakan Karamehmet'i gecenin birinde falan arıyor. Akşam'da bir haber çıkmış, "Ne bu!" diyor. Karamehmet de "Okumadım" diyor. "Sen gazetende çıkan haberleri okumuyor musun" diye fırçalıyor. Karamehmet bunu ertesi gün bir toplantıda anlatıyor "Düşünebiliyor musun, gecenin birinde ikisinde başbakan arıyor, yatağından kalkıyorsun. Lütfen bana böyle telefonlar getirtmeyin" diyor.
TALİMATLARI HÜSEYİN ÇELİK VERİYOR
İktidardan kim takip ediyor özellikle medyayı?
Aslında herkes bir şekilde uğraşıyor. Ama benim bir çok kişiden duyduğum bakanlığı da bıraktıktan sonra son bir iki yılda en çok Hüseyin Çelik uğraşıyor. Asıl talimatları veren o. Başbakan'ın basın danışmanıyken Akif Beki de arıyordu. Şimdi o görevdeki Lütfullah Göktaş arıyormuş. Ben NTV'de dış haber editörüyken, o Roma muhabiriydi. Edebiyata meraklı, mizah duygusu olan bir adam. Şimdi işi Başbakan'ın baskısını olduğu gibi medyaya iletmek.
O baskı konuşmalarına tanıklık ettiniz mi hiç?
Sanırım 2008'di. Bir gün Cem'le (Aydın) odasında muhabbet ediyoruz, Akif Beki arıyor. Beki'nin ne dediğini bilmiyorum ama Cem şunu söylüyordu: "Zaten hükümet yanlısı yayın yapıyoruz, artık neredeyse babam bile izlemiyor bizi. Sadece tarafsız görünmeye çalışıyoruz. Tarafsız görünmemiz sizin daha çok işinize yarar. N'olur bunu anlayın."
Hükümet bu kadar avucunun içine aldığı medyayı istediği gibi kullanıyor herhalde, değil mi?
Tabii, mesela Egemen Bağış "İstanbul'dayım hayatım" diyor, Nermin'e (Yurteri), "Bir kamera gönder." "Hayır" deme şansın yok. Bakanlar istedikleri gibi istedikleri programa çıkıyorlar ama onlara istemedikleri sorular sorulmuyor! Fatih Saraç'ın Habertürk'te ikinci toplantısında söylediklerinden biri "Biz anlamaya çalışacağız, sorgulayıcı olmayacağız." Bir örneğini Suat Yeğen anlatmıştı. Suat o dönem Can Dündar'ın sunduğu Canlı Gaste'nin yapımcısı. 2009'da Adli Tıp'la ilgili program için Bakan Nimet Çubukçu'yu çağırıyorlar ve konuyla ilgili soru soruyorlar. Nermin telefon açıyor Suat'a, "Nasıl sorarsınız?" diyor.
Neden sormayacaklar?
"İsterse o girer o konuya, sen niye soruyorsun!" O zaman işte gazeteci ayaklı mikrofondan başka bir şey olmuyor. Gidiyoruz, mikrofonu tutuyoruz, bir girizgah, bir ilk soru soruyoruz, sonra gerisini o istediği.
YOLSUZLUK YAZMAK MÜMKÜN DEĞİLDİ
Yolsuzluk iddialarına halk çok şaşırdı. Medya bunu bilip de yazmıyor muydu?
AKP iktidarının daha birinci yılında, Başbakan'ın, Maliye Bakanı'nın mal varlıkları konuşulur olmuştu. O zaman Hürriyet, Milliyet uğraştı bu meseleyle. Fakat sonra gündemden çıktı bunlar. Cem Aydın bir gün bana "Elimizde haber yapacak sağlam malzeme var fakat (Doğuş grubuna ait) bankanın kaderi bakanın iki dudağı arasında" demişti. Yolsuzlukla ilgili merkez medyada haber çıkması düşünülemezdi. "Altyazıyı oradan alın" diyen adamdan bahsediyoruz. İpe çekerlerdi.
Doğan'ı eleştiriyoruz, TRT'yi eleştirmiyoruz
TRT nasıl değişti AKP'den sonra ?
TRT her zaman hükümetlerin borazanıydı. Hangi parti gelse genel müdürü değiştirir, o da haber dairesi başkanını değiştirirdi. Ama alt kadrolara inen büyük çaplı değişim olmazdı. Ama özellikle İbrahim Şahin'in gelişiyle büyük bir kadrolaşma operasyonu yapılıyor TRT'de. 6-7 bin kişiden bahsediyoruz. Eskileri emekliliğe zorluyorlar yerine yenileri alıyorlar. İbrahim Şahin'in köyünden 6-7 kişi geliyor mesela. Bir CHP'li vekil kalburüstü yöneticilerle ilgili döküm yapılmış. 20-25 kişilik liste. Hepsi Zaman, Aksiyon, Kanal 7 gibi kurumlardan. Buralardan da iyi gazeteci yetişmiş olabilir. Fakat hiç mi solcu iyi gazeteci yok memlekette?
Kaynakları nasıl harcıyor TRT?
Dış yapımların oranı gittikçe kabarıyor. Haber dışarı yaptırılacak, taşerona verilecek bir şey mi? Bu da oldu memlekette! Bu programların dışarda kimlere verildiği hiç denetlenebilir değil. Soru önergelerine "ticari sır" diye cevap veriyorlar. Biz Aydın Doğan'ı Dinç Bilgin'i eleştiriyoruz. Eleştirmemiz gerekir. Fakat her ay bizden aldıkları vergilerle, elektrikten kestikleri paylarla döndürüyorlar TRT'yi, yayınları ülkenin yüzde 98'ine ulaşıyor. Bununla ilgili kimse bir şey tartışmıyor.
AA'daki kadrolaşma ne durumda?
Orada da dış haberler müdür yardımcısı Eyüphan Kılıç bu göreve getirildiğinde hiç bir yabancı dil bilmiyor mesela. Ya da Ukrayna'ya yabancı dil bilmeyen adam gönderiyorlar. Mısır'da 50 kişiyle çalışılıyor. Oralardan ne geliyor peki? Bunların denetimi gerekir. Yoksa arpalık gibi kullanılır tabii.
YASSI KADAYIF OLDUK
Siz kitapta hep baskılardan bahsediyorsunuz. Baskı varsa direnç de yok mudur? Tablo bu kadar mı karanlık?
İzmit depreminde bazı binalar direnç gösterdi ama bazıları da yassı kadayıf oldu ve hiçbir hayat çıkmadı oradan. Roboski'nin, Gezi protestolarının verilemediği bir deprem bence sağ çıkılamayan bir depremdir. Medyanın yassı kadayıf olduğu bir depremdir. İçinde kımıl zararlıları var, hayatiyet belirtileri var tabii ama...
Ne tür dirençler var mesela?
CNN Türk, Habertürk ve NTV'dekilere "Gezi sürecinde oradaki halet-i ruhiye neydi" diye özellikle sordum. Bir arkadaş "Sıkmaktan dişlerim ağrıyordu," diğeri "Ekrana bakıp küfrediyorduk" diyordu. Buralarda direnç var, bunları önemsiz bulmuyorum ama çok geri bir nokta. Büyük bir baraj kuramıyoruz maalesef ve bu dirençler yassı kadayıfı önlemeye yetmiyor.