Cumhurbaşkanı Erdoğan kitabını anlatarak uyardı: İnsanlık koşar adım kaosa gidiyor!
Cumhurbaşkanı Erdoğan kitabı "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" kitabından hareketle küresel sistemi tıkayan sorunları BM'ye ilişkin eleştirilerini anlatarak uyardı: "Adeta insanlık koşar adım büyük bir kaosun bir çatışmanın içine sürükleniyor. Eğer bu sorunları şimdi açık yüreklilikle konuşmadan çözüm bulmazsak yarın çok geç kalmış olacağız."
SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran Kriter Dergisi için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın BM Güvenlik Konseyi ile ilgili eleştiri ve çözüm önerilerini sunduğu "Daha Adil Bir Dünya Mümkün" kitabı için Erdoğan ile söyleşi gerçekleştirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, aynı eleştirilerini Birleşmiş Milletler'in 76. Genel Kurulu’nda, daha önce de yaptığı gibi yine BM kürsüsünden bir kez daha ifade etti. Sayın Cumhurbaşkanımızla BM çalışmalarına katılmak için bulunduğu New York’ta hem kitabını hem getirdiği eleştiriler ile önerdiği çözüm tekliflerini hem de yakında TBMM’de imzalanacağını açıkladığı Paris İklim Anlaşması ve Suriye krizinde gelinen son duruma ilişkin çarpıcı bilgiler açıkladı..
Sayın Cumhurbaşkanım, Eylül ayının ilk haftasında Daha Adil Bir Dünya Mümkün: Birleşmiş Milletler için Bir Reform Önerisi başlıklı bir kitap yayınladınız. Daha önce de “Küresel Barış Vizyonu” ismiyle, konuşmalarınızdan oluşan bir kitap yayınlamıştınız. Bu defa daha farklı bir kitap kaleme aldınız. Kitapta hem küresel sistemin değişen yönüne dikkat çekiyorsunuz hem de var olan küresel yönetişim krizine işaret ederek Birleşmiş Milletler’in reformuna yönelik yeni bir öneri sunuyorsunuz. Neden böyle bir kitap yayınlamaya ihtiyaç duydunuz?
Evet, küresel sistem kapsamlı bir meydan okumayla karşı karşıya. Türkiye olarak başından beri bu dönüşüme hem öncülük etmeye çalışıyoruz hem de var olan sorunlara dikkat çekiyoruz ve her uluslararası ortamda güçlü bir şekilde çözüm önerilerimizi ifade ediyoruz. Gerçekçi bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Önce var olan sorunları açıkça konuşmalıyız. Dünya bir kriz döneminden geçiyor. Küresel salgın bu krizi derinleştirdi. Salgın aynı zamanda yaşadığımız dönemin sorunlarının bir an önce çözülmesi gerektiği mesajını da verdi. Aksi halde kriz daha da derinleşecek ve çözümü imkansız sorunlarla karşı karşıya kalacağız. O zaman hiçbir mekanizma işleyemeyecek. Küresel sistem derin bir krizle karşı karşıya. Küresel yönetişim mekanizmaları işlemez durumda. Bir yönetişim problemi ortaya çıkmıştır. Adalet ise ayaklar altına alınmıştır. Mevcut haliyle Birleşmiş Milletler de bu krize cevap üretme noktasında işlevsizleşmiş ve etkinliğini kaybetmiştir.
Yaşadığımız bu küresel derin krize yönelik Türkiye olarak bir cevap üretmek zorundayız. 20 yıldır ülke olarak insanlığın sesi ve vicdanı olduk. Sessiz çoğunluğun sesini gür bir şekilde bütün uluslararası platformlarda duyurduk. Gördüğümüz bütün adaletsizliklere din, dil ve ırk ayırımı yapmadan dikkat çektik. Suriyeli sığınmacılardan Myanmar’da yaşanan insanlık dışı muamelelere, Filistinli Müslümanların yaşadığı dramdan ve zulümden Yeni Zelanda’da yaşananlara, Batı’da zuhur eden İslam karşıtlığından, aşırılıktan ve göçmen karşıtlığından Afrika’da yaşananlara kadar her meseleye hep insani bir perspektiften yaklaştık. Sürekli adil olmayı, adaletli davranmayı gözettik ve eşitsizlikleri gündeme getirerek küresel sistemin vicdanı olarak hareket ettik.
Bugüne kadar yüksek sesle dile getirdiğimiz hususları tarihe not düşmek adına bir kitapta bir araya getirmeye karar verdik. Sadece konuşmak ve durum tespiti yaparak eleştiri getirmek değil; aynı zamanda çözüm önerisi de sunmak istedik. Bu kitap fikri de böyle ortaya çıktı. Şimdi hem krizin kaynağına işaret ediyoruz hem de krizin sonuçlarını açık bir şekilde ortaya koyuyoruz. Ama bununla da yetinmiyoruz. Küresel yönetişim krizinin merkezinde yer alan Birleşmiş Milletler’in elimizdeki hala en önemli imkan olduğunu söylüyoruz. Ancak bu haliyle değil. Yeni bir reform inisiyatifi alarak BM’nin yeniden yapılandırılmasını öneriyoruz. Elbette bizim önerimiz bir reform teklifi. Bu teklifle daha adil bir dünya mümkün olabilir diyoruz. Dünyanın gerçek sorunları tartışılsın istiyoruz. Mevcut sorunları görmezden gelerek bir çözüme ulaşmanın mümkün olmadığını ifade ederek yeni bir teklifle uluslararası toplumun karşısına çıkıyoruz.
Kuzey-Güneş eşitsizliği derinleşti
Kitabınızda dünya sisteminin bir çöküş yaşadığını söylüyorsunuz. Nasıl bir çöküşle karşı karşıyayız?
Mevcut dünya sisteminin karşı karşıya kaldığı birçok sınama bulunuyor. Tek bir ülkenin kendi başına üstesinden gelebileceği bir meydan okuma değil bu. Her şeyden önce çok boyutlu. Sadece ekonomik bir krizle karşı karşıya değiliz; aynı zamanda siyasi kriz ve güvenlik krizi de söz konusu. Korona salgını bu krizleri farklı düzeylerde daha fazla gün yüzüne çıkardı. Küresel kamu sağlığının ne kadar hayati olduğunu görmüş olduk. Salgın küreselleşmenin can damarı olan sınırlar arası hareketliliği kısıtladı ve kısa bir zamanda tedarik zincirlerini altüst etti. Sadece ekonomik rasyonalitenin ve maksimum kazancın ön planda olduğu ekonomik anlayışın sonuna geldik. Serbest küresel insan dolaşımı durma noktasına geldi. Şimdi de ağır şartlar altında kısıtlı bir dolaşım söz konusu. Ancak kriz sadece bunlarla da sınırlı değil. Mesela iklim değişikliği uluslararası toplumun önemli bir gündemi olmalı.
Dünyada kuzey-güney eşitsizliği daha da derinleşmiş durumda. Mevcut politik-ekonomik düzen küresel refahı sağlayamadı ve eşitsizliği daha da derinleştirdi. Mevcut düzen, gelişmişlik ile az gelişmişlik arasındaki farkı kapatmıyor, her geçen gün daha da artırıyor. Bu sorunları tek tek burada konuşabiliriz. Ancak bir öncelik sıralaması yapmak zorundayız. Daha öncelikli olan küresel sorunlarımızı belirlemeli ve bunların çözümüne yönelik küresel ve çok taraflı bir yaklaşım geliştirmeliyiz. Biz kitapta çok taraflılığın merkeze alındığı bir küresel topluma ihtiyaç olduğunun altını çiziyoruz.
Batının üstünlüğü anlayışının sonuna geldik
Dünya siyasetine gelecek olursak; karşımızda farklı bir tablo söz konusu. “Batının üstün olduğu” şeklindeki sorun üreten anlayışın sonuna geldik. Bunu artık herkes sorguluyor ve kabul ediyor. Batının kendisi bile artık bunu kabullenmeye başladı. Yüzyıllara sari Batı hegemonyası artık bitmiştir. Yeni bir uluslararası sistem ortaya çıkıyor. Soğuk Savaş döneminin iki kutupluluğu ABD’nin zaferi ile sona ermişti. Sonrasında ise ABD merkezli bir dünya siyaseti gördük. Ancak anlaşıldı ki tek başına bütün uluslararası sistemi kontrol etmek mümkün değil. ABD bunu denedi ve başarısız oldu. Irak’tan çekildi, Afganistan’dan çekilmek zorunda kaldı. İki ülkede ne demokrasi inşa edebildi ne de devlet… Soğuk Savaş sonrasında ortaya atılan iddialar gerçekleşmedi. Bir kere demokrasi teşviki politikası, demokrasi adına daha büyük yıkımları beraberinde getirdi. Bütün kritik aşamalarda Batı ikiyüzlü davrandı. Daha da kötüsü, Batı demokrasileri aşırılıkçılara ve popülist siyasete teslim oldu. Şimdi kendi inşa ettikleri politikaların mağduru durumuna düştüler. Demokrasinin içini boşaltılar.
Ekonomik olarak da liberal küresel ekonominin sürekli genişleyeceği ve alternatif ülkeleri içinde eriteceği iddiası yapılmıştı. Durum hiç de öyle olmadı. Yükselen güçlerin küresel ekonomideki ağırlığı giderek arttı ve şimdi dünya ekonomisinden daha büyük bir pay alıyorlar. Öte yandan liberal ekonomik düzeni tesis edenler şimdi ticaret duvarları ve ağırlaştırılmış gümrük politikalarıyla serbest ticareti engellemeye dönük bir politika benimsediler. Kendi inşa ettikleri sistemin kurallarını kendileri çiğnemeye başladılar ve yükselen ekonomileri hedef tahtasına yerleştirdiler.
Soğuk Savaş sonrasında büyük güç mücadelesi devrinin bittiğini ilan etmişlerdi. Şimdi ise kendileri yeni bir büyük güç mücadelesi dönemine girildiğini söylüyorlar. Çünkü sadece kendilerinin üstünlüğünün olduğu bir uluslararası sistem tasavvuruna sahiptiler. Ancak öyle olmadı. Türkiye gibi yükselen güçler artık küresel siyasette ağırlığı olan bir oyuncuya dönüştü. Sadece Türkiye değil, başka birçok orta büyüklükteki güç, daha yukarıya doğru tırmanan bir profil ortaya koydu. Yalnızca büyük güçlerin dediğinin olduğu bir dünyada yaşamıyoruz artık.
Türkiye’ye bakın; nerelerden nerelere geldik. Kendi askeri operasyonunu kendi imkanlarıyla icra edebilen, kendi savunma sanayii mimarisini inşa eden bir güce dönüştük. İnşallah bu çizgimiz daha da yükselecek, geldiği noktayı pekiştirecek ve başka bir sıçrama yapacak.
Bizim yaklaşımız şu; böyle bir dünya siyasetini reforma tabi tutmadan mevcut haliyle, mevcut yapılarla sürdürmeye kalkarsanız daha kötü sorunlarla karşılaşacağız. Vakit varken sistemin aksayan yanlarını masaya yatıralım ve konuşalım. Bizim yaptığımız gibi başkaları da yeni öneriler getirsin ve bu tıkanıklığın önünü açalım.
Kuralları inşa edenler bu kurallara uymuyor
Yine kitapta dünya siyasetinin kriziyle birlikte uzun uzun küresel yönetişim krizi ile karşı karşıya olduğumuzu vurguluyorsunuz. Küresel yönetişim neden böylesi bir krizle karşı karşıya kaldı ve bu krizin mahiyeti nasıl?
Küresel yönetişim her şeyden önce uluslararası düzenin asli unsurlarından biri. Bu, kuralları olan bir dünya demek. Kuralları ise devletler, uluslararası kurumlar aracılığıyla ortaya çıkarıyor. Daha sonra bu kurallar uluslararası kurumlar eliyle hayata geçiriliyor. Yani kuralları olan bir dünya inşa edildi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra. Elbette bu noktada çok da idealist olma nahifliğine kapılmamak lazım. Yani bunu bir “dünya anayasası” olarak düşünmemek lazım.
Ancak ortada bir sorun var. Kuralları inşa edenler bu kurallara uymuyorlar. Daha kötü olan nokta ise bu kurallardan sadece kendilerini muaf tutuyorlar. Örneğin Filistin konusunda BM Güvenlik Konseyi onlarca karar aldı. Ortada BM Genel Kurulu kararları var. Neden bu kararlar uygulanmıyor? İsrail bu kararlara tabi değil mi? ABD bu kurallara tabi değil mi?
Bir de başkaları söz konusu olunca bu kuralları onlara karşı çekiç olarak kullanıyorlar. Türkiye yıllardan bu yana uluslararası terörizmle ilgili çok açık ve net konuştu; terörden de çok çekti. Terör örgütleri arasında ayrım yapmayın çağrısında bulundu. Peki bizi dinlediler mi? Maalesef hayır. Bugün Suriye’de olanlara bakın. Dünyaya demokrasi çağrısı yapanlar, insan hakları dersi vermeye kalkanlar teröristlerle iş tutuyor, onlara tırlar dolusu silah yardımı yapıyor. Terör örgütleriyle birlikte çalışıyor, onlara destek veriyorlar. Sonra biz ülkemizin ulusal çıkarlarını korumak ve güvenliğimizi sağlamak için BM ilkeleri çerçevesinde gerekli önlemleri aldığımızda, askeri güç kullandığımızda bize “aman böyle yapmayın” diyorlar. Böyle bir mantık söz konusu olabilir mi?
Bizim itirazımız ve çağrımız tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Biz diyoruz ki kurallar varsa kurallara herkes uysun; kurallar eskidiyse ve işlevsiz kaldıysa da o zaman oturalım kuralları değiştirelim, kurallar ve uluslararası normlar üzerinde yeniden tartışalım. Böylece küresel yönetişimi daha etkin bir şekilde çalışır hale getirebiliriz.
Küresel yönetişimin merkezinde ne var? Elbette Birleşmiş Milletler yer alıyor. Peki BM iyi bir küresel yönetişim vaadinde bulunuyor mu? Belki evet. Ama bunu uyguluyor mu? Hayır. O zaman gelin BM üzerinden yeniden düşünelim ve küresel yönetişimin sorunlarını kademeli bir şekilde tartışarak ortadan kaldıralım. Bu cesur adımı atmak zorundayız.
Şimdi küresel yönetişim mekanizmalarına baktığınızda burada bir kriz hali söz konusu. Özellikle salgın döneminde bunu daha fazla gördük maalesef. Dünya Sağlık Örgütü krize erken cevap üretemedi ve bu eleştiri konusu oldu. BM Güvenlik Konseyi -ki kriz anında krizi çözmek için kurulmuş bir platform- uzun bir süre bu konuyu gündemine dahi almadı. Diğer konularda da aynı umursamazlık söz konusu.
İnsanlar koşar adım kaosa sürükleniyor
Türkiye bu noktada küresel vicdanın sesi olmaya devam ediyor. Siz kitapta buna da vurgu yapıyorsunuz. Küresel sistem bir dönüşümden geçiyor. Siz Türkiye’yi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Türkiye olarak uluslararası sistem dönüşürken seyirci kalmak istemiyoruz. Biz bu millete bir söz verdik. Ülkemizi sözü dinlenir saygın bir güce dönüştüreceğiz dedik. Ama aynı zamanda küresel vicdanın da sesi olacağız dedik. Bu nedenle de insani diplomasiye hep önem verdik. Salt kendi ulusal çıkarımız için değil, gerçekten samimi olarak bütün küresel meselelerde söyleyecek bir sözümüz ve çözüm önerimiz oldu. Bunları yaparken insani anlayışımızdan hiç vazgeçmedik. Milli gelirine oranla en fazla yardım yapan ülke olduk. Salgın döneminde bütün ülkelerin içine kapandığı ve maskelere el konulduğu dönemde biz elimizdekileri ihtiyacı olan ülkelerle paylaştık. Bu bizim dış politikamızın felsefi özünü oluşturuyor. Ama aynı zamanda gerçekçiliğimizi hiçbir zaman kaybetmedik, kaybetmeyeceğiz de. Şimdi yeni bir uluslararası düzen arayışı sadece dile getirilmiyor. Bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış durumda. Türkiye bu arayışı hep önemsedi ve önemseyecek. Türkiye olarak BM’nin hem adil hem de güçlü bir yapı oluşturmasının uluslararası düzenin meşruiyeti ve sürdürülmesi için kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz. Bu yönde atılacak adımlara destek olmak ve teklifleri açık yüreklilikle konuşmak istiyoruz. İçine girdiğimiz kritik süreç öylesine tehlikeli unsurlar barındırıyor ki, sonuçlarından bu sistemden en fazla faydalananlar dahil kimse kendini koruyamaz. Ciddi küresel sorunlarla karşı karşıyayız. Terör, göç, iklim koşulları, küresel ısınma, kuraklık, adaletsizlik, başarısız devletler gibi sorunlar karşımızda bütün çıplaklığıyla duruyor. Şimdi bu tür sorunlara devletler arası çatışma ihtimali de eklenmiş durumda. Bununla birlikte yükselen toplumsal tepkiler, dışlayıcı milliyetçilik ve korumacılık uluslararası barış ve istikrar ortamını tehdit ediyor.
Adeta insanlık koşar adım büyük bir kaosun bir çatışmanın içine sürükleniyor. Eğer bu sorunları şimdi açık yüreklilikle konuşmadan çözüm bulmazsak yarın çok geç kalmış olacağız. İnsanlığın elinde bulunan tek araç, tüm sorunlarına rağmen hala BM zeminidir. Bu nedenle BM’de kesinlikle ve acilen harekete geçilmelidir. Bizim önerimiz BM sisteminin değişen dünya şartlarına uygun bir şekilde reformdan geçirilmesidir.