CHP’liler ve yazarları dindar olabilir mi?
Doğru anlatılamayan, doğru uygulanamayan ve dünyada eşi benzeri olmayan Türk Tipi Laisizm, din karşıtlığı olarak kabul edildi…
ADNAN BERK OKAN
“Dindar” olmakla “Dinci” olmak birbirine karıştırıldığı sürece CHP’lilerin ve destekçi yazarların “dindar” olsalar bile kendilerini “Dinsiz” gibi göstermekten kurtulamayacaklarını, Kemal Kılıçdaroğlu’nun türbana özgürlük konusunda söylediklerini tavzih edişiyle bir kez daha anladım…
Bu “çokuzun” giriş cümlesinden sonra konuyu açayım…
Kabul edilir ki az gelişmiş ülkelerde insan toplulukları iki kurum kullanılarak yönetilir:
1.) Kaba Kuvvet,
2.) Din...
Peki…
Din ne olur?..
Cevap veriyorum:
Halkın kendi tercihine, inançlarına bırakılır…
Devlet müdahale etmez…
Yönlendirmez…
Yönetmez…
İnsanların dini inançlarını özgürce yerine getirebilecekleri sosyolojik ve yasal ortamı hazır eder sadece…
Ne din bilime ve devlete karışır…
Ne bilim ve devlet dini inançların gereksizliğini iddia eder…
Türkiye 1923 – 1938 yılları arasında, batılılaşmanın “dinsizlik” olarak kabul edildiği bir süreçten geçirildi…
Oysa aynı dönemde Batı uygarlığı insanların dini inançlarına saygının temel alındığı ve sürekli kendini yenileyen bir Laik Demokrasiyi yerleştirmeye çalışıyordu…
Dinsizlik, dinin “afyon” olduğu iddiası ise taze Komünist SSCB’ye ait bir düşünce biçimiydi…
1938 – 1950 yılları arasıysa; yeni bir devlet dini ile tanıştırıldık: Türk Tipi Laisizm…
Doğru anlatılamayan, doğru uygulanamayan ve dünyada eşi benzeri olmayan Türk Tipi Laisizm, din karşıtlığı olarak kabul edildi…
Baskı altına alınmış inançların, ibadetlerin; küçük bir aydınlık, bir baskı hafifliği karşısında zincirinden kopmuş vahşi bir hayvan (teşbihte hata olmaz) gibi saldırganlaşacağı ve insanlık tarihinin hiçbir döneminde dini inançların uzun süre baskı altında tutulamayacağı hatırlanmadı…
Ve…
14 Mayıs 1950 seçimi sonuçları inançların, ibadetlerin zincirlerini kırdı…
(Ne yazık ki) din saldırganlaştı…
Kendisini yıllarca baskı altına alan tek parti yönetimine ve o tek parti iktidarının yandaşlarına(!) karşı acımasızlaştı…
İktidar değiştiğindeyse bu kez Türk Tipi Laisizm zalimleşti…
Hâsılı bazen, din ticareti yaparak fukaraların oylarıyla iktidar olup, ekonomi egemenlerinin dümen suyunda giden sağcı iktidarlar zalimleşti gerçekten cumhuriyetçi olan milyonlara karşı…
Kimi zaman da iktidarı silâh zoruyla ele geçiren Türk Tipi Laikler, inançlı insanlara işkence ettiler…
Peki…
Tek parti döneminin partilileri (CHP’liler) dinsiz miydiler?..
Asla!..
Ama…
Tek parti yönetimi; Kur’an dışında gelenekselleşmiş, töreleri dini kural bellemiş İslâm anlayışının “başıboş” bırakıldığında yönetimi ele geçireceği, Laik sistemi yıkarak yerine şer'i düzen getireceği korkusunu yerleştirmek için çabaladı…
Çünkü…
Batılılaşmanın getirdiği özgür ve modern yaşam zevkinin ellerinden alınacağından korkanların oylarıyla iktidarda kalabileceğini hesaplıyordu…
Yeni gelen DP iktidarıysa CHP'nin tam karşıtı bir politika sürdürüyordu...
İnançları ve ibadetleri baskı altına alınmış çoğunluğu cahil, bir bölümü de yarı cahil kitleleri “iktidarı bize vermezseniz din elden gidecek” diye korkutuyorlardı…
Ve bu seçim kazanma savaşı 60 yıldır hız kesmeden sürüyor…
Şimdi CHP’nin elinde büyük bir koz var…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun kafaları karıştıran, lider olamayacağına ilişkin inançları perçinleyen dönüşümüne rağmen var…
İlk fırsatta, üniversitelerde uygulanmakta olan “Başörtüsü" yasağının kaldırılması için Ak Parti’ye resmi bir çağrıda bulunmak; partili milletvekili veya üye hukukçuların hazırlayacakları yepyeni bir anayasa değişikliği paketiyle ortaya çıkmak…
Dini (sadece İslâm dinini değil) anlatmak, dinlerin hiçbiriyle kavgalarının olmadığına, laikliğin ise inançların tümüne en geniş özgürlüğü tanıyan bir sistem olduğuna bütün bir Türkiye'yi ikna etmek...
CHP’nin yeni kadrolarının bunu yapması mümkün mü?..
Elbette mümkün…
Önder Sav bile bu süreçte önemli bir manivelâ olarak kullanılabilir…
Çok da etkili olur…
Peki…
CHP, din ve ille de başörtüsü konusunda eski tavrını sürdürürse ne olur?..
Söyleyeyim: Ne köy olur ne kasaba…
Sıfıra sıfır elde var sıfır olur, çekerseniz hesaba…
Peki...
Ak Parti sadece "din ve fukaralık" ticareti yaparak ama bir yandan ekonomi egemenlerinin yollarına güller döşeyip diğer yanda aşırı lükse dalmış yeni İslâm zenginleri yaratarak daha ne kadar iktidarda kalabilir?..
O soruya vereceğim cevap alesta bekleyen savcıların şehevi zevklerini tatmin yolu açacağı için "susma" hakkımı kullanıyorum...
Unutamıyorum, unutamıyorum...
İsmet Berkan, Beyaz Saray'daki Oval Ofis'te, Clinton'ın masasında camdan yapılma küçük bir levha görmüş.
Levhada Hristiyanların kutsal kitabı İncil'den; "adil olmak, yönetirken kimsenin hakkını çiğnememek" üzerine kısa bir cümle, kısa bir alıntı, bir özlü söz yazılıymış...
Berkan, İncil'den alınan o özlü sözü okuyunca, "bizim başbakanımızın masasında Kuran'dan böyle küçük bir özlü cümlenin yer aldığı bir levha olsa gazeteler ne derlerdi acaba" diye düşünmüş...
Hayret!..
Oysa o sırada, o odada birlikte bulunduğu Demirel'in ceket cebine baksaydı minik bir Kur'an bulurdu...
Sadece Demirel'in değil...
1950'den sonra başbakanlık yapmış (solcu ve kökten laikçi başbakanlarla belki bir de Çiller hariç) hepsinin cebinde mutlaka (göstermelik) bir küçük Kur'an bulabilirdiniz...
Bugün ise Başbakan'ın cep telefonunun Kur'an'dan bir ayetle açıldığını hepimiz biliyoruz...
Hiç kimsenin bir şey dediği de yok...
İsmet Berkan, kendisinden daha "Müslüman" olarak bilinen Eyüp Can'a kaptırdığı genel yayın yönetmenliği koltuğunu kurtaracağını düşünüyorsa bildiğim kadarıyla o iş bitti...
Ve...
Berkan'ın 28 Şubat sürecindeki darbeci generallere duyduğu hayranlıkla birlikte azgınlaşan İslâm düşmanlığını hiç unutmuyorum...
Unutamıyorum...