MEDYA KÖŞESİ

Cezaevi katliamlarında medyanın rolü ne?

Gazete Habertürk yazarı Umur Talu, "Cephelerden notlar" başlıklı yazısında hangi gazete ve gazetecilere işaret ediyor?

Cezaevi katliamlarında medyanın rolü ne?
Gazete Habertürk yazarı Umur Talu, "Cephelerden notlar" başlıklı yazısında hangi gazete ve gazetecilere işaret ediyor?

Cephelerden notlar

İllegal Hayır cephesi:

Hükümeti destekleyen bir gazete bu başlığı atmıştı.

“Demokrasi için Evet” diyen kimilerinin demokrasi hudutları: Öyle ya da böyle, “demokratik bir hak”kı kullanıp evet kadar hayır deme hakkı olanı infaz ediyor: “Hayır cephesine eli kanlı terör örgütleri de katıldı”

Ne kadar geleneksel, ne kadar bayat, ne kadar bayağı!

Sonra Başbakan kürsüde ağlıyor falan!

***

Peşin hükümle cezalandırma:

Kendini “sosyalist” tanımlayan ama konularını genellikle bu konu dışı seçen kıymetli bir köşe yazarı böyle düşünmüş Balyoz “yakalama emri” için.

Düşünülebilir elbet; “yakalama” gerekçesi “kaçma ihtimali”nden ziyade “isnat edilen suç niteliği” olsa bile.

Lakin “düşünür” keşke “peşin hükümle cezalandırma”yı daha önce de hissedebilmiş olsaydı.

Mesela; önceki koalisyon döneminde devlet güçleri, cezaevlerinde kıstırdıkları kimi mahkum, kimi sadece (uzun süreli) tutuklu onca insanı katlederken, yönettiği gazetede, öldürülenleri “peşin hükümle cezalandırdığında”. Onların içeriden ateş açtığını, arkadaşlarını yaktığını filan manşet manşet döşerken de.

Her “peşin hükümle cezalandırma” sadece yakalama emri değil ülkede; bazen onlarca insanın canını da alıyor işte. Tabii onlar insan değil kimine göre!

Bunlara yamaklık yapmış gazetecilerin bize hala ilke, hak, hukuk, hüküm, ceza üstüne dersler verebilmesi de işin bonusu!

Başbakan da henüz o katledilenlerden hiçbirinin mektubunu bulup ağlamadı.

Oysa cesetlerin paramparça fotoğrafları, resmi raporla bile belirlenmiş  “bir acayip mermilerle delik deşik olmuş” suretleri devlet arşivinde.

***

Peşin kanserle ölüm:

Yine cezaevi, yine ağlama konusu; eğer gözyaşı varsa. 30 yıl geçmesi gerekmiyorsa.

Rıdvan Kızgın, herhalde çoğumuzun lafını bile duymak istemediği konularda “insan hakları mücadelesi” veriyordu.

57 yaşındaydı, daha düne kadar.

57 yaşa 107 soruşturma, 67 dava sığdı.

Dendiğine göre, “Yeşil”in ölüm mangasından kurtulmuştu; kanserden kurtulamadı.

2008’de girdiği cezaevinden 2009’da çıktı ve kanser tarafından tutuklandı.

Hastane, kemoterapi; biliyorsunuz işte.

Yine tutuklama çıktı; meşhur “yakalama kararı” var ya, hastaneye dayandı. Polis hastane odasını bastı. Doktorlar engelledi. Bedende kanser, elde “ölüm riski” raporları, kapıda polisler.

Kapıdan çıksa cezaevine gidecekti; kanser içeride kendi hükmünü infaz etti!

Geçen hafta 18 yaşındaki Abdullah da, 14’ünde girdiği, 17’sinde kansere mahkum olduğu cezaevinden tam hayata çıkacakken… hastane odasında teslim olmuştu.

“Peşin… hüküm… ceza” diyen bir kalbiniz varsa, işte hüküm, işte ölüm!

Neredesin ey gözyaşı!

Umur TALU / GAZETE HABERTURK

Yorumlar