Cengiz Çandar Salih Tuna'ya çaktı: 'Lümpen'
Cengiz Çandar, Milliyet'teki yazılarına ara verilen Hasan Cemal için 'İki hafta yazmaması zaten utanç verici idi ama bakalım yarın iki hafta sürekli mi olacak' diye yazdı.
SALİH TUNA NE YAZMIŞTI? |
Neşe Düzel’in Cengiz Çandar’la yaptığı röportajı konu edinen Tuna, ’Hasan Cemal’in yazısına bile tahammül edemeyen bir başbakan, Kürtlerin haklarını nasıl verecek?’ diye soran Neşe Düzel’ ruh halinin "sinirleri gevşemiş vatandaş" tavrı olduğunu yazıp Tuna, Çandar ve Düzel’in sorunun üsluptan kaynaklandığı ileri sürmüştü. Tuna yazısında, eleştiriyle ‘husumeti’ hakkıyla tefrik edememek Nuray Mert’i ‘duble yollar’ saçmalığına sürükledi”diyerek Çandar’ı da Nuray Mert’e benzetti. Tuna şunları yazdı: “Hele şu soru nedir Allah aşkına: ‘Hasan Cemal’in yazısına bile tahammül edemeyen bir başbakan, Kürtlerin haklarını nasıl verecek?’ Bu soru tarzı sinirleri ‘gevşemiş’ vatandaş tepkisini çağrıştırıyor mu? |
Hasan Cemal'in yazılarının iki haftadır yayımlanmadığını hatırlatan Çandar, "Kürt sorununda çözüm ve barış mücadelesinin bunca yıldır başını çekmiş olan insanları susturursanız ne çözüm ne de barış gelir. Hasan Cemal, bu 'simge'lerden biridir; dolayısıyla bu sorunla ilgili duruşu nedeniyle susturulursa, yani yazamazsa, onun yazamadığı ülkeye barış gelmez" dedi.
Cengiz Çandar'ın Radikal gazetesinde "Önce Hasan Cemal sonra Newroz..." başlığıyla yayımlanan yazısında şöyle yazdı:
"...Öcalan, bir 'sınır dışına çekilme tarihi' verirse Kandil ona uyacaktır.
Ama ben, Abdullah Öcalan'ın 'deklarasyonu'ndan daha öncelikli olarak, Hasan Cemal'in yazısını bekliyorum. 'Newroz'dan 48 saat önce, yarın yani salı günü Hasan Cemal'in yazısı çıkacak mı çıkmayacak mı?
Hasan Cemal, iki haftadır yazdırılmadığı için Milliyet'teki yazılarına devam etmiyor. Bu Milliyet patronajının tercihi midir, bunda siyasi iktidarın payı nedir; bunun tartışması ayrı bir konu. Tartışma götürmeyecek husus, Hasan Cemal'in iki haftadır yazamıyor durumda olmasının kocaman bir 'ayıp' olduğu.
İKTİDAR ÇEVRELERİ UNUTMUŞ OLABİLİR AMA ARŞİV UNUTMAZ
Hasan Cemal, herhangi bir isim değil. Sadece basın dünyasındaki meslek kıdeminden ötürü de değil. Özellikle, 2000'li yılların başından, yani AK Parti'nin iktidar dönemiyle eşzamanlı olarak Türkiye'nin 'demokrasi mücadelesi'nin simge isimlerinden biri. Bugünün 'yeni merkez medyası'ndaki birçokları, 2007'deki 'e-muhtıra'da nereye sıvışacaklarını bilemezken, 'e-muhtıra sabahı' televizyonlardan yürekli sesiyle, askeri müdahaleye başkaldıran oydu. 2008'de AK Parti kapatma davasındaki tavrını iktidar çevreleri unutmuş olabilir ama 'arşivler' unutturmaz.
UTANÇ VERİCİ SÜRE YARIN DOLUYOR
Hasan Cemal'in yazılarına iki hafta ara vermesi söz konusu edilmişti ve bu süre yarın doluyor. İki hafta yazmaması zaten utanç verici idi ama bakalım yarın iki hafta sürekli mi olacak?
YENİ ŞAFAK LÜMPENİNDEN TERBİYESİZ SORU
Yeni Şafak'ın lümpeni, "Hasan Cemal'in yazamadığı ülkeye barış gelmez mi?" başlığıyla hafta içinde bir yazı yazarak Hasan Cemal ve Kürt sorununda bugüne dek barış ve çözüm mücadelesi vermiş olanların 'susturulması'nı alaycı bir dille 'meşrulaştırma'ya çalıştı.
"Hasan Cemal'in yazamadığı ülkeye barış gelmez mi?"
Bu terbiyesiz soruya cevap: Hayır, gelmez!
Özellikle, Kürt sorununda çözüm ve barış mücadelesinin bunca yıldır başını çekmiş olan insanları susturursanız ne çözüm ne de barış gelir. Hasan Cemal, bu 'simge'lerden biridir; dolayısıyla bu sorunla ilgili duruşu nedeniyle susturulursa, yani yazamazsa, onun yazamadığı ülkeye barış gelmez. Barış diye yutturduğunuz gelir. Çözüm ise hiç gelmez.
İçi 'özgürlükler', 'haklar' ve bunları güvence altına alacak bir 'demokrasi' olmayan ne barış olur ne çözüm olur.
Şayet 'Kürt sorununa çözüm süreci'nin başladığı öne sürülen bir dönemde, Hasan Cemal, yazamaz, yazdırılmaz hale sokulmuşsa, o, 'Türk medyasının bittiği'nin 'deklarasyonu'dur.
Türkiye'nin dünya çapındaki tarihçisi Prof. Şükrü Hanioğlu'nun, dünkü Sabah'ta "Meselelerimizi 'devlet aklı' değil siyaset çözecektir" başlıklı mükemmel bir yazısı çıktı. Bugün 'devlet aklı' diye ifade edilen 'hikmeti hükümet/raison d'état' kavramını, içinde bulunduğumuz 'Süreç' imasıyla irdeliyordu. Şöyle diyor Prof. Şükrü Hanioğlu:
"Osmanlı bürokratik geleneği 'hikmet-i hükümet' siyaset yapmanın olağan yolu olarak kavramsallaştırmıştı. Devletin sırlarına vâkıf, onun 'aklı'nı kullanan bürokratlar, onun yaşamını sürdürebilmesi için 'hikmeti hükümet' çerçevesinde kararlar alınmasının 'siyaset' yapmak olduğunu düşünüyorlardı."
Hanioğlu, "Devleti canlı bir organizmaya benzeterek onun 'aklı'nı kullanmayı bürokratik kurumlara havale etmek, sorunları daha da çetrefil hale getirme dışında bir netice vermez" değerlendirmesinde bulunuyor.
İşimiz 'devlet aklı'nı izlemek değil. Zira, 'devlet aklı', ona hükmedenler ve savunanların kimliğine bakarak değişmez. İster Harbiye kökenli, ister imam-hatip kökenli olsunlar, fark orada aranmaz. Fark, 'devlet aklı' diyerek 'hikmet-i hükümet'i savunmak yerine 'siyaset'i ikame etmek ile olur. Bu ise özgür tartışmayı ve 'tek model' ya da 'tek karar verici' yerine 'çoğulculuğu' davet eder.
İşte tam da bu yüzden, bu günlerde Hasan Cemal'e yazdırılmayan bir ülkede gerçek barış beklenemez.
Önce yarın Hasan Cemal'in yazısını görelim, sonra 'Newroz'da 'barış mesajları'na kulağımızı çevirelim..."