RÖPORTAJ

Çandar'ı TRT ve A Haber'den kim ışınladı?

28 Şubat'ın 15. yıldönümünde Cengiz Çandar'a sorduk: Genelkurmay, gazetelerde kimlerle irtibattaydı? Türk medyası bugün nasıl bir denge gözetiyor?

Çandar'ı TRT ve A Haber'den kim ışınladı?
GAZETECİLER.COM - Cengiz Çandar'a göre 28 Şubat'ın sanık sandalyesine kimler oturuyor? Turgut Özal yaşasaydı 28 Şubat yaşanır mıydı? Genelkurmay, gazetelerde kimlerle irtibattaydı? Aydın Doğan, 28 Şubat'ta Dinç Bilgin'den daha mı sağlam durdu? Türk medyası bugün nasıl bir denge gözetiyor? Gazete patronları neden bu kadar kolay korkuyor? Kilit nokta, medya patronlarının diğer işleri ve bu arada kamu ihaleleri mi?

Radikal yazarı Çandar ile konuşan t24'ten Hazal Özvarış'ın yönelttiği sorular ve Çandar'ın verdiği cevaplar şöyle:

- Sanık sandalyesine kim oturmalı?

Ama o dönemde Batı Çalışma Grubu üzerinden medyanın yönlendirilmesinde rol alan çeşitli isimlerin de sanık sandalyelerine oturmaları icap eder. Bunun için de o dönemin medya yöneticileri, Ankara büro şefleri, bazı köşe yazarları da oturur.

A HABER'DEN VE TRT'DEN KİM IŞINLADI BİZİ
Çandar bugünün medya düzeninin 28 Şubat’tan daha feci olduğunu da ileri sürdü:

İş âlemiyle ilgili kendi tasavvurları yüzünden, Başbakan'ın kızmayacağı bir konumda olmak istiyorlar.

Aslında, ben de bu ortamdan nasibimi aldığımı sanıyorum. Ahaber'de program yapıyordum. Bir de sıfat vermişlerdi: Ahaber Siyasi Danışmanı. TRT Haber'de program yapıyordum. İkisi de yeni yayın dönemi iptal edildi.

- Neden böyle düşünüyorsunuz?

KCK operasyonları ve Kürt meselesi konusunda izlenen politika ve benim aldığım pozisyon nedeniyle. Bir de TESEV'e hazırlanan raporun çizgisi var. Tam o raporun ortaya çıktığı ve tartışılması gereken dönem, raporun önerilerinin 180 derece tersi bir siyasi çizgi izlendi. Ben de televizyonlarda, özellikle Başbakan'a çok yakın bilinen kanallarda, her gün bir şey söylüyorum.

Kim ışınladı bizi? Bir ihtimal, oradaki meslektaşlarımız, durumdan vazife çıkardı ve "Başbakan hoşlanmaz bundan" dediler. Bu dönemin, her şeye rağmen 28 Şubat’tan farkı var. Başbakan'ı doğrudan suçlamanın anlamı yok. Asıl olan medya patronajı ve zihniyeti. Başbakan'ı kızdırmamak veya yaranmak gibi dürtülerle, ne yapıyorlarsa, kendileri yapıyor zaten.

- Sabah’ın sahibi Dinç Bilgin, Ankara Temsilcisi Fatih Çekirge mi mesela?  

O dönemin 28 Şubat sürecine çanak tutan gazetelerin künyelere bakılınca görülüyor. Çok sanıklı bir dava yapacaksak, epey bir insan ve sanıklar hiyerarşisi var. (...)

- Andıcın yayımlandığı ‘98 yılına dönelim. Andıcın yayımlanması ardından DGM’ye çağrıldınız. Savcının size verdiği Sakık ifadesinde ne yazıyordu?

1998 yılı 2 Mayıs’ta andıcı Uğur Dündar Kanal D'de okudu. Ertesi gün de Hürriyet ve Sabah'ta çıktı. Yaklaşık 1 ay sonra Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) kongresi için St. Petersburg'dayken, Ergun Babahan "Gazeteden aradılar ama 'canın sıkılmasın' diye sana söylemedim. Dönünce DGM'ye gitmen gerekiyor" dedi. İlk defa DGM savcısı önüne çıktım. Savcı Sakık'ın ifadesinin orjinalini verdi. Okudum, bir şey yok. Bizimle ilgili bir soru soruluyor, cevapta Sakık; "Bunları devlet yanlısı gazeteciler olarak görürüz. Bunları Kürt sorunu çözümü noktasında yöntem olarak ayrılıyorlar, eleştiriyorlar" diyor. Bu “devlet yanlısı” ibaresi benim açımdan hiç hoş bir şey değil, ama netice itibariyle, andıçtakinin tam tersini söylüyordu.

‘Oktay Ekşi nereden biliyordu?

Bunun üzerine savcıya, “Resmi olan buysa, ağzımı açıp konuşmamı gerektiren bir şey yok. Sayın savcı, ben burada neden bulunuyorum" dedim. "Biliyorsunuz ya, gazetelerde çıkan..." dedi. Israr etmemin ardından neredeyse yalvarırcasına "Bir şeyler söyleyin, usulen yapıyoruz, kapatacağız" dedi. "1- Gazetelerde çıkan gerçek değil, gerçek ifade bu diyorsunuz. 2- Hazırlık aşamasının gizliliği vardır. Gazetelerde yayımlanması suçtur. Üstelik gazetelerde yayımlanan da sahte ifadeydi. Siz suçlular hakkında işlem yapmayıp beni neden buraya getiriyorsunuz, bunu anlamadım" dedim. "Neyi kast ettiğinizi anlıyorum, ama bu iş, o gazetelerin bulunduğu ilçelerin savcılıklarının yapması gereken bir şey. Ama yapılmaz, yapmazlar. Burası Türkiye" dedi. Milletin tir tir titrediği DGM savcısı, "Burası Türkiye" diyor ve andıç soruşturmasını böyle yapıyor.

- Sizce Uğur Dündar'a andıcı kim, nasıl servis etti?

Bilmiyorum, ama tahmin edebiliyorum. Gazetede yayımlanmadan 3 gün önce (dönemin Sabah Genel Yayın Yönetmeni) Zafer Mutlu, "Şu sıralar asker veya Kürt sorunu kelimeleri geçen bir şey yazma, rica ediyorum. Topun ağzındasın" dedi. "Ne oluyor" deyince "Uğraşıyoruz, konuşturma beni. Bize güven. Bu ricamı da dikkate al" dedi. Şemdin Sakık birkaç gün önce yakalanmıştı. Gazetelerde "Bomba ifşaat" diye haberler çıkıyordu. Birilerinin bunları onlara söylemiş olması lazım.

Bir gün sonra Oktay Ekşi, "İçimizdeki hainleri tanıyalım" diye bir yazı yazdı. Basın camiasında hainler varmış, Sakık da bunların adını vermiş. Oktay Ekşi nereden biliyordu? Sonra kendisi özür yazılarında "Devletin beni aldatacağını nasıl düşünebilirdim? Devlete güvendim" dedi.

‘Özkasnak medya bağlantısı sağlıyordu’

- Kast edilen Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir mi, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak mı?

Erol Özkasnak sözcüydü ve büyük bir sadakatle Çevik Bir'e bağlıydı. 28 Şubat'ın psikolojik savaş faaliyetlerini servis eden oydu. Ama bunu Çevik Bir'in bilgisi dâhilinde yapıyordu. Andıç belgesi çıktığı zaman görüyorsunuz ki altında Fevzi Türkeri'nin imzası var, Çevik Bir de 2. Başkan olarak paraf ediyor. Dolayısıyla, Özkasnak'ın kendi işidir denemez. Özkasnak, medya bağlantısı sağlıyordu.

- Telefonun diğer ucunda kim var?

Bütün Ankara büro şefleri işin içindeydi. İstanbul'da genel yayın yönetmenleri... Şimdi bir sürü yanlış hikâye dolaşıyor, benim o dönem işimi kaybettiğime dair. Mehmet Ali Birand kaybetti. Dinç Bilgin de, "Cengiz'i biz Amerika'ya yolladık" dedi. Hâlbuki benim Amerika'ya gidişim ‘99 Mart sonu, andıç ise ‘98 Nisan sonu. Arada 1 yıl var. Ben kendim bir think-tank tarafından davet edilerek, 2000 yılında dönmek üzere gittim. Hatta bu daveti izin vermezler diye gazeteden gizledim. Son 2-3 gün kala, “Davet var. Bu prestijli bir şey” dedim. Yazmaya oradan devam ederim, diye Zafer Mutlu'yu ikna ettim. Yoksa gazete, beni koruma güdüsüyle göndermiş değil.

- Dönemin Sabah Yazı İşleri Müdürü Ergun Babahan da benzer bir ifade kullandı.

Şununla karıştırıyor olabilirler. Andıçtan kısa bir süre sonra Akın Birdal vuruldu. Bilgi Üniversitesi'nde derse giderken radyoda Birdal'ın vurulduğunu duydum. Dersin ortasında, idari yetkililerden biri geldi: "Zafer Mutlu arıyor. Her şeyi kesip onu arayacakmışsınız." Ders molasında aradım, Mutlu, "Akın Birdal vuruldu. Dinç Bilgin'le de konuştuk. Hemen buraya gel" dedi. "Şu anda can güvenliğim bakımından en güvenli anımı yaşıyorum. Akın Birdal hepimizi temsilen vurulmuş oldu. Can güvenliği meselesi, bu saate kadar söz konusuydu" dedim. Filistin'de yetiştiğimiz için oyunun kurallarını biliyoruz. Ders bitince gittim. Birdal olayının Dinç Bey’e etkisi çok travmatik olmuş ve bana uygulanan duruma ilişkin büyük bir suçluluk duygusuna kapılmış, "Cengiz yazılarına başlasın" demiş. Sonra beni korumak için kendi kendilerine tedbirler aldılar. Kurşun geçirmez araba ve koruma polisi verdiler. 2-3 gün sonra "Alın bu arabayı, sağ olun kurşun geçirmiyor ama yağmur geçiriyor. Arabada şemsiye ile oturmak lazım” dedim.

‘Özkasnak, ‘Neden bu adamı atmıyorsunuz’ diye bastırıyordu’

- Gazeteniz Sabah ve Hürriyet'te Sakık'ın eklentili ifadesinin yayımlanmasından sonra Neşe Düzel'e verdiğiniz söyleşide, Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu'nun tavrı için "Bir baskı olmadan inanmadıkları bir şeyi neden yayımlasınlar ki? Benim gazetem hakkımdaki iddiaya hiçbir zaman inanmadı. Bilgin ve Mutlu beni korumak istedi, sansürlemek için değil, zarar gelmesini önlemek için yazılar ciddi bir kontrol altına girdi" dediniz. Ancak siz gazetenizin birinci sayfasından PKK’dan para almakla suçlandınız! Bir gazete yönetimi, gazetecisine daha kötü ne yapabilirdi?

Dinç Bilgin'in pişmanlık duygusu var. Gerek görsel, gerek yazılı söyleşilerde bunu açıkça söyledi. İnsanların kafalarının işleyişini iyi bilmek lazım. Bilgin de, Mutlu da Sakık ifadesinde yer alanlara inanmadı. Zafer kendisi söyledi: "Böyle bir şey yok. Benden daha iyi bilecek biri olamaz. Maaşını ve nasıl yaşadığını ben biliyorum." Ev alacağımız zaman, paramız yetmediğinde maaşımdan kesilerek kredi kullandırmıştı. Bu kadar ayrıntı biliyor.

Beni korumak istediği doğru. Mehmet Ali Birand'dan haz etmiyorlardı. Dinç Bilgin de sonraki söyleşilerinde söyledi. Onu işten çıkardılar, benim yazılarımı durdurdular. O esnada sürekli Özkasnak telefonla arıyor ve "Neden bu adamı atmıyorsunuz" diye bastırıyordu. Beni atmamak için direndiler. Ama daha kötü ne yapabilirlerdi derseniz, bu soru da meşru bir soru olur. O zaman ben de Zafer Mutlu'ya şöyle söylemiştim: "Beni arkadan bıçakladın, sonra kucaklayıp ambulansa koyup, hızla acile götürdün ve bana diyorsun ki, ‘Seni, ben götürdüm ambulansa!’ Doğru ama sen bıçakladığın için beni o ambulansa bindirdin."

‘Fatih Çekirge ile manşetler ayarlandırdı’ 

-"Çandar’ı atın" aramaları o sırada Sabah’ın Ankara Temsilcisi olan Fatih Çekirge'ye mi, Genel yayın Yönetmeni olan Zafer Mutlu’ya mı yapılıyordu?

Fatih Çekirge aracılığıyla manşetler ayarlanırdı, bir de "diyorlar ki ..."  kalıplı özel bilgiler gelirdi. Ama bu "Atın” konuşmaları direkt Zafer Mutlu'yla görüşülüyordu. O dönem banka yönetim kurullarına emekli generaller yerleştiriliyordu.  Sabah’ın satın aldığı Etibank’ın yönetim kurulunda ise eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Vural Beyazıt vardı. O yüzden, gazete yönetimi Beyazıt üzerinden de askerlerle temas ediyordu. Benim gazeteden atılmam yönündeki baskılar üzerine, özellikle rahmetli Ercan Arıklı da devreye girerek, Beyazıt üzerinden askerlere onun nüfuzunu kullanarak direnmeye çalıştılar. Bunun üzerine Beyazıt’ın Çevik Bir'i arayarak, "Bu adam için çok ısrar ediyorlar, üstüne gelmeyin. Zaten yazıları durdurulmuş" dediğini bana aktardılar.  Böyle kanallar vardı. Beni korumaya ve kollamaya kendilerince çalıştılar. Ama olur mu böyle şey, olmaz tabii. Sorduğunuzda da “Genelkurmay baskısı altında, mecbur kaldıkları” gerekçesini öne söylüyorlar.

ÇOK OKUNANLAR