Can Ataklı da Yalçın Akdoğan kurbanlarından mı?..
Nikah günü bile köşesini boş bırakmayan, "izinli" olduğu günlerde gezip gördüğü yerleri yazan; hâsılı medyamızın "en az izin" kullanan yazarından söz edeceğim...
Gazetelerin iç işlerine karışmak benim işim değil...
Ama...
Gazetelerde olup bitenleri yazmak; kendi penceremden gördüklerimi yorumlamak ve nasıl olduğunu anlatmaya çalışmak "işimden" öte vazifem...
İlle de meslektaşlarımın düşünce özgürlüklerine gem vurulması, korkutulması, baskı uyugulanması hiç dayanamayacağım bir şey...
İşte o zaman çileden çıktığım ve zehir kusan dilimi tutamadığım oluyor...
Ve yine işte o zaman adım "edepsiz"e çıkıyor...
|
Pardon...
Tabii ki gazete patronajı yazarı ile en başından sözleşme imzalayabilir...
Elbette bazı konularda çekinceleri olduğunu, o konularda kalem oynatılmamasını imzalanan iş aktine koyabilir...
Yazar arkadaşımız o şartları kabul etmezse işe başlamaz...
Kabul ederse de uyar...
Ama...
Yazılmış "makale" sözleşme şartlarını ihlal etmiyorsa yayımdan kaldırılamaz, içine yazının anlamını değiştirecek montajlar yapılamaz...
Sözleşme şartlarını ihlal eden yazılara uygulanacak yaptırım ise "sansür" değil sözleşmeden doğan hakkın kullanılmasıdır...
Peki...
Bu tür sözleşmelere, "yazar; siyasal iktidarı eleştirecek şeyler yazamaz, elinde somut belge bile olsa iktidar partili bakan veya milletvekillerinin yolsuzluklarını haberleştiremez" gibi maddeler konulabilir mi?..
Bu tür maddeleri sözleşmelere ekleyen patronlar olabilir mi bilemem...
Ama eğer varsa; ona rağmen imzalayıp da yazarlığa başlayanı da "yazar" olarak kabullenemem...
Türkiye'de yazarlarla bu tür sözleşmeler yapılıp yapılmadığını bilmiyorum...
Yapılıyorsa da sözleşmeye konulan maddeler arasında "siyasi şartlar" olup olmadığından haberim yok...
Veya, "yazarımız makalelerinde muhteşem başbakanımıza yönelik tek bir eleştiri cümlesi bile kullanamaz" şartı konulmuş mudur bilemem...
Ama gördüğüm o ki; medyamızda belki de Başbakan veya bakanlarından; hatta patronajdan da kaynaklanmayan bazı "sansür" uygulamaları var...
Gerçi, "gazetemin genel yayın yönetmenliğine kimi getirmemi tensip buyurursunuz?" diye soranların olduğu bir medya dünyamız olduğunu biliyorum...
Ve hatta...
"Yazar kovma" işinin genel yayın yönetmenlerine yaptırıldığı; emir ve talimatın da patronajdan geldiği de konuşuluyor medya dünyamızda ama...
"Yok abi ya; valla patronun haberi bile yok; genel yayın yönetmeninin bok yemesi" diyen de çok...
Yani;
çoğu zaman genel yayın yönetmenleri içinde "durumdan vazife çıkartanlar" olduğunu işitiyorum...
Neyse, fazla uzatmayayım çünkü sözü Can Ataklı'ya getireceğim...
Nikah günü bile köşesini boş bırakmayan, "izinli" olduğu günlerde gezip gördüğü yerleri yazan; hâsılı medyamızın "en az izin" kullanan yazarından söz edeceğim...
24 Nisan tarihinde "izne çıktı"(!) bir türlü dönmüyor...
Kendisine ulaşamadığım için bunun ne menem bir izin olduğunu da öğrenemedim...
"Hastalık" durumu falan varsa eğer; bu nasıl medya?..
Türkiye'nin "en düzgün" muhaliflerinden biri...
Küfür etmez, hakaretle işi olmaz ama muhalefet yapmaktan da geri durmaz bir yazar daha mı "kovuldu" yoksa da haberimiz yok...
Hasan Cemal gönderildiğinde ortalığı ayağa kaldıranlar; Can Ataklı günlerdir köşesine sokulmuyor (bence sokulmuyor çünkü bu Can Ataklı bu kadar sık ve uzun süre izin kullanmaz) ama meslektaşlarımızda "tık" yok...
Hooopppp!...
Şşşşşşıııışşştttt efendiler!..
Farkında değil misiniz?..
Birer birer eksiliyorsunuz?..
Bugün sizler; düşüncelerinden dolayı ellerinden ekmekleri alınanlar için sesinizi çıkarmazsanız; öyle bir gün gelir ki siz kovulursunuz da bağıracak tek kişinin bile kalmadığını görürürsünüz...
Ayıp oluyor yani!..
[email protected]