Bu romanda aşk, ihanet ve tutku var!
"Kelebeğin Kaderi" ile büyük ses getiren Başak Sayan, şimdi de Ölü Kuşların Sessizliği ile karşımızda. Başak Sayan Ölü Kuşların Sessizliği'ni Sayım Çınar'a anlattı...
Disiplinli çalışma, edebiyata ciddi ilgi, yazıya ayrılan günlük mesai. Başak Sayan, romancılığı ciddiye alan, iyi bir yazar. Kelebeğin Kaderi büyük ses getirmişti, bu kez karşımızda Ölü Kuşların Sessizliği var.
Bizi şaşırtan bir roman yazdığının farkında mısın? Suç unsurunun bu kadar fazla olduğu bir ülkede polisiye okumamak, insanın gözüne perde çekmesi gibi bir şey sanırım.
Evet şaşırtıcı bir roman yazdığımın farkındayım ancak her ne kadar polisiye kurgu kullanmış olsam da okuyucu kitlemin yabancı olmadığı şekilde bir felsefe üzerinden anlatıyorum tüm hikayeyi. Üstelik içinde yine aşk, ihanet, ve tutku var. Ben genellikle bir fikir ya da bir tema üzerinden yazıyorum romanlarımı. Kelebeğin Kaderi’ndeki tema hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığı üzerineydi. Tüm roman bu fikir üzerine inşa edilmişti ve okura kader ile özgür irade kavramlarını sorgulatıyordu. Ölü Kuşların Sessizliği ise karmayı anlatıyor aslında. Ne ekersek onu biçeriz demiş ya eskiler. İşte romanın üzerine inşa edildiği fikir de bu. Hayat dev bir ayna gibidir, sen ona ne gösterirsen sana onu yansıtır. Polisiye kurguyu özellikle kullanmak istedim çünkü anlatmak istediğim düşünceyi yüksek bir tempo ve heyecan içinde vermek istedim.
Bu kadar politik olayların ve skandalların olduğu bir ülkede Türk siyasetine de kayıtsız kalamıyor ve romanlarında bütün bu olup bitenleri de kurgunun içine yerleştirerek yazıyorsun.
Her roman yazıldığı dönemin ruhunu taşır içinde. Karakterlerin hayat tarzları, yaşadıkları, çevrelerinde olup bitenler bize o dönemle ilgili ipuçları verirler. Ancak ben son dönem olup bitenleri özellikle kullandım roman içinde. Çünkü anlatmak istediğim düşünceyi çok güzel yansıtıyordu. Baş karakterlerimden biri olan Başkomiser Mehmet Ali Görgülü İstihbarat Şubede parlak bir polisken teşkilat içindeki bir grubun kumpası neticesinde terfi beklerken sürülen ve haksızlıklara uğrayan bir adam. Yeni görev yerindeki ilk olay da romanın konusu olan vaka. Diğer karakter Cinayet Bürodaki tek kadın polis olan Özlem Argun ise kadın olmanın zor olduğu bu topraklarda erkek egemen bir meslekte var olma savaşı verirken kadınların uğradıkları ötekileştirme nedeniyle varoluşuna ters bir biçimde davranmak zorunda kalıyor. Bir yandan olayları çözmeye çalışırken bir yandan da hem dönemin ruhunu görebiliyoruz hem de anlatmak istediğim düşünceyi takip ediyoruz. Her karakterin yaşadıkları sıkıntıların nedenleri geçmişlerinde yaptıkları bir hatada gizli.
Karma fikri nasıl düştü aklına? Bunu anlatmaya nasıl karar verdin?
Bu düşünce uzun zamandır aklımdaydı aslında. Hayatım boyunca ne yaparsam aynısını bir şekilde yaşadığımı fark ettim. Ettiğim kırıcı bir sözü bir süre sonra kayıt cihazından dinlermiş gibi dinledim, bana haksızlık yapan birinin yaşattığının aynısını bir süre sonra yaşadığını gördüm. Sonra hayata ve olaylara daha dikkatli bakmaya başladığımda aslında bu prensibin tüm yaşamımızın üzerine kurulu olduğu evrensel kanun olduğunu fark ettim. İnsanların toplumların yarattığı sistemlerin içinde birbirlerinden sınıf, dil, din, ırk olarak farklıymış gibi görünseler de ilahi adaletin kefesinde herkes eşit. Bu nedenle birine yaptığın haksızlığın bedelini er ya da geç ödüyor insan. Bundan kaçış yok. Bu fikri romana yedirme düşüncesi ise darbe gecesi ve sonrasında olanları izlerken ortaya çıktı. Romanı bitirmek üzereydim o sırada. Ancak bir anda karşımda bu evrensel kanun belirdi yine. Balyoz ve Ergenekon sürecinde masum insanları bin bir türlü haksızlığa uğratanların hepsi 15 temmuzla birlikte yaşattıklarının aynısını yaşadılar. O zaman romanı yeniden düzenlemeye başladım ve bu fikir üzerine oturttum. Kimse yaptıklarının bedelini ödemeden gidemez bu dünyadan.
Romanda, İstanbul Dragos’taki yazlık evde ölü bulunan bir adam var Genelde polisiye roman yazan yazarların mekanları Beyoğlu, Cihangir... Dragos’la başlamanın özel bir nedeni var mı?
Yazarlar genellikle iyi bildikleri yerleri kullanmayı severler romanlarında. Dragos’ta uzun zaman bulunduğum için burayı kullandım sanırım. Bir diğer mekan ise Levent. Bu bölgeyi de çok iyi biliyorum yaşadığım için. Ve tabi bana bir de şehrin içinde yazlık olarak kullanılan bir ev gerekiyordu. Burası da bunun için biçilmiş kaftandı. Biliyorsun eskiden insanlar yazları bu bölgede yaşarlardı.
Polisiye yazarlarından söz ederken örneğin hiç “erkek polisiye yazarı” demiyoruz ama yazar bir kadın olunca “kadın polisiye yazarı” diyerek cinsiyetini öne çıkartmaktan geri duramıyoruz. Bu da bir anlamda ciddi bir cinsiyetler siyaseti oluyor. Bu durum seni rahatsız ediyor mu?
Evet böyle bir ayrım söz konusu. Bu ayrım hayatımızın pek çok alanında, pek çok anında farkında olmadan kullandığımız kelimelerde gizli. Bir kadının ne kadar sözünün eri ve güvenilir olduğunu anlatmak için erkek gibi kız terimini kullanıyoruz mesela. Ya da Erkek sözü ver diyoruz karşımızdakilere. Sanki kadın sözünün bir değeri yokmuş gibi. Bu o kadar girmiş ve normalleşmiş ki farkında bile değiliz bunların. O nedenle kadın polisiye yazarı diye ayırmak bunun bir parçası. Kadın meslekleri ve erkek meslekleri diye bir ayrım var hepimizin zihinlerinde. Kadın erkek eşitliği kanunu girmiş anayasalarımıza ama zihinlerimizde bu ayrım hala yaşamaya devam ediyor. Polisiye yazmanın erkek yazarlara özgü bir şeymiş gibi algılanmasının sebebi de bu. Bu nedenle kadın karakterimden birini Cinayet Büroda çalışan tek kadın polis yaptım. Kendisini kabul ettirmek için herkesten daha çok çalışmak zorunda çünkü ona önce kadın gözüyle bakılıyor, mesleği ikinci plana atılıyor genellikle. Oysa kadın olmanın da erkek olmanın da kendine özgü cevherleri var. Bir erkek bir kadının sahip olmadığı özelliklere sahipken bir kadın da bir erkeğin asla sahip olamayacağı özelliklere sahip. Her iki cinste bir işi benzersiz metotlara yapabilecekken birinden diğer gibi olmasını beklemek son derece mantıksız. Bu konuda özellikle hassas olduğum için romanlarımda bunu kullanıyorum sürekli.
Başak Sayan’ın yeni hedefleri var mı diye sormak istiyorum.. Polisiye yazmaya devam mı?
Hedefim edebiyatta biraz daha yol almak. Elimden geldiği kadar her sene bir roman yazmak istiyorum. Polisiyeye devam eder miyim bilmiyorum çünkü bu romanı yazarken de polisiye yazacağım diye yola çıkmadım. Hikaye birden polisiye kurguya döndü. Her ne kadar yazmaya başladığınızda anlatmak istediğiniz hikayenin başını sonu belli ise de yazı masasına oturduğunuzda hikaye yazdırmaya başlar kendisini bir süre sonra. Siz sadece ne anlatmak istediğinin bilirsiniz. Bu nedenle bir sonraki romanımın ne olacağını henüz bilmiyorum. Yine polisiye kurgu olabilir. Ya da tamamen farklı bir şey de yazabilirim. Bunun dışında okuyucularımın da fikirlerini de merak ediyorum. Ancak nasıl yazarsam yazayım asla vazgeçmeyeceğim tek şey bir felsefe ya da düşünceyi tema olarak kullanarak, o fikri anlatabileceğim hikayeler yaratmaya devam etmek olacaktır.
TÜRKİYE'DE İYİ POLİSİYE OKURU VAR
Türkiye’de polisiyeye ilgi nasıl sence?
Ben Türk okurunun çok iyi bir polisiye okuyucusu olduğunu düşünüyorum. Bunu yabancı polisiye yazarlarının satış grafiklerinden anlayabiliyorsunuz. Ancak polisiye tür olarak nedense Türk yazarlar tarafından tercih edilmiyor. Bunun nedenlerinden biri seri cinayetlerin bizim topraklarımızda pek görülen bir şey olmaması. Ama yine de o kadar fazla konu var ki bu alanda eser ortaya çıkartılabilir daha çok rahatlıkla. Bir de polisiye yazmak oldukça zor. Her bir detayı çok iyi vermeniz ve kitabın başında kullandığınız küçücük bir ayrıntıyı bile bir yere bağlamanız gerekiyor. Artı tempoyu hiç düşürmemeniz, heyecanı hep yüksek tutmanız gerekiyor. Ben giderek bu alanda eser verenlerin artacağını düşünüyorum.
Oyunculuk biraz ikinci planda mı kaldı hayatında?
Hayır. Sadece bu süreçte edebiyata biraz daha yer vermek istedim hayatımda. Oyunculuk da yazmak da benim tutkularım. İkisinden vazgeçemem. Belirli dönemlerde bir diğerinden daha fazla öne çıkabilir ama ikisini de devam ettirmeye niyetliyim. Çok uzun bir süre setlerde çalıştım. 20 yıl kadar hiç ara vermeden. En son TRT’ye Milat dizisini yaptım. Bir yıldır evde sadece yazıyor ve okuyorum ve bu bana bu süreçte çok iyi geldi. Ancak önümüzdeki günlerde yeniden senaryolara bakmaya başlayacağım.
Bir oyuncu olmanın dezavantajı oluyor mu edebiyat kariyerinde?
Bu kadın olmanın bu topraklarda zor olması gibi bir şey aslında. Elbette oluyor. Beni ekrandan tanıyanlar ve hiçbir romanımı okumamış olanlar önyargılı bakabiliyorlar. Ancak bu önyargı kelebeğin kaderi ile birlikte yok olmaya başladı. Yazmak bir adanma işi. Siz bir yola kendinizi ne kadar adar ve o yolda yürümeye devam ederseniz o kadar fazla sonuç alır ve başarılı olursunuz. Bu nedenle hiçbir korkum yok. Tüm okurlarım tutkulu bir şekilde takip ediyorlar beni ve romanlarımı. Romanlarımın satış rakamları oldukça yüksek. Bu bana bu önyargının giderek kaybolmaya başladığını gösteriyor. Bundan dolayı da çok mutluyum.