RÖPORTAJ

'Bu Kalp Seni Unutur mu?' neden tutmadı?

Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek oyuncu Bülent İnal'la önemli bir röportaj yapmış. İnal'dan çarpıcı açıklamalar var...

'Bu Kalp Seni Unutur mu?' neden tutmadı?
Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek oyuncu Bülent İnal'la önemli bir röportaj yapmış. İnal'dan çarpıcı açıklamalar var...

Bu Kalp Seni Unutur mu?
’yla çıktığımız geçmişe yolculuk yarım kaldı. Dizinin başrol oyuncularından Bülent İnal, Urfalı utangaç çocuğun bugüne yolculuğunu anlattı.

Bu Kalp Seni Unutur mu?’nun ömrü hatırlatmaya yetmedi. Ama dizinin oyuncularından Bülent İnal, bir zaplama anında yakaladıklarını Diyarbakır Cezaevi’nin karanlık dehlizlerine götürüp bırakmıştı zaten.

80’li yıllardan günümüze gelmek için yola çıkan Bu Kalp Seni Unutur mu?’nun yolculuğu yarım kalınca biz de İnal’ın geçmişine gittik. Çocukluğunda Güneydoğu’da tanık olduğu kavga dövüşü, gençlik yıllarında hastalık derecesindeki utangaçlığını ve sonra kendisini oyunculukla tedavi edişini konuştuk.

Siz Bu Kalp Seni Unutur mu? dizisiyle izleyiciyi 80’lerin Diyarbakır Cezaevi’ne götürdünüz. Peki, siz diziyle kendi çocukluğunuza gittiniz mi?

Tabi ki gittim... Ben yedi yaşına kadar Urfa’daydım. 1973 - 80 arasında doğuda en tehlikeli yerlerden birinde, Hilvan ilçesindeydim. İstanbul’a gelene kadar dünyada herhangi bir yerde herhangi bir sokakta hayatın böyle olduğunu düşünüyordum: Sürekli ölümler, kavgalar dövüşler ve silah sesleri...

O zamanlar yakın çevrenizde tanık olduğunuz kötü bir olay oldu mu?

Oldu tabii... Sizinle sohbet eden, kafanızı okşayan birinin yolda cesedini görebiliyorsunuz. Şunu hiç unutmam: Genç bir polis memuru ağabeyimiz vardı. Her gün işe gidip gelirken, bizim oradan geçer bizimle top oynardı. Bir gün yine geçti, geçerken bizimle top oynadı, kafamızı okşadı. Sonra köşeyi döndü, silah sesi duyduk. Bir gittik, ölmüştü...

Nasıl etkiledi bunlar sizi?

E korkuyorsunuz... Korkularla büyüyorsunuz...

Öfke doğurmadı mı?

Bizde öyle bir şey oluşmadı. Çünkü çok küçük yaşta İstanbul’a geldik. Annem babam bizi İstanbul’da da bu tür şeylerden uzak tutmaya çalıştı. Zaten 80 darbesiyle beraber oluşturulmak istenen neslin birer örneğiydik. Bize her şey unutturuldu, apolitik bir nesil olduk. Öfkeyle büyümedik.

İstanbul’a geldikten sonra Kürtlüğünüzü saklamak gibi bir durum oldu mu?

İstanbul’a 80 yılında geldik. Terörün çok yoğun olduğu yıllardı. O zaman herkes birbirinden ne olduğunu saklıyordu. Belki çok yakın zamana kadara bile saklıyordu. Ben hiçbir zaman saklama gereği duymadım.

Ama şunu hatırlıyorum: Bize okula giderken ‘Nene demeyin, babaanne deyin’ derlerdi. Çok oralı olduğunuz belli olmasın hani. Doğu’dan gelenlere karşı ‘potansiyel terörist’ suçlamaları oluyordu.

Sizin evde Kürtçe konuşuluyor muydu?

Yok, bizde Kürtçe konuşulmuyordu. Benim babamın bir tarafı Zaza. Annemin ailesi Selçuklu Türklerinden geliyor. Biz bir Kürtlük bilinciyle yetişmedik. Belki çocukken Kürtçe biliyordum ama İstanbul’a geldiğimde unuttum. Hayal meyal bazı kelimeleri hatırlıyorum.

Şimdi Kürtçe öğrenmek istiyor musunuz?

Özel olarak bunun kursunu alayım diye bir düşüncem yok ama öğrenmemiz gerekiyor. Nasıl şimdi herkes İngilizce öğreniyor o da bir süre sonra ihtiyaç olacak. Çünkü bu ülkenin bir bölümünün ana dili Kürtçe ve onlar sizinle Türkçe konuşuyorsa siz de onlarla Kürtçe konuşabilirsiniz. Kürt arkadaşlarımla birer ikişer cümle kurabiliyoruz. Karşılaştığımızda ya da ayrılırken esprisine... O kelimeleri, o cümleleri de artık herkes biliyor.

Türklerin yüzde 99’u bence Kürtçe ‘merhaba’ nasıl denir bilmiyor.

Hadi ya... Ben bildiklerini düşünüyordum. İyi niyetle bakıyoruz belki de... Bunların artık bitmesi lazım. Çok ayıp. Bir insanın konuştuğu bir dil bir ülkeyi nasıl bölebilir. Öyle bir şey yok gördüğümüz gibi. Bu ülkenin korkular ülkesi olmaktan kurtulması lazım.

Sizin, bir yandan efendi bir imajınız var, bir yandan da çok hayranı olan birisiniz.

Öyle mi? Hiç bilmiyorum.

Bu kadar popüler olup da mütevazı kalmak zor bir şey olsa gerek...

İşin o kısmıyla ilgilenmediğim için olabilir. ‘Popüler’, ‘ünlü’... Ben oralara çok takılmıyorum. ‘Ekrandaki ben’le çok ilgilenmiyorum. Büyüsüne kapılmıyorum. Tabii ki o popülerlik sizin egonuzda bazı değişimlere sebep oluyor. Ben o egosantrik durumlarla mücadele etmeye çalışıyorum. Bir de yetişme şeklinizle ilgili bir şey. Ailenizle, aldığınız terbiyeyle ilgili bir şey bu.

Sokakta yürürken insanlar sizi birbirine gösterdikten sonra ya da gelip imza istedikten sonra eskisi gibi yürümek çok da mümkün değildir herhalde...

Ben zaten çok utangaç ve içe kapanık biriydim eskiden. Oyunculuk sayesinde biraz değiştim. Hâlâ da o çekingenlik bende çok diplerde saklıdır, aşmaya çalışıyorum. Zaten çok utangaç biriyim. Bir de üstüne sokakta bakıldığı zaman iyice içe kapanıyorum. Eskisinden farklı olarak daha çok kafam önde yürümeye çalışıyorum. Çünkü izlenmekten ve bakılmaktan bir süre sonra utanıyorsunuz.

Sezen Aksu ünlüler ‘ömür boyu gözaltında’ diyor...

Maalesef böyle. Sürekli bir izlenme durumu var. Ben bir evi o yüzden değiştirdim. Bir süre sonra her şeyinizi takip ediyorlar, ‘Bugün bunu yapmadınız’ diyor adam mesela. Bir süre sonra onların istediği gibi biri olmaya, istemeden sebep oluyor bu durum. Aşırı kontrollü yaşamaya başlıyorsunuz. Aşırı kontrollü olunca da kendiniz olamıyorsunuz.

Lisedeyken mi çok utangaçtınız?

Çok feciydim. Hastalık derecesindeydi herhalde. Biraz daha böyle devam etseydi kesin psikolojik tedavi görürdüm.

İnsanlarla konuşurken yüzünüz falan mı kızarıyordu?

Kızarırdı. Konuşamazdım da zaten. Özellikle kız arkadaşlarla falan mümkün değildi, iki cümle kuramazdım, kaçardım.

Kızlarla hiç mi konuşmazdınız?

‘Merhaba’ dediklerinde kaçardım. Hatta Lise 2’nin sonunda falan kızlar ‘Allah’ını seversen bir ses tonunu duyalım’ dediler. Ben yine kaçtım.

Sonra nasıl değiştiniz?

Sonra oyunculukla, tiyatroyla buluşunca beni çok değiştirdiğini fark ettim. Beni olumlu anlamda değiştirince de onun müptelası oldum. Beni iyileştirdiği için seviyorum oyunculuğu, beni tedavi ediyor. Hâlâ da öyle eksik, kendimde yanlışlar bulduğum zaman onu düzeltmek için uğraşıyorum.

Nasıl tedavi ediyor oyunculuk sizi?

Mesela, kendimle ilgili bir sorun keşfediyorum. Bu yaşadığım problem şunun bunun yüzünden değil, kendimden kaynaklanıyor, bunu biliyorum. Oynadığım role hazırlanırken bulduğum, okuduğum, yaşadığım şeyler bendeki problemleri çözmeme yardımcı oluyor. Yaptığım iş farkında olmadan beni rahatsız olduğum şeyden kurtarıyor. O zaman da mutlu oluyorum. Bu mesleği bu yüzden seviyorum.

Dizi izlenmedi diye ev sahibini suçlayamazsın 

Bu Kalp Seni Unutur mu? projesi önünüze geldiğinde ne hissetmiştiniz, biterken ne hissettiniz?

Çok heyecanlandıran bir projeydi ama ömrünün bu kadar kısa olacağını tahmin etmemiştik. Bizim anlattığımız şeyler Türkiye’de kimsenin konuşmaya cesaret edemediği şeylerdi. O bölümleri izleyip de sete gittiğim zaman yönetmenimize “Ya bir gün bizi alkışlayacaklar, ya da içeri alacaklar” diyordum.

Bu dizi Hatırla Sevgili’nin devamı. O tutmuştu da, bu niye tutmadı?

Hatırla Sevgili tuttu derken o da toplamda ilk 10’un içinde zor tutunuyordu. A-B grubunda iyiydi. Bu ona göre çok sert bir projeydi. Tercih etmedi seyirci, izlemedi. Onu eğlendirecek, mutlu edecek projeleri tercih etti. Çünkü akşam 7-8’e kadar çalışmış, anası ağlamış, ekonomik sorunları var... Eve geldiği zaman kendini sıkacak şeyleri izlemek istemiyorlar, diye düşünüyorum.

Tarihle ilgilenenler televizyon izlemiyor, televizyon izleyicisi de tarihle ilgilenmiyor galiba. Sebep böyle bir şey mi acaba?

E biraz öyle bir şey de var. Bir tarafta çocuğun altını değiştirirken ya da örgü örerken, komşuyla sohbet ederken arada dönüp bakacağınız projeler değil bunlar...

Diziye konsantre olmanız gerekiyor...

Bir devamlılık gerektiriyor. İzlemek için biraz emek gerektiren işler bunlar. Zaten kitap okuma oranı çok düşük olan, geçen yılı unutan bir toplumuz. 80 yılında ne olmuş, diye insanlar çok merak etmiyor. Zaten çok acılar çekti insanlar yıllarca, belki onları hatırlamak istemiyorlar. Çok da umursamadılar belki. Pek çok sebep olabilir. Belki biz çok sert girmiş olabiliriz.

Senarist Nilgün Öneş, insanlar Diyarbakır Cezaevi sahnelerine bakamadılar diyordu...

İlk altı bölüm işkenceler kan revan belki onlara itici gelmiş olabilir. Televizyon seyircisine neden bunu izlemiyorsunuz demek, bence yanlış. Siz insanların evine konuk oluyorsunuz ve neden bakmadın diyemezsiniz. Bakmadım, der.

Çok konuşursan üzerini çizerler 

Dizilerde çalışma koşullarının korkunçluğundan hep bahsediliyor. Ama pek de bir şey yapılmıyor. Mesela, hepi topu 50 başrol oyuncusunun biraraya gelip ‘Koşullur değişmezse biz oynamıyoruz’ demesi çok mu zor?

Bizim sektörde sürekli konuştuğumuz şeyi soruyorsunuz. 50 oyuncu, 10 yapımcı, 50 yönetmen, 50 senarist bu sektörde bir hafta boyunca motor kapatsa zaten sorunlar çözülür. Ama işte olmuyor.

Niye olmuyor?

Çünkü işlerine gelmiyor. Bir yerde bir para var, herkes ona ulaşmaya çalışıyor. Kazanılan paradan memnun insanlar. Kimse bulunduğu yeri kaybetmek istemiyor. Herkes korkuyor, acı çekmekten korkuyor. Ama galiba acı çekmezsek de her zaman böyle ezilmeye mahkûmuz. Kendi setimizde bile biraraya gelip bir şeye karşı koyamıyoruz. ‘Günde 18 saat oyunculuk olur mu’ dediğin zaman kötü adam oluyorsun.

Kötü adam olunca ne oluyor?

Birden sektörde size iş verilmemeye başlıyor.. Kimse taşın altına elini sokmak istemiyor. Çünkü maalesef cezalandırılıyorsunuz.

Yapımcı firma mı cezalandırıyor?

Yapımcılar da kanallar da size bir çizik atabiliyorlar. ‘Bu insan artık çalışmayacak’ diyor. Biz yapımcıların, kanal yöneticilerinin iki dudağı arasında yaşıyoruz. Krallıklarda bile böyle bir şey var mı, bilmiyorum. ‘Yok ol’ diyor yok oluyoruz. ‘Gelsin’ geliyoruz, ‘Gitsin’ gidiyoruz.

Üzerine çizik atılanlar var mı sektörde?

Tabii ki var. Olmaz mı? Eğer haklarınızı aramaya devam ederseniz ve çok konuşursanız üstünüzü çizebilirler.

Siz Bu Kalp Seni Unutur mu?’da oyuncular olarak paranızı alamadığınız için eylem yapmıştınız. Sonra alabildiniz mi o paraları?

Hayır. Herkesin, tahminen, çalıştığının yarısı kadar parası içerde.

Öcalan'ı oynama teklifi gelse... 

Abdullah Öcalan’ı oynama teklifi gelse ne dersiniz?

Riskli bir şey. Şu anda hiçbir yapımcı da o topa girmez. Belki 10 yıl içinde mümkün olabilir, birileri oynar ama zor görünüyor şu anda.

Türk sinemasından sevdiğiniz yönetmenler kimler?

Reha Erdem’i yönetmen olarak beğeniyorum. Nuri Bilge Ceylan’ı, Zeki Demirkubuz’u beğeniyorum. Son dönemde en beğendiğim filmlerden biri Neşeli Hayat’tı. Yılmaz Erdoğan’ın oradaki performansını, senaryosunu çok beğendim.

Tiyatro kurma projeniz var diye duydum. Doğru mu?

Onu da erteler miyiz, ertelemez miyiz bilmiyorum. Çünkü her şey maddiyata dayanıyor. Biz iki arkadaş biraz para harcayacak da bir iş düşünüyorduk. ... Büyük prodüksiyonlu, kalabalık kadrolu projeler. ... Mesela neden bir Shakspeare’i özel tiyatro yapmasın. Eylül ekime yetişir mi bilmiyoruz ama mutlaka yapacağız.

ÇOK OKUNANLAR
Yorumlar