Bu da vatandaş Tayyip Erdoğan işte
Can Dündar, Mehmet Ali Birand'ı anlatan kitabında, Başbakan Erdoğan'dan bizzat dinlediği bir anekdota da yer veriyor...
ADNAN BERK OKAN
Çok daha önceleri de algılarıyla düşünen, algılarıyla karar veren, algılarıyla yaşayan bir millet miydik hatırlayamıyorum...
O zamanlarda da gazeteler vardı...
Televizyonumuz yoktu ama öyle geceler olurdu ki radyo başından kalkmazdık...
Hele benim gibi hem solistlik yapıp hem de teybi olmayan biri için radyo müthiş bir şeydi...
Söylediğim şarkıların müziğini de sözlerini de radyodan dinleyerek öğrenirdim...
Ama "öğrenirdim"...
Radyodan dinlediklerimin ya da gazetelerde okuduklarımın algılamamda etkisi olduğunu hatırlamıyorum...
Son on yıllardır Türkiye'deki olan bitene, halkımızın kişilere (bilhassa siyasetçi, sanatçı ve işadamlarına) bakış açılarının tamamen algıya dayanmasına üzülüyorum...
Medya bir siyasetçi, sanatçı ya da işadamına kendi aklınca bir "karakter" uygun görüyor; haberlerini, köşe yazılarını ve hatta fotoğraflandırmayı bile işte o "uydurulmuş karakter" üzerine bina ediyor...
Kimisine "öfkeli",
kimisine acayip "neşeli",
kimisine "sevimli", kimisine "sevecen",
kimisine "gıcık",
kimisine "hoşgörülü", kimisine "despot";
hatta hatta;
kimisine "pek bir namuslu",
kimisine ise "sıra dışı namussuz" falan...
Meselâ Başbakan Erdoğan...
Allem ettiler kallem ettiler Erdoğan'a (neredeyse) bütün insani duyguları kerpetenle sökülürcesine alınmış; yalnız siyaset konuşan, gülmeyen, hoşgörüsüz, sevgisiz, acımasız, baskın; daha da öte "despot" bir karakter taşıyan elbiseyi giydirdiler...
Çıkar çıkarabilirsen...
Ama bugün okuduğum bir haberde görüyorum ki bir de "vatandaş Erdoğan" var...
Zaman zaman kendisini çok sert eleştiren bir ana haber sunucusu, bir basın duayeni, bir köşe yazarının "pankreas kanseri"ne yakalandığını öğrenince gecenin köründe yatağından kalkıp Eyüp Sultan'a gidiyor ve o yazar, gazeteci, televizyoncu için dua eden Erdoğan...
Sahici Erdoğan...
Merhameti yüce Erdoğan...
Evet...
Can Dündar, Mehmet Ali Birand'ı anlatan kitabında, Başbakan Erdoğan'dan bizzat dinlediği bir anekdota da yer veriyor...
Erdoğan, Birand'ın kanser olduğunu öğrendiğinde uykusu kaçıyor...
Emine Hanım'ın da uyuyamadığını görünce yatağından kalkıyorlar, yanlarına kızlarını da alıp Eyüp Sultan Camii'ne gidiyorlar...
Ve...
Ailece ellerini Allah'a açıp, Mehmet Ali Birand'ın sağlığı için dua ediyorlar...
Hâsılı...
Biz gazeteciler, siyasetçilermize, sanatçılarımıza, işadamlarımıza dilediğimiz karakterin elbisesini giydirmek yerine keşke sadece onlarla ilgili haber yapsak...
Keşke o kişilerin gerçek kimlik ve kişiliklerinin nasıl olduğuna algılarımızla değil de kendi tespit ve fikirlerimizle karar versek...
Ya da aklımız o kararları verebilecek kadar özgür kalabilse...
Yani sevgili meslektaşlarım...
Bıraksanız da hayatımızı algılarımız değil aklımızla yaşasak, kararlarımızı algılarımız değil de aklımızla alsak...
[email protected]
Çok daha önceleri de algılarıyla düşünen, algılarıyla karar veren, algılarıyla yaşayan bir millet miydik hatırlayamıyorum...
O zamanlarda da gazeteler vardı...
Televizyonumuz yoktu ama öyle geceler olurdu ki radyo başından kalkmazdık...
Hele benim gibi hem solistlik yapıp hem de teybi olmayan biri için radyo müthiş bir şeydi...
Söylediğim şarkıların müziğini de sözlerini de radyodan dinleyerek öğrenirdim...
Ama "öğrenirdim"...
Radyodan dinlediklerimin ya da gazetelerde okuduklarımın algılamamda etkisi olduğunu hatırlamıyorum...
Son on yıllardır Türkiye'deki olan bitene, halkımızın kişilere (bilhassa siyasetçi, sanatçı ve işadamlarına) bakış açılarının tamamen algıya dayanmasına üzülüyorum...
Medya bir siyasetçi, sanatçı ya da işadamına kendi aklınca bir "karakter" uygun görüyor; haberlerini, köşe yazılarını ve hatta fotoğraflandırmayı bile işte o "uydurulmuş karakter" üzerine bina ediyor...
Kimisine "öfkeli",
kimisine acayip "neşeli",
kimisine "sevimli", kimisine "sevecen",
kimisine "gıcık",
kimisine "hoşgörülü", kimisine "despot";
hatta hatta;
kimisine "pek bir namuslu",
kimisine ise "sıra dışı namussuz" falan...
Meselâ Başbakan Erdoğan...
Allem ettiler kallem ettiler Erdoğan'a (neredeyse) bütün insani duyguları kerpetenle sökülürcesine alınmış; yalnız siyaset konuşan, gülmeyen, hoşgörüsüz, sevgisiz, acımasız, baskın; daha da öte "despot" bir karakter taşıyan elbiseyi giydirdiler...
Çıkar çıkarabilirsen...
Ama bugün okuduğum bir haberde görüyorum ki bir de "vatandaş Erdoğan" var...
Zaman zaman kendisini çok sert eleştiren bir ana haber sunucusu, bir basın duayeni, bir köşe yazarının "pankreas kanseri"ne yakalandığını öğrenince gecenin köründe yatağından kalkıp Eyüp Sultan'a gidiyor ve o yazar, gazeteci, televizyoncu için dua eden Erdoğan...
Sahici Erdoğan...
Merhameti yüce Erdoğan...
Evet...
Can Dündar, Mehmet Ali Birand'ı anlatan kitabında, Başbakan Erdoğan'dan bizzat dinlediği bir anekdota da yer veriyor...
Erdoğan, Birand'ın kanser olduğunu öğrendiğinde uykusu kaçıyor...
Emine Hanım'ın da uyuyamadığını görünce yatağından kalkıyorlar, yanlarına kızlarını da alıp Eyüp Sultan Camii'ne gidiyorlar...
Ve...
Ailece ellerini Allah'a açıp, Mehmet Ali Birand'ın sağlığı için dua ediyorlar...
Hâsılı...
Biz gazeteciler, siyasetçilermize, sanatçılarımıza, işadamlarımıza dilediğimiz karakterin elbisesini giydirmek yerine keşke sadece onlarla ilgili haber yapsak...
Keşke o kişilerin gerçek kimlik ve kişiliklerinin nasıl olduğuna algılarımızla değil de kendi tespit ve fikirlerimizle karar versek...
Ya da aklımız o kararları verebilecek kadar özgür kalabilse...
Yani sevgili meslektaşlarım...
Bıraksanız da hayatımızı algılarımız değil aklımızla yaşasak, kararlarımızı algılarımız değil de aklımızla alsak...
[email protected]