ANALİZ

Bir zamanlar kartaldılar.. Ya şimdi?..

Dün, (28 Şubat sürecinde) RefahYol Hükümeti’ni yıkabilmek için generallerden ve medya patronlarından talimat alan gazeteciler/yazarlar

Bir zamanlar kartaldılar.. Ya şimdi?..

ADNAN BERK OKAN

RefahYol Hükümeti
dönemi, kimi gazeteci/yazarlar için tam bir kâbus süreciydi…
“28 Şubat” adı verilen “Post Modern Askeri darbe” o hükümete karşı yapıldı…
Ben ve benim gibi çok sayıda yazar/gazeteci, gazete patronu, bilhassa Aydın Doğan Medya Gurubu’nun ruhsal tacizlerine maruz kaldık…
Yazdıklarımızdan hiç bir şekilde sorumlulukları olmayan eşimiz, çocuklarımız bile baskı gördüler...


Babacığımı öldürdüler...

Canlandırma (senaryo) haberlerden birinde arkadan keliyle bana benzeyen bir oyuncu bulmuşlar (Kanal D'de Dündar - Özkan ikilisi yayınlamıştı bunu ve aylar sonra tekzibim jet hızıyla duyurulmuştu), uyduruk bir cezaevi mizanseni hazırlayıp beni de içeri girerken çekim yaparak ekrana getirmişlerdi...
Babacığım (Allah yattığı yeri nur etsin) o görüntüleri sahi zannetmiş ve kriz geçirip hastaneye kaldırılmıştı...
Ve bir daha da hiç çıkamamıştı hasteneden...
Doğrudan kabirstana götürüp ebedi istirahatgâhına yatırmıştık babacığımı...

Emin Çölaşan, Uğur Dündar ve Tuncay Özkan, o günlerin en güçlü  televizyoncuları ve yazarlarıydı...
Dündar ve Özkan’ın köşeleri yoktu…
Ama…
Kanal D ana haberi birlikte hazırlıyorlardı…
Henüz kavga etmemişlerdi...
Yaptıkları haberlerle RefahYol Hükümeti’ni yıkmak için askeri müdahalelere lojistik destek veriyor; laikliğin sözde tehlikede olduğuna ilişkin “senaryo” haberler yayınlıyorlardı (Uğur Bey, lütfen hemen mahkemeye koşmayın çünkü burada hakaret yok, durum tespiti var)…

Ve tabii ki…
Kendilerine karşı çıkan herkese baskı uyguluyorlardı…
Özel hayatlarımız hallaç pamuğu gibi atılıyor; yazdığımız otobiyografiler tersyüz edilerek köşelere ve ekranlara taşınıyordu...
İşin fenası bütün bunlar “canlandırma” modeliyle verildiği için bizleri tanımayanlar konu mankenlerini “biz” zannediyorlardı…

Emin Çölaşan da aynı dönemde Hürriyet’teki köşesinde bizlere hakaretler yağdırıyor, tehditler savuruyor ve patronlarımızın bizi halen neden kovmadığını soruyordu…


İktidar değişti veeeee…

İşte o şartlarda…
Ve bütün baskılara, iftiralara, karalamalara, aşağılamalara rağmen; bu baskıların ve baskıcıların hiçbirinden korkmadan onlara karşı duran, deyim yerindeyse “kalem savaşına” tutuşanların en başında bu satırların yazarı geliyordu…
Susan, sesini çıkarmayan, işinden olmaktan korkanlara da:
“Sizler, kendilerinde güç vehmeden bu püriten guruptan korkup sessiz kaldıkça bir gün sıra hepimize gelecek” diye haykırıyordu…
Nitekim RefahYol Hükümeti’ni devirip (dönemin Cumhurbaşkanı, Medya Karteli – TÜSİAD ve generaller) yerine kendi hükümetlerini kurdurduktan sonra gazetesinden ilk kovulanlardan biri de yine bu satırların yazarı oluyordu…

Zaman geçti…
İktidar değişti…
28 Şubat sürecinin mağdurları hükümet kurdular…
Hem de tek başlarına…
Hem de demokrasi tarihimizin en zayıf, en kişiliksiz muhalefetine karşı…


Tezkereye karşıydım çünkü…

Artık, eski dava arkadaşlarım iktidardaydılar...
Bendeniz de kayıtsız şartsız, hükümete destek veren gazetelerden birinde yazıyordum...
Yani...
İsteseydim her yaptıklarını alkışlayabilirdim...
Ama hayır...
Öyle yapmadım...
Neden mi?..
Çünkü…


Biz demokrasiyi severiz

28 Şubat sürecinde “basının özgür olması gerektiğini” unutanlar, bugün her ağızlarını açışta “basın özgürlüğü” diyorlar…

28 Şubat sürecinde basın özgürlüğünün ve gazeteci vicdanının gereğini yerine getirenleri mahkemeler yoluyla taciz edenler, bugün “bu ülke bana basın özgürlüğü yönünden bir istikrar vaat etmiyor” demeye başladılar…

Klâsik CHP zihniyeti hortladı adeta…
“Biz demokrasiyi severiz CHP  seçimi kazanırsa”…
Bunlar da “biz basın özgürlüğünü severiz ama sadece kendimiz için” diye yırtınıyorlar orada burada…

Amerika’nın önce Afganistan’ı işgal etmesi…
Sonra da…
120 bin askeriyle bizim topraklarımızda konuşlanıp Irak’a müdahale etmesi konusunda eski dava arkadaşlarım (Ak Parti Meclis Gurubu) gibi düşünmüyordum…
Yazdığım gazetede Hükümet’in Irak politikalarını eleştiriyor; ABD askerine bizim topraklarımızda konuşlanma ve Irak’a geçiş için izin verecek olan tezkereye “karşı” çıkıyordum…

Hem de…
Yazdığım gazetemin bütün köşe yazarları “Tezkere geçmelidir” diye Amerikan senaryosuna “destek” verdiği halde…

Hem de…
Henüz Başbakan koltuğunda oturmayan Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan, milletvekillerinden tezkerenin geçmesi için oy kullanmalarını isterken…

Hem de…
Bir süre danışmanlığını yaptığım bir eski başbakanın, “tezkereye karşı gelmekle yanlış yapıyorsunuz, benim de sizinle aynı fikirde olduğumu sanıyorlar” diye sitem etmesine rağmen…


Utanmıyorlar…

Dün, (28 Şubat sürecinde) RefahYol Hükümeti’ni yıkabilmek için generallerden ve medya patronlarından talimat alan gazeteciler/yazarlar, bugün siyasal iktidardan talimat alan gazeteciler, yazarlar olduğunu iddia edebilecek kadar utanmazca bir hafıza zafiyetine düştüler…

Dün, (28 Şubat sürecinde) “olağan” bir dönem yaşandığı halde “olağanüstü” imiş gibi Genelkurmay karargâhına koşup, talimat alanlar…
Bugün gerçekten olağanüstü bir süreçten geçtiğimiz halde (terör saldırıları, deprem) Başbakan’ın kendileriyle yaptığı toplantıda, gazetelerin mutfağına müdahale edildiği yalanını yaymaya da utanmıyorlar…

Tezkereye karşıydım çünkü…
Tezkere geçer ve Birleşik Devletler ordusu Türkiye topraklarında konuşlanırsa kendimizi büyük ve bizim için hiçbir anlam ifade etmeyen kirli bir enerji savaşının içinde bulacağımıza inanıyordum…

Ama…
Bu açık yürekliliğim…
Bu, dönemin “en güçlü adamı”na karşı gelişim, gazetedeki sonumu getirdi…
28 Şubat sürecinde savunduğum...
Haklarını korumak uğruna ekmeğimden olduğum...
Siirt’te okuduğu bir şiir yüzünden hapse atılmasını içime sindiremediğim için Yargıyla kavga ettiğim...
Ve...
Bu nedenle savcılık soruşturması geçirdiğim kardeşim kovdurdu bu sefer de beni gazetemden…

Yani…
Emin Çölaşan, Uğur Dündar ve Tuncay Özkan benden nasıl rahatsız olmuş ve kovulmamı istemişlerse patronumdan…
Başbakan Erdoğan da onlar gibi yapmış; benim kovulmamı emretmişti patronuma…
Yani...
28 Şubat mağduru ve yoldaşım Erdoğan, 28 Şubat mağrurları ve zalimlerim Emin Çölaşan, Uğur Dündar ve Tuncay Özkan'la benden kurtulmak konusunda mutabık kalmıştı...


Aklı başında olanlar gördüler ki...

Ve…
Kovulmuştum…
Yıllarca hiç kimse iş vermedi bana…
Çünkü bendeniz sadece geçmişin kartel medyası ve yolsuzluk suçlamasıyla yüce divanda yargılanmış siyasetçilerinin değil; siyasi akrabalarımın, eski yoldaşlarımın da nefret ettikleri bir yazardım…

Gelin görün ki…
28 Şubat sürecinin Aydın Doğan mağduru, kartel medyasının hasmı olan siyasetçiler iktidar koltuğuna oturunca Aydın Doğan’la ve kimi yazarlarıyla, medya yöneticileriyle “hısım” oluvermiştiler…
Aydın Doğan medyasının övgülerine mazhar oluyorlar; her yerde onlarla el ele kol kola görünüyorlardı…

Oysa Erdoğan ve arkadaşları yetim hakkı yememeye ve kimseye yedirmemeye söz vermişlerdi…
Ama…
2003’ten 2007’ye kadar; Doğan Gurubu medyadan gelen alkış seslerinden kulakları sağır olmuştu…

En önde gelen destekçileri ise Doğan Gurubu’nda yer alan Uğur Dündar, Can Dündar, Ertuğrul Özkök ve Ahmet Hakan gibi gazetecilerdi…
Uğur Dündar, 28 Şubat mağdurlarından AKİT'in hücumuna uğradığında; yönettiği ve haberleri sunduğu Aydın Doğan televizyonunda Başbakan Erdoğan’a adeta yalvarıyor, kendisine nasıl da destek verdiğini hatırlatıp yardım istiyordu…


Ve sonra…
Başta Erdoğan olmak üzere yakın çalışma arkadaşlarından “aklı başında olanlar” gördüler ki Aydın Doğan ve ekibi için tek geçerli yöntem vardı: Ekonomik çıkarlar…



Hâsılı ey güzel insanlar!..


Dünün siyasal iktidara ve daha da fenası generallere eklemlenmiş gazetecileri, yazarları, televizyoncuları bugün başkalarını suçluyorlar…
Neden?..
Çünkü…


Basın özgür değil(miş)..


Bir zamanlar “körler sağırlar birbirini ağırlar” diye yazılar yazdığım, ekranlarda eleştirdiğim medya soytarıları bugün çığlık çığlığa:
“Basın özgür değil!”…

Kara mizah!..
Asıl kendilerinin güçlü olduğu dönemde yoktu basın özgürlüğü…
Beyler, bugün basın özgürlüğü olduğu için rahatsız...
Çünkü bugün artık hiçkimse beylerin gadrine uğramaktan korkmuyor...
Çünkü artık eski güçlerini kaybettiler...
Çünkü artık fiziken var ama ruhen yoklar...


Siyasal egemenler artık onlara uzak…
Çünkü…
Siyasal
egemenler artık onları ciddiye almıyor…
Çünkü…
Siyasal egemenler değişti…
Çünkü…
Medya egemenleri de değişti…

28 Şubat sürecinde İstanbul sermayesine ve generallere tetikçilik yapan medya leşkerleri bugün artık tasfiye ediliyorlar…
Tasfiye edilirken de “Basın özgürlüğü bitti!” diye çığlık atıyorlar…

Yalan!..
Biten basın özgürlüğü değil…
Biten, kendi egemenlikleri…
Biten kendi etkinlikleri…
Biten kendi güçleri…

Biten (ki aslında hiçbir zaman yoktu) kendi itibarları…

Çünkü…
Son dört yıldır Başbakan bunların telefonlarına dönmüyor…
Çünkü…
Son dört yıldır, gündem belirleyici hiçbir siyasi veya eski bürokrat bunların telefonlarına çıkmıyor…
Çünkü…
Eskiden açtıkları davalarda bunlara “emriniz olur efendim” diyerek boyun eğen ve onların istediği gibi karar veren hâkimler yok…
Çünkü…
Günümüz yargısı bunlardan korkmuyor…

[email protected]

ÇOK OKUNANLAR