Bir subay onun da anasına küfretmişti ama...
Önce; Harun Reşid’in oğluna yaptığı tavsiyenin bir benzerinin merhum Sabri Ülker tarafından yıllarca oğlu Murat Ülker’e ....
ADNAN BERK OKAN
28 Şubat sürecinde (RefahYol Hükümetinin istifasından sonra) çalıştığım gazeteden dönemin başbakanının ricası(!) ile kovdurulmuş olmanın verdiği hınç ve bir de o dönemin merkez medyasında kimi kökten laikçilerin saldırıları sonucu tıpkı kapaksız bir öfke küpü gibiydim…
Ekranlarda bağırıyor, çağırıyor, ona buna saydırıyordum…
Çalıştığım televizyon karasal linke sahip olmadığı için Kırklareli’nde yaşayan anneciğim beni izleyemiyordu…
1997 yılı Haziran ayında babacığımı ebedi yolculuğuna uğurladıktan sonra da iyice kabuğuna çekilmişti. İstanbul’da bizimle kalması için yaptığımız bütün ısrarlarımızı ise “benim orada canım sıkılır” diyerek geri çeviriyordu…
Karımla ayda bir kez gidip kendisini evinde ziyaret ediyorduk.
1999 genel seçimlerine bir ay ya var veya yoktu…
Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Ak Parti Milletvekili Prof. Burhan Kuzu geçenlerde kitaplığının merdivenine tırmanıp çok uzun zamandır eline almadığı bir hukuk kitabına göz atmak ister. Aradığı kitap diğerlerinin arasına sıkışıp kalmıştır ve çekip çıkarmak için biraz zorlandığında tepedeki birçok hukuk kitabı Burhan Hoca’nın başına düşer; Hoca da merdivenden aşağı… Sevgili hemşirem ve hemşerim Bayan Kuzu koşarak gelir gürültüye… Burhan Hoca düştüğü yerde ellerini birbirine çırpıp temizlerken söylenir: “Hanım ben yıllardır çiğnedim şu hukuku şimdi de onlar benden intikam alıyorlar olsa gerek”. Yani son haftaların yeni ve çok sevilen Yalan Dünya karakteri Vasfiye’nin söylediği gibi: “Ne çekti şu hukuk senden be sevgili Hocam, ne çekti be!..” |
Telefonda ısrar etmiş ve arabamı gönderip kendisini (neredeyse) zorla İstanbul’a getirtmiştim…
Tam da bize geldiği gece programım vardı…
Daha önce Kanal 6’da yorum yapığım dönemden uzunca bir süre sonra beni ilk kez izlemiş çok üzülmüştü...
Program bittiğinde eve dönerken karım cep telefonumdan arayıp ekranda beni izledikçe ne hallere girdiğini anlattı...
Eve geldiğimde saat gece yarısını geçiyordu…
Yatmamış, kapıda beni bekliyordu…
Elini öptüm…
İki eliyle yanaklarımı okşadı; “hoş geldin oğlum” dedi.
Salona geçtiğimizde benimle konuşmak istediğini söyledi.
“Karın da olmasın yanımızda, ana - oğul başa konuşalım” dedi.
Çalışma odama çekildik…
“Sen televizyonda nasıl bir hale büründüğünün farkında mısın oğlum?” diye sorarak başladı konuşmasına…
Ses tonu her zaman olduğu gibi yumuşacık ve munisti…
Lâfı nereye getireceğini anlamıştım…
“Çok mu kötü görünüyordum anacığım?” diye sordum…
“Berbat!” dedi ve o güne kadar hiç dinlemediğim öykülerinden birini anlatmaya başladı.
Kudurmuş bir köpekle cebelleşme
Halife Harun Reşid’in oğlu bir gün hiddetli bir halde sarayda babasının huzuruna çıkar;
“Filanca subay anneme küfretti” der.
Harun Reşid yanında bulunan veziri azam ve vezirlerine tek tek bakıp fikirlerini sorar.
Kimisi küfreden subayın hemen öldürülmesini, kimisi dilinin kesilmesini, kimisi ise sürgüne gönderilmesini teklif eder.
Harun Reşid teklifleri dinledikten sonra oğluna döner:
“Oğlum sen yine de kendi büyüklüğüne yakışanı yap ve o subayı affet” der.
Oğlunun iyice irileşen gözlerindeki öfkeyi görmezden gelip devam eder,
“Eğer affedemezsen sen de onun annesine küfür et ama fazla da ileri gitme zira intikamın da bir haddi, bir derecesi vardır. Yani, sana küfreden bir subaya mukabelede bulunurken kendine yakışanı yapmalı, haddi aşarak mukabeleyi zulme çevirmemelisin. Aksi halde onun haksızlığını haklılığa çevirirsin”…
Oturduğu koltukta ileri doğru çıkıp iki elini uzattı, bir kere daha yanaklarımı okşadıktan sonra koltuğuna yaslandı. Elleriyle; yanaklarının ki yanına düşmüş beyaz tülbendini kulaklarının üstüne atarken devam etti:
“Akıllı insan kudurmuş bir köpekle cebelleşmek yerine hayvana sessizce bakıp sakinleşmesini bekler. Akıllı insan öfkelendiğinde elini ve dilini tutabilendir”…
Hiç itiraz etmedim…
Sadece, “haklısın anacığım” diyebildim.
Sonra da; televizyon kanalından bana ödenecek hiçbir maaşın o konuşmamda adını verdiğim ve eleştiriden öte canlarını yaktığım kişileri kendime düşman edişimin karşılığı olamayacağını hatırlattı…
“Üç kuruş para kazanacaksın diye otuz üç kuruşluk düşman edindiğini göremiyor musun be oğlum” derken; utancımdan anacığımın gözlerinin içine bakamıyordum...
O geceden sonra üç ya da dört program daha yaptım aynı kanalda…
Ama hiç kimsenin adını vermedim…
Hiç kimseyle kavga etmedim…
O güne kadar hiç yapmadığımı yaptım…
Bir piyano ve bir de gitarla çıktım sahneye…
Genel siyaset konuştum, birkaç şarkı söyledim, düşmanca söylemler yapmak yerine dostluk muhabbetleri ettim.
Buna rağmen anacığım ilk izlediği o öfke saçan gecemi unutamamıştı.
O halen ne kadar çok düşman edinmiş olabileceğimin hesabını yapıp kendine kahrediyordu…
Önyargılarını rafa kaldıran Bedri...
Bizzat hayatımdan küçücük bir kesit olan bu olayı neden anlattım biliyor musunuz?..
Söyleyeyim:
Son zamanlarını, on beş yıl önceki halime benzettiğim kavgacı, hiddetli, öfkeli Bedri Baykam; bir zamanlar çok kızdığı, “yeşil sermaye” olarak tanımladığı ve kökten laikçi cumhuriyetçileri “alışveriş yapmayın” diye uyardığı ÜLKER Gurubu ile barışmış…
Ben 125 bin liralık tablosunun ÜLKER tarafından satın alınmasına bağlamayacağım bu barışmayı…
Önce; Harun Reşid’in oğluna yaptığı tavsiyenin bir benzerinin merhum Sabri Ülker tarafından yıllarca oğlu Murat Ülker’e yapılmış olabileceğini söyleyeceğim…
Sonra da; “Önyargılarımı rafa kaldırdım” diyen Bedri’yi tebrik edeceğim…
Atomu parçalayan Einstein’in parçalamayı başaramadığı önyargı…
İnsanın ve insanlığın baş belâsı önyargı…
Keşke hepimiz Bedri gibi yapabilsek…
Keşke hepimiz karşılıklı olarak önyargılarımızı rafa kaldırabilsek…
Biliyor musunuz?..
Hem de tam zamanı…