'Bir daha da kimseyle bir tartışmaya girmem'
Alper Görmüş genel yayın yönetmenine yanıt verdi "Ahmet Altan benim hayatta tanıdığım en dürüst, en vicdanlı, en cesur insanlardan biridir..."
"Taraf yazıişlerine yönelttiğim eleştirilerle ilgili olarak genel yayın yönetmenimiz Ahmet Altan, beni kısmen haklı kısmen haksız bulan bir yazı kaleme aldı" diye başladığı yazısında şunları yazdı:
TARAF KENDİ SÖZÜNÜN DEĞERİNİ AZALTIYOR
Tartıştığımız da dâhil olmak üzere, "endazeyi kaçırmış" diye tanımladığım Taraf manşetleriyle (ve başlıklarıyla) uğraşmamın esas nedeni şu: Ülkede "endazeyi kaçırmış" bir iktidar var ve ona düzgün, inandırıcı bir eleştiri getirmeye en ehil olan gazete, hırçın ve abartılı bir haber dilini tercih ettiği için kendi sözünün değerini azaltıyor.
İlk yazıda söylediğim gibi: Bu tarz, özünde haklı olan muhalif pozisyonun inandırıcılığını törpülüyor, bir yandan da kendisine muhalefet edilen gücü "mağdur" konumuna taşıyor.
(...) Diyelim hakikat, o haberde anlatıldığı gibidir... Yani, jandarma gerçekten de Türkiye'deki kamplarda kalan Suriyeli muhalif savaşçıları sınıra "servis" etmektedir ve Taraf, okurlarının bu hakikatten haberdar olmasını istemektedir.Soru şu: O haber o hâliyle buna mı hizmet etmiştir, yoksa böylece Taraf, bu iddianın ve benzer iddiaların tümüyle yalan olduğunu söyleyen hükümet yetkililerinin kullanabileceği bir malzeme mi üretmiştir?
Bence ikincisi...
Hele ki, bir süre önce bölgeye giden Basın Konseyi üyelerinin basın toplantısında dağıttıkları "muhaliflere gönderilen içi silah dolu TC Sağlık Bakanlığı ambulansı" fotoğrafının dezenformasyon olduğunu kendilerinin de kabul etmesinden sonra... Hükümetin bu asparagası nasıl kullandığını hepimiz yakından izledik.
(...) Ben, buna kendisini ikna edebilen bir yazıişlerinin, benim de zaman zaman içine düştüğüm bir gazetecilik tuzağına açık olduğunu düşünürüm: Gazetecilerin, doğruluğuna inandıkları haberleri kullanırken, insani zaaflarının da etkisiyle "iyi gazetecilik"in taleplerini geri plana atmaya meyledebilmeleri tuzağı...O TUZAĞI BİLİRİM BEN DE DÜŞTÜM!
Ben bu tuzağa 2005'te Aktüel dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütürken düştüm ve ancak istifa ederek bir nebze huzur bulabildim.
Hatırlayanlar olacaktır, "Eski Ermeni Patriği Kalustyan'la eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan kardeş" spotuyla kapaktan sunulan haberin kaynağı Almanya Ermeni Cemaati'nin saygın lideri ve Ermeni Kilisesi Başpiskoposu Karekin Bekçiyan'dı... Bekçiyan, Aktüel'in teybine iki ayrı zamanda aynen şöyle demişti: "Ölümünden önce eski Ermeni Patriği Şnork Kalustyan, eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan'ın anne bir kardeşi olduğunu bana defalarca anlattı..."
Aslında haberi sadece Karekin Bekçiyan'ın sözlerine dayanarak verebilir, başka da bir şey yapmazdık... Fakat biz yaptık, çok şey yaptık da bir şeyi eksik yaptık...
O TUZAĞA DÜŞTÜM VE İSTİFA ETTİM
Ayrıntılarda boğmayayım sizi, yapmadığımız o şeyle, "iyi gazetecilik"in, "Bir iddiayı doğrulamak için gösterilmesi gereken çabanın tamamını göstermeden iddiayı haberleştirmemek" ilkesini ihlal etmiş olduk. Neticede, Karekin Bekçiyan'ın teypte kayıtlı sözlerine rağmen, haberin doğru olmadığı ortaya çıktı ve ben istifa ettim.
Çıkardığım ders şuydu: Ben de, gazetecilerin doğruluğuna inandıkları haberlerin peşinde koşarken, insani zaaflarının da etkisiyle "iyi gazetecilik"in taleplerini geri plana atmaya meyledebilmeleri tuzağına düşmüştüm.
Hatırlayacaksınız, aynı tuzağa Taraf da NTV-Yazıcıoğlu haberinde düşmüş, sonunda gazete özür dilemişti.
Yukarıda zikrettiğim "doğruluğuna inanılan haberlerin taşıdığı gazetecilik tuzağı", doğruluğuna inanılan düşünceler, tavırlar, tesbitler, siyasetler sözkonusu olduğunda da geçerlidir. Bunları güçlendireceği düşünülen haber malzemeleriyle karşılaşan gazeteciler, "iyi gazetecilik"in taleplerini geri plana atmaya meyledebilirler.
Bence, "Hür Ordu'ya jandarma servisi" haberi de işte böyle bir gazetecilik tuzağının ürünüydü.
(...)Bu durum, Taraf yazıişleri salonuna, oradaki toplam algı kapasitesini azaltan asabi bir ruh hâlinin hâkim olduğunu göstermiyor mu?
Bu ruh hâlini gösteren başka örneklerin de olduğunu söylemiştim... Balyoz dizisinin ardından tartışmaya o örnekler üzerinden devam edeceğim.
AHMET'İN BANA YAKIŞTIRAMADIĞI İFADEM...
Son olarak, Ahmet Altan'ın bana yakıştıramadığını söylediği, yazımda yer alan bir ifadeyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum... Ahmet şöyle yazdı bu ifademle ilgili olarak:
"Biri Alper Görmüş'e 'sen kendi fikirlerin nedeniyle manşetleri zorlar ve onları kullanışlı yorumlar mısın' dese büyük bir ihtimalle 'hayır' der, bana 'Alper böyle bir şey yapar mı' diye sorsalar ben de 'hayır' derim. Alper kendisinin yapmayacağı, ahlaka da pek uygun düşmeyen bir işi benim yapacağıma nasıl bu kadar rahat inanıyor, nasıl kendisini böyle 'ahlaken' üstün görüyor, nasıl kendini bu kadar rahat 'karar mercii' konumuna yerleştiriyor? Bu yakışık alıyor mu Alperciğim?"
Birincisi: "Haberleri kullanışlı bir tarzda yorumlama"yı, kavgacı bir gazeteciliğin kışkırtıp ortaya çıkartabileceği bir insani zaaf olarak görüyorum; bile isteye işlenmiş bir ahlaksızlık olarak değil...(...)
İkincisi: Ben böyle bir şey yapar mıydım?
Bilmiyorum...
BİR DAHA DA TARTIŞMAYA GİRMEM
Kavgacı bir gazeteciliğin günlük hayhuyu içinde ben de böyle şeyler yapabilirdim. Fakat muhtemelen, "muhalif" değil "eleştirel" gazeteciliği benimseyen bir gazeteci olarak daha sakin kalabilir, böylece bu türden pratiklerden kendimi sakınabilirdim.
Bitirirken: Bana gelen mesajların bir bölümü, tartışmanın "birbirimize küsme" sonucunu doğurmaması yönünde temenniler içeriyordu.
"Endişeli" Taraf okurlarına cevabım şöyle: Ahmet Altan benim hayatta tanıdığım en dürüst, en vicdanlı, en cesur insanlardan biridir. Bu tartışma, hayatta kıymet verdiğim en temel vasıfların tümünü taşıyan bir insanla konuşamayacağımız bir ortama yol açarsa, tartışma denen şey benim için bütün anlamını yitirir. Bir daha da kimseyle bir tartışmaya girmem.